DOLAR 32,3624 0.11%
EURO 34,9511 -0.37%
ALTIN 2.323,740,20
BITCOIN 22943262,30%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

14 Aralık 2020 Pazartesi

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; Bölgesel birlikler, zayıf milletler, azınlıklar

Mehmet Bedri GÜLTEKİN;   Bölgesel birlikler, zayıf milletler, azınlıklar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bakü’deki zafer kutlamalarının ardından düzenledikleri basın toplantısında, bölgede barışın tesis edilmesi için bölgesel “İşbirliği Platformu”nun kurulması gerekliliğinden söz ettiler.
Bu “İşbirliği Platformu”nda Rusya, Türkiye, Azerbaycan, İran ve Gürcistan’ın yer alması gerektiğini söylediler.
Ayrıca her iki Cumhurbaşkanı, Ermenistan’ın da isterse bu platformda yer alabileceğini özellikle belirttiler. “Ermeni halkıyla bir sorunumuz yok; sorunumuz mevcut Ermenistan yönetimiyle” dediler.
Sayın Erdoğan konuşmasında, ‘Türkiye’de 100 bin Ermeni vatandaşımız olduğunu ve onlarla bir sorun yaşanmadığını, Ermenistan’la da sınırları kapatmak gibi bir derdimizin olmadığını, Ermenistan yönetimi olumlu adımlar atarsa sınırları açabileceklerini’ söyledi.
Bu mesajlar son derece önemlidir. Bölge ülkelerinin, kendi aralarında işbirliği yaparak emperyalist müdahaleleri alt etmeleri durumunda, barışa ve daha geniş birliklere giden yolu açabileceklerini göstermektedir.
BARIŞ VE İŞBİRLİĞİNE GİDEN YOL
Bölgesel birlikler çağındayız. “Çok kutuplu dünya”; bölgesel birliklerle hayat buluyor. Bugün dünyanın her tarafında faaliyet halinde olan ondan fazla bölgesel birlik var. Türkiye’nin bir parçası olduğu Orta ve Batı Asya’da halihazırda; Rusya, Kazakistan, Belarus, Kırgızistan ve Ermenistan’ın üyesi olduğu Avrasya Ekonomik Birliği, 2014 yılından bu yana faaliyet gösteriyor.
Bir de henüz fikir aşamasında ama gerçekleşmesi kaçınılmaz olan ve gerçekleştiğinde dünyanın en önemli ekonomik ve siyasi merkezlerinden biri olacak Batı Asya Birliği var. Batı Asya Birliği ilk elde Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve KKTC arasında gerçekleşir. Daha sonra Lübnan, Ürdün, Filistin, Gürcistan ve Ermenistan bu birliğe dahil olabilir.
Daha sonraki aşamada ise Arabistan yarımadasındaki ülkeler ve Mısır’a kadar uzanan bir büyük bölgesel birlik niçin olmasın?
Batı Asya Birliği ve Avrasya Ekonomik Birliği en başından yakın ilişki içinde olacaklardır. Bu yakın işbirliği, zaman içinde daha ileri boyutlara da pekala taşınabilir.
Batı Asya Birliği’nin ve Avrasya Ekonomik Birliği’nin bütün ağırlıklarıyla sahnede yerlerini aldıkları gün, gerçek barışın da bu kadim coğrafyada gerçekleştiği gün olacaktır.

