Durmuş Efendi gördüğü arsenal karşısında şaştı kaldı. “Nereden buldunuz bu kadar silahı” diye tekrarladı durdu.
Nihayet babam dayanamayıp, kızarak “Efendi, üzümü ye bağını sorma işte” dedi.
Ondan sonra Durmuş Efendi ağzına silah lafını almadı. Almadı ama ben içerlendiğini babamı ve beni rapor edip kötü göstereceğini yaşadığım gibi biliyordum.
Nitekim öyle de oldu.
Aradan iki ay geçmeden Temmuz başlarında 1 Temmuz’da 1964 idi sanırım , Ahmet telefonda yine bir konuşmaya şahit oldu. Bu defa Kalavason’daki tümen her şeyi ile saldıracaktı. Elimizdeki silahlar onlar için tehditmiş. Heraklios bas bas bağırıyordu.
Bahçalardan, köyün güneyindeki düzlükten tank ve zırhlı araçlarla saldıracaklardı. Plan büyüktü.
Hemen okula giden hendeği genişlettik.
Yaz olmasına rağmen okul açıktı. Karar verdik. Okulda sınıfta iken tabanca patlattık. Güya tehlikelidir diye okulu kapattık. Çocukları emniyete aldık.
Köyün güneyindeki ovaya tüp gaz ,benzin, araba yakıtı dolu teneke kutular gömdük. Tüplere ve benzin dolu tenekelerin üstüne patlamayan el bombaları bağladık. Bombaları uzaktan görünsün diye kırmızıya boyadık. Örttük, gizledik. Uzaktan piyade ile ateş ederek bombaları patlatacaktık.
Helli Dayı, İbsaronun ( alçı madenin) cephaneliğini basıp dinamit almayı teklif etti.
Basmaya basardık da işleri kötüleştirmekten başka iş yaramazdı.
Onun da yolunu bulduk. Beş evli dinamitle balık avlayan Karakuş isminde biri vardı.
Karakuş Dayı çolak bir elini, sağ elini dinamite itirmiş biri idi. Tutuğu balıklardan üç desteyi İbsaronun müdürüne, baş ebistada götürdü. Yerine bir kasa lokum aldı. O da olsundu. Hiç yoktan iyi idi.
Bir gaz tüpüne bir galon benzin ve kırmızıya boyanmış iki el bombası bağladık.
Düzeneği köy dışında okulun ardındaki mandralardan uzakta bir harup ağacının sakına gömdük.
Bu defa biz Rum muhtarını ve adamlarını davet ettik.
Geldiler. Onlara “Gelin size birşey göstereceğiz” dedik.
Onlar da meraklandı. İzaz ikramdan sonra onları devasa harup ağacını iyice görecekleri ağaçtan en az 500 metre uzağa durdurduk.
Latif, Sadi,Yusuf üçü birden harup ağacı altındaki düzeneğe piyade ile görülmeden ateş ettiler.
Rum heyeti ilkin silah sesinin geldiği yana döndü. Ardından kulakları sağır edici bir gürültü patlama sesi duyuldu. O koca harup ağacı ateş topu içinde kaldı. Çıra gibi yanıyordu.
Babam söz aldı. “Bu köye saldıradcaklarını, tank ve zıhlılarla saldıracaklarını duyduk” dedi.
Rum muhtarı şaşkın şaşkın “Nasıl olur” diye sordu.
Babam, “Başkaları bu köyün kaderini tayine çalışırsa, saldırmalarına müsaade ederseniz, çatışma kanlı olur. Dikkatli olun. Elimizde böyle tankları yok edecek silahlar da var. Merak etmeyin. Gerekirse kullamakta çekinmeyiz” dedi.
Rum muhtarından ses çıkmadı. Önüne bakıyordu.
İkinci felaketi de böylece savdık.
Rum Muhtarı ve İhtiyar heyeti saldırının olmayacağına söz verdi.Onları uğurladık. Derin bir nefes aldık.
