“Karşıt fikirlere engin hoşgörülüydü. Muhalif bir milletvekilini kendisine şikâyet ettiklerinde namus kriterini izah ediyordu:
– O mebusun muhalefetine katlanın, çünkü namuslu adamdır, diyelim ki onu bertaraf ettiniz, yerine hem muhalif hem namussuz biri geldi, ne yapacaksınız…diye soruyordu.
***
Meclis’te muhalefet olmasını özellikle teşvik ediyordu.
– Meclis’i oyun olsun diye mi kurduk, bilâkis fikir ve kanaatlerini açıkça söylesinler diye kurduk, elbette tenkit edecekler, tenkit de vazifedir, niçin sinirleniyorsunuz, yoksa kendinizden emin değil misiniz, icraatınızda müdafaa edemeyeceğiniz noktalar mı var…diyordu.
***
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde az daha öldürülecekti. Aralarında milletvekillerinin de bulunduğu suikast şebekesi Lâz İsmail ve Gürcü Yusuf isimli tetikçileri İstanbul’dan Ankara’ya getirtmişti, ceplerine bol miktarda para konulmuş, Parabellum marka tabancalar verilmişti. Tetikçiler misafir davetiyesiyle Meclis’e girip dinleyici sıralarında oturumları izliyormuş gibi görünürken keşif yapıyorlardı. Dinleyici sıralarından Gazi’nin oturduğu yere olan mesafeyi ölçüyor, fırlatacakları bombaların etki alanını hesaplıyorlardı. Silâhlı pusu plânı da yapmışlardı. Çankaya Köşkü’nün etrafında Mustafa Kemal’in sık sık geldiği Ankara Kulübü’nün etrafında, sürekli kullandığı güzergâhlarda inceleme yaptılar. Saldırıdan sonra kaçıp saklanacakları çiftliği bile belirlemişlerdi. Neyse ki kuvvacıların kulağı delikti. Bu iki tuhaf kişinin habire Meclis’e gelmeleri, bazı milletvekilleriyle fısır fısır konuşmaları, hep aynı milletvekillerinin evlerine girip çıkmaları şüphe uyandırdı. Gölge gibi takip başlatıldı. Suikast şebekesi huylandı, baskın yiyeceklerini anladılar, plânı iptal ettiler. Tetikçiler apar-topar İstanbul’a gönderildi.
***
Aynı ekip 6 yıl sonra İzmir’de sahneye çıktı. Mustafa Kemal’in içinde bulunduğu makam otomobiline İzmir Kemeraltı’da bombalı saldırı plânladılar, karşılıklı iki dükkândan bombaları atacaklar, üstüne çapraz ateş açacaklar, yan sokakta bekleyen otomobille Urla tarafına kaçıp balıkçı motoruyla Sakız adasına geçeceklerdi, gene beceremediler.
***
Amerikalı gazeteci Clarence Streit, Public Ledger gazetesinin muhabiriydi, ki aslında Amerikan ordusunun istihbarat elemanıydı. M. Kemal’le direksiyon binasında röportaj yaptı, gözlemlerini detaylı rapor haline getirdi, gazetesinde haberleştirdi. Aynen şu cümleleri kullandı:
– Diğer devlet başkanlarında gördüğümüz şaşaa ve merasimin hiçbiri Mustafa Kemal Paşa’da yoktu, çok az insan beni bu kadar etkilemiştir, insanların onun uğrunda ölmek isteyeceği tipte bir adam, samimi bir demokrat. Batı ona diktatör gözüyle baktı. Bu adamlar karşılaşmak ve onu gündelik hayatın içinde görmek diktatör iddiasının saçmalık olduğunu fark etmek için yeterlidir. Meclis’in yasalarına bağlıdır, ABD Başkanı’nın veto hakkına bile sahip değil. Bütün gücünü demokratik temeller için kullanıyor. Nasıl diktatör? Ankara sokaklarında yalnız yürüyebiliyor, halkın arasında, rastlaştığıyla konuşuyor, şakalaşıyor. Sakin bir özgüvene sahip, gücünün farkında fakat kibirli değil. Onunla görüştükten sonra yurttaşlarının ona neden bu kadar inandığını, sözlerinin neden bu kadar itibar gördüğünü anladım.
***
O dönemde Ankara’dan Washington’a gönderilen Amerikan istihbarat raporlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tek blok olmadığı, üç gruba ayrıldığı ifade ediliyordu. Birinci grup Mustafa Kemal’e gönülden bağlı olan, Mustafa Kemal gibi düşünen kuvvacılardı. İkinci grup padişahın maşası, saltanatın devamını isteyenlerdi. Üçüncü grup, aslında demokrasi ve padişahlık arasında herhangi bir tercihi olmayan, sadece maddi menfaat için mebus olanlardı”.
(Yukarıdaki yazı Yılmaz Özdil’in Sözcü gazetesindeki köşesinden alınmıştır).
***
Dünkü iktibasımızda Mustafa Kemal’in Meclis’e geldiğinde hep Diyap Ağa’nın yanına oturduğu belirtilmişti. Kimdir bu Diyap Ağa diye sorarsanız, şu anda ünlü bir ses sanatçısı olan Halûk Levent’in dedesidir.
Av. Fuat VEZİROĞLU ATATÜRK VE… (III)