TARİHİ DERSLERİN IŞIĞINDA
10 Aralık günü Bakü’de, İlham Aliyev ve Recep Tayyip Erdoğan’ın, bölgesel işbirliği platformunda Ermenistan’ın da yer alabileceğini söylemeleri, geleceğin dünyasında, halihazırda yaşanan sorunların nasıl ele alınacağı yolunda bir işarettir.
Kapitalist sömürgecilik ve ardından emperyalizm, son 200 yıl içinde gittikleri her yerde etnik ve dini çatışmaları körüklediler. Özellikle azınlık durumda olan etnik ve dinsel toplulukları kışkırtarak ve çeşitli vaatlerle kandırarak oradaki hakimiyetlerinin gerçekleşmesi yolunda kullandılar.
Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki bütün halklar, emperyalizmin bu “böl ve yönet” politikasının kurbanı oldular. Bütün halklar–milletler değişen ölçülerde bedeller ödediler.
Ama emperyalizmin çeşitli vaatlerle kendi amaçları için kullandığı azınlık milliyet ve din – mezhep mensupları da bedeller ödediler. Hatta çoğu durumlarda bu “bedel”in oldukça ağır bir şekilde yaşandığı da bir gerçektir.
Ermeni halkı, 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başında İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası’nın bölgeye ilişkin amaçlarının gerçekleştirilmesi yolunda kullanıldı. Uzatılan havuç, 1918 – 1920 yılları Ermenistan’ının Başbakanı Ohannes Kaçaznuni’nin deyimiyle, “Denizden denize Büyük Ermenistan” idi.
Sonuç Ermeni halkı açısından büyük acılar ve hüsran oldu.
1991 yılında Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’da yeniden söz sahibi olan Taşnak Partisi, Batılı devletlere güvenerek ve onların yönlendirmesiyle sınırlarını genişletme hayaline kapıldı. Azerbaycan’ın beşte birini işgal etti.
Ermenistan eski Cumhurbaşkanlarından Levon Ter Petrosyan’ın danışmanlarından Zhirayar Liparityan 2 Aralık günü yaptığı açıklamada; “200 yıldır hayallerle yaşamayı çok seviyoruz. Rüya görmek Ermenistan’ın yaşam stratejisidir. Ancak rüya görmek strateji değildir” dedi.
Ama Ermeni halkı durup dururken rüya görmedi. Ermenistan yönetimlerine o hayali gördürenler gene emperyalistlerdi. Çünkü dağılan Sovyetlerin ardından bölge hakimiyetleri için kullanabilecekleri “hayalperestlere” ihtiyaçları vardı.
Hrant Dink; Malatya’da katıldığı bir panelde, bugün özellikle ABD’ye güvenerek devletlerini kurabileceklerini düşünenlerin kulağına küpe olması gereken şu sözleri söylüyordu: “Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol ne ise, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeniler onlara güvendi ama yanıldı. Çünkü onlar geldiler, kendi hesaplarını yaptılar. Çekip gittiler. Bu topraklarda kardeşi kardeşle kan içinde bıraktılar. Bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey; Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Amerika bu; gelir, kendi hesabını yapar, işini yapar ve işi bittiğinde ise çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları kendi didişmesi içinde bırakır.”
Geçmişin ezilen, bugünün ise gelişmekte olan dünyasında, azınlık durumdaki milliyetlerin ve dinsel toplulukların kaderi ne yazık ki bu şekilde oldu. Ermeniler ve Kürtler de bu kaderi yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar.
Ama şimdi bu dönemin artık geride kalmaya başladığını söyleyebiliriz. Bölge ülkelerinin inisiyatif alması, kendi aralarında büyük ve güçlü birlikler oluşturmaları, bir yandan emperyalist emellere set çekiyor öte yandan bu topraklarda yaşayan bütün etnik yapılara ve milletlere gerçek barışın, karşılıklı saygının, birliğin ve refahın kapılarını açıyor.

Devamını Oku

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; Mehmet Bedri GÜLTEKİN

Mehmet Bedri GÜLTEKİN;   Mehmet Bedri GÜLTEKİN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Azerbaycan, 30 yıldır Ermeni işgali altında olan topraklarını kurtarmak için yürüttüğü Vatan Savaşında tartışmasız bir zafer kazanmıştır. Ateşkesin ilan edildiği 10 Kasım gününe kadar topraklarının önemli bir bölümünü savaşarak geri aldı. Geri kalan vilayetleri ise Ermenistan, 1 Aralık tarihine kadar kademeli olarak terk edecek ve Azerbaycan’a teslim edecek.
Karabağ özerk bölgesi ise 1992 öncesindeki statüsüyle Azerbaycan’a bağlı olacak.
Ateşkesle birlikte üzerinde anlaşmaya varılan maddelerin hepsi, Azerbaycan yönetiminin 1992 yılından bu yana sürekli olarak dillendirdiği hedefleriydi. Şimdi bu hedef gerçekleşmiştir.
Onun için Karabağ Savaşı bu tartışmasız bir zaferle sona ermiş bulunuyor. Kardeş Azerbaycan halkını, ordusunu ve yönetimini kutluyoruz.

KARŞI PROPAGANDA
Şimdi çeşitli çevrelerden bu zaferin üzerine gölge düşürme çabalarının olduğunu görüyoruz. En başta dillendirilen, “asıl zaferi kazananın Rusya olduğu” propagandasıdır.
Gerçek şudur: Azerbaycan daha en başından itibaren Türkiye ve Rusya ile koordineli bir şekilde savaşı yürüttü. Putin başta olmak üzere Rus yetkililer savaş süresince devamlı olarak Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini açıkladılar.
Rusya bu savaşta açık olarak Azerbaycan tarafındaydı. Çünkü Rusya’nın, ABD ve Fransa tarafından kullanılan Paşinyan yönetiminden yana olması düşünülemezdi.
Nitekim daha önce Rusya inisiyatifinde ilan edilen ateşkeslerin Batı’ya yönelik birer aldatma hamlelerinden ibaret olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bir yandan taraflar bir araya getirilerek sözde ateşkesler ilan edildi ama öte yandan her ateşkesten sonra Azerbaycan Ordusu daha güçlü bir şekilde ilerlemesine devam etti.
Son ateşkes ve anlaşmanın ise her bakımdan farklı olduğu bellidir. Ermenistan yenilgiyi kabul etmiş, Azerbaycan’ın bütün istekleri karşılanmış ve hala işgal altında olan yerlerin boşaltılması bir takvime bağlanmıştır.
Ve çok önemli olan bir başka kazanım ise Nahçıvan ile Azerbaycan’ın bir kara koridoru ile birbirine bağlanması konusunda Ateşkes anlaşmasına konan maddedir.
Bu başarı Azerbaycan, Türkiye-Rusya üçlüsünün ortak başarısıdır. Azeri-Ermeni sorununu çözmek için arkada kalan 30 yıl boyunca inisiyatif alan Minsk üçlüsünden, ABD ile Fransa’nın dışlanmış olması, bu ülkelerin yerini Azerbaycan ile Türkiye’nin almış olması Rusya’nın olduğu kadar Azerbaycan ile Türkiye’nin de başarısıdır.
KAYBEDENLER
Karabağ savaşının kaybedenleri de bellidir: ABD, Fransa ve Paşinyan yönetimi.
Astana Süreci, 200 yıldan bu yana ilk defa bölgesel bir sorunun çözümünün; Batılı başkentlerde yapılan “barış” toplantılarıyla değil de bir doğulu başkentte, sadece bölge ülkelerinin katılımıyla sağlanması bakımından tarihi bir dönüm noktası adı oldu. Böylece Türkiye, İran ve Rusya; Suriye krizini emperyalist ülkeleri dışlayarak çözme yoluna gittiler ve büyük bir mesafe aldılar.
Astana Süreci bir kapı araladı. Suriye’de elde edilen başarıyı, 2017 yılında Kuzey Irak’ta Barzani’nin bağımsızlık girişiminin; Türkiye, İran ve Irak’ın ile elele vererek ezmeleri geldi.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mavi vatanını savunmada gösterdiği inisiyatif, Libya’da süren iç savaşın Türkiye’nin de dahil olmasıyla ve emperyalist ülkelere rağmen bugün çözüm yoluna girmiş olması ve son olarak da Kıbrıs seçimlerinde elde edilen başarı, bölgede artık emperyalistlerin borusunun öttüğü dönemin geride kaldığını gösteriyor.
Karabağ zaferi, bu gerçeği bir kez daha tescillemiş oluyor.
GERÇEKLER VE HAM HAYALLER
Bu tablo, Biden’ın başkanlık seçimini kazanmasından sonra, ellerini ovuşturarak kendilerine gün doğduğunu düşünenler açısından ibret verici derslerle doludur.
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Kıbrıs’ta ve Kafkasya’da devre dışı kalan, bütün girişimlerinde başarısız olan emperyalistlerin Türkiye gibi önemli bir ülkenin geleceğini belirlemede bundan böyle söz sahibi olabileceğini düşünenler ham hayal içindedirler.
Ve aslında böyle düşünenler, gerçekte Türkiye’nin içinde, kendilerini iktidara taşıyacak bir dinamiği temsil etmediklerini de itiraf etmiş oluyorlar.
Elbette bu tablodan Ak Parti iktidarının da çıkarması gereken önemli dersler vardır: Artık yeni bir dünyadayız. Yeni Dünyayı yükselmekte olan Asya şekillendiriyor. Türkiye yükselen Asya’nın önemli bir ülkesidir. Dolaysıyla Türkiye’nin Kırımdan Mısır’a kadar uzanan coğrafyada emperyalist devletlerin kışkırtması ile ortaya çıkan bütün sorunlarda Rusya, İran, Irak, Suriye ve Mısır gibi komşularıyla, tutarlı bir şekilde birlikte hareket etmesi hayati önem arz ediyor.
Türkiye, döviz fiyatları ve borsa oyunlarıyla dalgalanan kırılgan ekonomisinin, kendi aleyhine bir silah olarak kullanılmasını da ancak böyle bir tutarlı politika ile önleyebilir.
Özetle; Kafkasya’da Rusya, ABD ve Fransa üçlüsünün yerini; Rusya, Azerbaycan ve Türkiye (ve elbette İran) üçlüsü almıştır. Ermenistan’ın önünde, başındaki Sorosçu Paşinyan’ı atarak bu üçlüye dahil olmak dışında bir seçenek kalmamıştır. Böyle bir gelişme ise Kafkaslarda kalıcı bir barışın sağlanması anlamına gelecektir.

Devamını Oku

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; ABD Bir Kez Daha Kaybetti

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; ABD Bir Kez Daha Kaybetti
0

BEĞENDİM

ABONE OL

18 Ekim günü KKTC’de ikinci turu yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bir seçim olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Öncelikle yeni Cumhurbaşkanı sayın Ersin Tatar’ı, seçim zaferinden dolayı kutluyoruz.
İlk tur sonunda sayın Ersin Tatar oyların % 32.34’ünü, eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise oyların 29.84’ünü almıştı. Üçüncü sırada olan ve ikinci turda Akıncıyı destekleyeceğini açıklayan CTP adayı Ersin Erhüman yüzde 21.67, gene ikinci turda Akıncıya desteğini açıklayan Kudret Özersay yüzde 5.74 oy almıştı.
Sadece bu tabloya bakarak bir çok kişi, ilk turun sonuçlarından hareketle yüzde 60’a yaklaşan oy potansiyeli ile Mustafa Akıncı’nın, ikinci turda seçimi rahatlıkla alabileceğini düşünmüştü. Ama öyle olmadı, fena halde yanıldılar.
İlk turda kendi siyasi eğilimine uygun olarak oy kullanan Kıbrıs Türk seçmen, ikinci turda, bağımsız KKTC ile Rum kesimine bağlanmak, Türkiye’den yana olmakla Türkiye’ye karşı olmak, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile başını ABD’nin çektiği Batı ittifakı arasında Deniz yetki alanları mücadelesinde taraf olmak seçenekleri ile karşı karşıya gelince Parti farkları önemini kaybetti.
Kıbrıs Türkleri KKTC ve Türkiye’den yana olmak ya da ABD, AB, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’dan yana olmak seçeneklerine göre oyunu kullandılar. Kazanan KKTC ve Türkiye oldu.
KKTC’NİN TANINMASI
Şimdi KKTC’nin uluslararası alanda tanınması için kolları sıvamak zamanıdır. Bu konuda da en büyük görev Türkiye’ye düşüyor.
Türkiye’nin de bu konuda sonuç alabilmesi için, Suriye, Mısır ve Kırım politikalarını acilen gözden geçirmesi ve yanlışlarını düzeltmesi gerekiyor.
Şam ile el sıkışmak, Mısır’ın meşru hükümetiyle normal diplomatik ilişkileri yeniden kurmak ve Kırım’ın Rusya toprağı olduğu gerçeğini kabul etmek!…
Bu konularda atılacak doğru adımlar, KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasını kolaylaştıracaktır.
18 WKİM DERSLERİ
Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri dünyamızın ve bölgemizin içine girdiği yeni dönemi bir kez daha gözler önüne serdi.
Batı dünyasının, dünyanın hegemonu olduğu dönem geride kalmıştır. Mustafa
Akıncı, bundan dört yıl önce Batı’nın programını uygulamak hedefiyle ve Avrupa ve ABD’nin büyük desteği ile seçimi almıştı. Bu programı ne kadar uyguladı o ayrı mesele ama son beş yıl içinde, özellikle Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonucu bir daha seçilebilme olanağını kaybetmişti. Seçim sonuçlarıyla bunu gördük.
Ve bir kez daha gördük ki ABD ve Batı dünyası, artık bölgemizdeki gelişmelere yön verebilme kabiliyetini kaybetmiştir. Özellikle ABD’nin, son yıllarda peş peşe aldığı yenilgilerine yeni bir tane daha eklenmiştir.
Gelişmekte olan dünyada vatanseverlik yükselmektedir. Batı emperyalizminin
hegemonyacı politikalarına karşı milli devletlerin bağımsızlıklarına, egemenliklerine, doğal zenginliklerine ve ekonomilerine sahip çıkma ve kendi aralarında dayanışma eğilimi güçlenmektedir. Tatar’ın seçilmesi, Kıbrıs Türk halkının da bu eğilimin içine güçlü bir şekilde girdiğini göstermiştir.
Seçim sonuçları ile birlikte Kıbrıs Türk halkı, Türkiye ile daha sıkı dayanışma ve
birlik yönünde iradesini ortaya koymuştur. Ve bugünün koşullarında Türkiye ile birleşmek, yükselen Asya ile birleşmektir. Kıbrıs Türk’ü AB pasaportuna “Hayır” demiştir.
Sayın Ersin Tatar’ın kazanması ile birlikte Türkiye Doğu Akdeniz’de deniz yetki
alanları konusunda yürüttüğü mücadelede çok önemli bir avantaj elde etmiştir. Türkiye, şimdi önümüzdeki dönem daha da şiddetleneceği belli olan bu büyük mücadelede çok önemli bir mevzi ele geçirmiştir.
Kıbrıs seçimlerinin Türkiye’nin iç siyaseti açısından en önemli dersi ise, ABD’ye
ve Avrupa’ya bel bağlayarak iktidar olma hesabı yapanların ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarının ortaya çıkmış olmasıdır. Kafkaslardan Kıbrıs’a, Doğu Akdeniz’e ve Suriye’ye ve Kuzey Irak’a uzanan geniş bir alanda, emperyalizm ile karşı karşıya geldiğimizi gören millet nihai kararını buna göre vermektedir. Onun için iktidarın çeşitli alanlarda yaptıkları yanlışlara ve bu yanlışlara karşı yükselen halk tepkisine bakarak, Batı’nın da desteği ile iktidar olacakları hesaplarını yapanlar fena halde çuvallamaya mahkûmdurlar.
Halkımız, bağımsızlığın, ülke bütünlüğünün ve milli birliğin olmadığı koşullarda yaşama hakkı başta olmak üzere en temel hakların ortadan kalkacağını, hem kendi tecrübesinden hem de dünyanın dört yanında yaşananlardan biliyor.
Onun için ülke içindeki olumsuzlukların doğurduğu tepkiler ve öfkeler önemlidir ama belirleyici değildir. Kıbrıs seçimleri, bu gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Devamını Oku

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; ABD Birleşmiş Milletlere Ev Sahipliği Yapamaz

Mehmet Bedri GÜLTEKİN;   ABD Birleşmiş Milletlere Ev Sahipliği Yapamaz
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Donald Trump son üç ay içinde Dünya Sağlık Örgütü ile ilgili olarak yaptığı çelişkili açıklamalarını, nihayet ayrılma kararını verdiklerini söyleyerek sonlandırdı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreter sözcüsü Stephane Dujarie de, ABD’nin söz konusu talebinin kendilerine iletildiğini açıkladı. Prosedüre göre bir üye devletin, Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılabilmesi için en az bir yıl önce isteğini iletmesi gerekiyor.
ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılma kararı, bir ülkenin uluslararası bir kuruluştan ayrılma kararı vermesinin çok ötesinde anlamlar yüklüdür.
Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bir uluslararası kuruluştur. UNESCO, UNICEF, ILO, (Uluslararası Çalışma Örgütü), UNHCR (Mülteciler Yüksek Komiserliği), WTO (Dünya Ticaret örgütü), FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) gibi. ABD’nin başlattığı DSÖ tartışmasından sonra Mayıs ayında bir araya gelen BM üyesi 140 kadar ülke, Dünya Sağlık Örgütü’nü desteklediklerini açıkladılar. ABD’nin böylesi bir kuruluştan ayrılma kararından sonra gündeme gelen soru şudur: Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılan ABD, Birleşmiş Milletlere ev sahipliği yapmaya devam edecek midir?
Daha doğrusu yukarıdaki soruyu şöyle sormak gerekiyor: Mesele, bağlı bir kuruluşa üye olup olmama konusunun ötesine taşmıştır. ABD, bu durumda, günümüz dünyasının en önemli uluslararası kuruluşu olan Birleşmiş Miletlere ev sahipliği yapabilecek doğru ülke midir?
KISA TARİHÇE
Uluslararası örgütler, bir tek dünya ekonomisinin ortaya çıktığı emperyalizm çağının ürünüdürler. Emperyalizm sermaye ihracı ile bütün dünyanın üretim ilişkilerini değiştirdi ve tek bir ekonomi haline getirdi. Bu gelişmenin üst yapıdaki yansıması uluslararası örgütlerin ortaya çıkması ve uluslararası kurumsal etkinliklerin de giderek yaygınlaşması oldu. Uluslararası bir etkinlik olarak ilk olimpiyatlar, 1896 yılında Atina’da düzenlendi. Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1920 yılında Cenevre’de kuruldu. Aradan geçen yüzyılın ardından bugün, artık akla gelebilecek her şeyin aynı zamanda bir uluslararası boyutu vardır: İdeolojik, politik, ekonomik, kültürel ve örgütsel olarak akla gelebilecek her şeyin!…
20. yüzyılın başında Dünyanın “merkezi”, tartışmasız bir şekilde “Düveli Muazzama”nın üzerinde bulunduğu topraklar, yani “Batı”ydı. “0” no’lu meridyen Londra’dan geçiyordu. 19. Yüzyıl ile birlikte Dünya’nın her tarafı, Batı merkez olmak üzere yeniden adlandırılmıştı. “Orta Doğu”, “Yakın Doğu”, “Uzak Doğu” ye da “Uzak Asya” vb. Bütün bu adlandırmalar, kendilerini Dünyanın merkezi olarak görenlerin yakıştırdığı isimler olarak ortaya çıktılar.
Aynı şekilde 19. Yüzyılın başından itibaren dünyanın neresinde bir sorun çıksa, “çözüm” için bir Batılı merkezde ilgili taraflar oturur ve konuşurdu. Bundan dolayı Milletler Cemiyeti’nin yeri doğal olarak bir Batıdaki bir merkez olacaktı! İsviçre’nin seçilmesinin nedeni, birbiri ile rekabet halindeki çok sayıdaki “Batılı” ülkenin itiraz edemeyecekleri bir yer (tarafsız ülke) olmasıydı.
Milletler Cemiyeti 18 Nisan 1946’da Cenevre’de yaptığı son toplantıyla varlığını sona erdirdi. Yerine kurulan Birleşmiş Milletlerin merkezi ise Amerika (New York) oldu. Aradan geçen 30 senenin ardından köprülerin ardından çok sular akmıştı. “Düveli Muazzama”nın yerinde yeller esiyordu. Yüzyılın başında Batı dünyasında birbiri ile liderlik rekabeti içinde olan yarım düzine kadar ülke varken bu sefer ABD tartışmasız tek lider konumuna yükselmişti ve dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücüydü. Onun için Birleşmiş Milletlerin yeni ev sahipliği için artık “tarafsız ülke” örtüsüne gerek görülmemişti.
ABD, dünyanın yeni “merkeziydi.” Herkes de bunu böyle kabul etti ve Birleşmiş Milletlerin kuruluş bildirgesi, 26 Haziran 1946 tarihinde ABD’nin San Fransisko kentinde toplanan 50 ülke tarafından kabul edilerek açıklandı. Merkez New York oldu. Bugün toplam olarak 194 ülke BM üyesidir.
DÜNYANIN MERKEZİ YENİDEN DEĞİŞİYOR
Dünyamız bugün artık 1945 yılının dünyası değildir. “Köprülerin altından akan su miktarı” şimdi 20. yüzyılın ilk yarısından çok daha fazladır. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi artık Batı değil Doğu’dur. Avrupa, ABD’den kopmakta ve Asya ile ilişkilerini güçlendirmektedir. Nitekim Başbakan Angela Merkel, Trump’ın DSÖ’ye yönelttiği saldırıların ardından, Almanya olarak Örgüt’e desteklerini açıklamıştı. Yani ABD, her alanda yalnızlaşmaktadır. Askeri bakımdan yenilgi üzerine yenilgi almaktadır. Afrika’nın ekonomik bakımdan en büyük ortağı şimdi Çin’dir. BRICS, ŞİÖ ile birlikte Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı birleştiren merkezler olarak öne çıkmaktadırlar. Vb. vb.
İşte bu koşullarda insanlığın gündemine girmiş olan soru şudur: Birleşmiş Milletler gibi günümüz dünyasının en önemli uluslararası örgütünün bulunduğu yer, ABD gibi hegemonya peşinde koşan bir emperyalist ülke olabilir mi? Üstelik bu ülkenin kendisini, askeri zorla dünyanın geri kalanına dayatabilme olanağı da ortadan kalkmışken…
Emperyalizm, insanoğlunun bizatihi kendisine ve doğaya karşı, tarihin tanık olmadığı ölçülerde yıkıcı olan bir sistemin adıdır. Ve dünya halklarının emperyalist sisteme daha fazla tahammül edemeyecekleri bugünden belli olmuştur.
Emperyalistlerin uluslararası kuruluşları, dünya üzerinde hegemonyalarını kurmak için basit bir araç olarak kullanmalarına müsaade edilemez. Dünya Sağlık Örgütü üzerinden yürütülen tartışmalar bu bakımdan son derece öğreticidir.
BM NEREDE OLMALI?
Öte yandan BM gibi bütün dünya milletlerinin temsil edildiği bir kuruluşun nerede olması gerektiği veya dünyanın hangi bölgesinin böyle bir kuruluşa ev sahipliği yapmasının daha uygun olacağı konusuna farklı bir perspektiften bakmakta yarar vardır.
İki milyon yıla yakın süren Eski Taş Çağı’nın ardından insanoğlu, Batı Asya’da tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirerek tarıma ve hayvancılığa geçti. Böylece doğanın basit bir bileşeni olmaktan çıkarak doğaya bilinçli olarak müdahale etmeye ve değiştirmeye başladı. Yaklaşık 15 bin yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Bu 15 000 yılın son 500 yılı hariç geri kalan tarihin tamamında Batı Asya, insanlık tarihinde hep öncü rol oynadı. Son dört bin yılında ise Mısır, Hindistan ve Çin ile birlikte “öncülüğü” paylaştı.
Şimdi Asya insanlığın tarih içindeki yürüyüşünde yeniden öncü konuma geçmektedir. ABD ise bu yürüyüşte, hızla kenardaki bir ülke durumuna düşmektedir. Bu koşullarda ABD’nin BM gibi bir kuruluşa ev sahipliği yapması doğru değildir.
Önümüzdeki on yıllarda Bölge ülkelerinin tarihin büyük bölümünde olduğu gibi yeniden bir araya gelerek Batı Asya Birliği’ni oluşturacaklarını göreceğiz. Bu durumda Asya, Avrupa ve Afrika’nın tam ortasındaki konumu ile Batı Asya, gerçekten “dünyanın merkezi” olma konumunu hak edecektir. Ekonomi, kültür, siyaset, askeri güç vb. akla gelebilecek hemen her konuda…
Bu durumda, Göbeklitepe’nin, Çatalhöyük’ün, Halaf’ın, Tell Brak’ın, Uruk’un, Hattuşaş’ın, Babil’in, Ninova’nın, Memfis’in, Persepolis’in, Kudüs’ün, Mekke’nin, İstanbul’un, Ankara’nın, Kahire’nin, Şam’ın Bağdat’ın ve Tahran’ın bulunduğu topraklar; Birleşmiş Milletler gibi bütün dünyanın milletlerini bir araya getiren bir kuruma ev sahipliği yapmaya en uygun topraklar olacaktır.

Devamını Oku

Mehmet Bedri GÜLTEKİN; Derviş

Mehmet Bedri GÜLTEKİN;  Derviş
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tarih boyunca hiçbir uygarlık, çevresine salt kaba kuvvetle yayılmadı. Etki alanına giren halklara yönelik ideolojik, siyasal, ekonomik, toplumsal vb her alanda daha iyi bir dünya vadetmesi ve bu iddia doğrultusunda attığı adımlar, yaptığı çalışmalar; söz konusu uygarlıkların çevresine doğru yayılmasını mümkün kıldı.
Her uygarlığın bu misyonu üstlenen gönüllüleri, “fedaileri” oldu.
İslam dünyasında Derviş geleneği böyle bir anlayışın ürünüdür. Irak kökenli Sufi dervişler ve Horasan kökenli Melami dervişleri, aralarındaki bazı farklara rağmen temelde aynı işlevi görmüşlerdir. İslamiyetin girdiği yeni alanlarda, orada yaşayan halkla temasa geçerek; alçakgönüllülükleri, sade yaşayışları ve ellerinden geldiğince herkese yardımcı olmalarıyla gönüllere girmişler, deyim yerindeyse kalpleri fethetmişlerdir.
Tarihçiler, Orta Asya’dan Anadolu’ya 10. ve 13. yüzyıllar boyunca süren Türk kavimlerinin göçleri sonucunda toplam olarak 500 bin ila 1.5 milyon arasında insanın gelmiş olduğunu söylerler. Aynı dönemde Anadolu’nun toplam yerli nüfusu 7 milyon kadardır. Türk göçü sırasında kitlesel katliamların veya Anadolu’dan başka coğrafyalara toplu göçlerin olmadığını biliyoruz. Tarihi gerçek şudur ki, Anadolu’da yaşayan yerli nüfusun çok önemli bir kısmı geçen yüzyıllar içinde İslamiyeti kabul etti ve Türkleşti. Bu değişimin gerçekleşmesinde Hacı Bektaşı Veli, Yunus Emre gibi “Dervişan-ı Rum” (veya Abdalan-ı Rum – Gaziyan-ı Rum) olarak adlandırılan Anadolu dervişlerinin tayin edici bir katkısı oldu. Dervişleri, “hırka altındaki sultanlar” olarak tanımlayan ve dergâhının kapısını kim olursa olsun bütün insanlara açan Mevlana’yı da hiç şüphe yok “Dervişanı Rum” içinde saymak gerekir.
Sarı Saltuk, Seyyid Ali Sultan, Ali Koç Baba, Gül Baba, Demir Baba gibi “72 milleti bir gören” dervişlerin de Balkanların Müslümanlaştırılmasında büyük rolleri oldu.
İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde “Derviş” şöyle tanımlanıyor: “Hakiki derviş yoksuldur. Bir hırka, bir lokma ile yetinir, kendi kendine yeterlidir. Miskinliğiyle övünür, ancak yoksulluğunu hiçbir zaman çıkar sağlamanın bir aracı olarak görmez… el emeği ve alınteriyle geçinir. Gönlü zengin eli açıktır. Zengin bile olsa servet gönlünde değil elindedir. Herkese yardım eder, uğradığı haksızlıklara tahammül gösterir, bütün insanları sever. Dövene karşı elsiz, sövene karşı dilsizdir. Yaratandan dolayı yaratılanı hoş görür. Yetmiş iki millete bir gözle bakar, günahkâr insanlardan yüz çevirmez, edepsizlerden bile edep öğrenmeyi bilir. Sa’di’nin deyimiyle Derviş, gönül ehlidir, Allah adamıdır. Çiğnendikçe daha iyi ürün veren toprağa benzer. Sevimli ve güler yüzlüdür, soğuk tabiatlı ve asık yüzlü değildir. Herkesi anlamaya ve derdine deva bulmaya çalışır. Ermiş ve ergin bir insandır. Dervişin eli, gönlü ve bedeni boştur. Elinde mal, gönlünde mal edinme arzusu bulunmaz, bedeniyle günaha girmez.”
Dervişlerin en önemli özellikleri sürekli gezmeleridir. Gezmenin amacı çile çekmek, nefsi zorluklara alıştırıp eğitmek, bilgili ve iyi hal sahibi kişilerle görüşüp kendilerinden faydalanmak ve elbette inançları doğrultusunda kitlelere propaganda yapma olanağını elde etmektir. Onlar, Mao Zedung’un deyişiyle “halkın hem öğrencisi hem de öğretmenleridir.”

MİSYONERLİK VE DERVİŞLİK
Anadolu’da dervişlerin yaptığını, Afrika’da “murabıtlar” yaptı. Öyle olduğu içindir ki sömürgeci hakimiyetin önlerini açtığı Hristiyan misyonerlerin bütün çabalarına rağmen İslamiyet, Afrika kıtasında, 20 yüzyılın sonlarına kadar yayılmaya devam etti.
İslamiyet’te dervişlerin oynadığı rol ile kapitalist sömürgecilikle başlayan Hıristiyan misyonerliği birbirine karıştırmamak gerekiyor. Hıristiyan misyonerlerin esas görevi, sömürgeciliği yerli hakların nezdinde meşrulaştırarak boyun eğmelerini sağlamaktı. Jomo Kenyatta’nın meşhur deyişiyle “Beyaz adam geldiğinde, bizim topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı.” Hıristiyan misyonerler Afrika’da, gerçek anlamda “toprak ile İncil’in el değiştirmesi” işini üstlendiler.
Dervişler ise gittikleri topraklarda ikna ettikleri ve kazandıkları insanı kendilerinden yaptılar. Aralarında en ufak bir ayrım olmadı.

SON DERVİŞLER
Anadolu derviş geleneğinin son temsilcileri 1960’lı yıllardan sonra Türkiye’de hızla gelişen devrimci örgütlenme içinde profesyonel devrimciliği seçerek Anadolu’nun dört bir yanına dağılan gençler oldu. 1970’lerin profesyonel devrimcileri, gerçekten son derece sade bir şekilde yaşadılar. Gittikleri gecekondu mahallelerinde ve köylerde yaşayan insanların hayatlarını paylaştılar. Fedakâr, kendileri için bir şey istemeyen ve hiç tanımadığı insanlar için gerektiğinde hayatlarını feda etmeyi bir erdem olarak gören devrimciler kuşağıydılar. Bu devrimci kuşak elbette 20. Yüzyılda dünyanın başka köşelerinde gerçekleşen devrimlerden (Rusya, Çin, Küba, Hindiçini vd.) etkilenmişti ama yaşadıkları hayat, kesinlikle yüzlerce yıldır Anadolu topraklarında süregelen derviş kültürünün ürünüydü. Onun için onları Anadolu Derviş geleneğinin son temsilcileri olarak anmak yanlış olmayacaktır.
Derviş’in kim olduğunu Yunus’tan dinleyelim:
Dervişim diyene/Bu yolda hiç ar olmaz Derviş gönülsüz olur/Sövene dilsiz olur
Derviş olanın gönlü/Çok geniştir dar olmaz Dövene elsiz olur/Kimseden bizar olmaz

Derviş bağrı taş gerek/Gözü dolu yaş gerek Derviş ise bir kişi/ Bulunmaz onun eşi
Koyundan yavaş gerek/Kimseye kızar olmaz İyi geçinmek işi/Arada ağyar olmaz

Dervişin yok kimsesi/Yoksulluk sermayesi Er elini almışsa/Ona gönlünü vermişse
Miskinlikten gayrısı/Ona asla yar olmaz İkrar ile gelmişse/Gayrı hiç inkâr olmaz

Yunus gördün sen eri/Bırak başka her piri
Bozma girdiğin yeri/Bunda tarumar olmaz

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.