***
Durmuş Efendi kendine sorulmadan haberi olmadan işler olduğu için rahatsızdı. Bunu defalarca dillendirdi.
Bir gün Ahmet, yine telofonda Heraklios un konuşmasının dinledi.
Heraklios idareyi kendi alacak, ne yapıp Türkleri yola getirecekti.
15Temmuz’da yüklenecekti. 14’ünde gece Taşkent’e geleceğini söylüyordu.
Durmuş Efendi haberi duyunca başını saçını yolmaya başladı. Dövünüyordu,rahatsızdı.Kafadar onu yatıştırmaya uğraştıysa da o “ah-vah” çekiyor huzursuzluğunu belli ediyordu.
Merkezle haberleşildi. Gerekirse merkezden yardım gelecekti. Otuz kişilik tam tesisatlı bir takım.
Ek mevziler yaptık. RPG’nin birini okula mevzılendirdik. Okul mevzilerinin karşısına da bir bazuka.
Rumların en kuvvetli, en büyük mevzisi, köyü tamamen altına alan, köyün solunda, Batı tarafında kilisenin üstündeki tepedeki idi.
Büyük bir ihtimalle harekat oradan idare edilecekti. Biz bazuka, bir breni ve elinizdeki tek PK’yi de o mevzinin karşısına yerleştirdik. Takarev 38’ları ve bir SVT 40’ı o mevzinin karşısına yerleştirdik. Emin olmadan ateş edilmemesini salık verdik.
Bir plan yaptık. 14 gecesini 15 Temmuz’a bağlayan gece sabah beş de mevziyi basacaktık.
Kafadar, Sadi, Yufuf, Ahmet, dördü mevziyi teslim almaya çalışacaktı. Durum, Durmuş Efendiden gizlendi. Bu işe ben gitmeyi istedimse Kafadar “Sen kafi derecede yaptın, bırak birazda bu işte bizim tuzumuz olsun” diye karşı çıktı.
14 Temmuz saat üçte hepimiz sarıldık helallaştık, onları uğurladık.
***
Haber gelmisti, Bahçalarda dört tank, üç zırhlı araç görmüş çobanlar. Mermer dağı ve yol, İsgarino yolu, Luşa yokuşu asker kaynıyormuş. Niyetleri hakikaten fena idi.
Merakla bekleyiş başladı. Şafak söktüğünde tepedeki direkte Yunan bayrağı ile Bizans bayrağının dalgalandığını, onların yanında Kalavason Tümenin forsu olduğu görüldü.
Savaş ha başladı ha başlayacaktı derken, Mevzideki direklerden bayrakların indirildiği görüldü. Az sonra da direğe Türk bayrağı çekildi.
Durmuş Efendi şaşırdı . Nasıl olurdu? Bir yanlışlık olmalıydı. Yardım mı gelmişti onun haberi olmadan, ne?
Saat beşe doğru ortalık ağarırken Ahmet ile Yusuf on esirle çıkageldi.
Yedi Mücahit alarak geri gittiler.
Dağdaki Rum mevzisine sessizce sızmışlar, bir nöbetçiyi yaralayıp ekarte etmişler. Diğer askerler de ses etmeden teslim olmuş. Rum böyle bir saldırıyı hiç tahmin etmiyordu.
Hazırlıksız yakalandı.
Esirlerin içinde bizi şaşırtan biri vardı Turist kıyafetli. renkli gömleği , kısa pantolonlu, hasır Meksika şapkalı biri. Bu adamı binbaşı Heraklios olduğunu bilmiyordum. Bilmiyorduk. O zaman , bilmiş olsam ne yapar yapa itin canına okurdum.
Çocuklar, 2 K 43, iki RPG, bunlara ait 4 kasa mermi, iki tane PN makineli 7.62 x39 mm Rus makinelisi. üç MP 40, Zivastava 7.62 x25 mm TT kopyası tabanca, dört tana de Slovak, Yugoslav M 57 , piyade 793×57 mm piyade tüfeği getirdi. Üç colt tabanca, ve bu silahlara ait değişik boyda on beş kasa mermi üç kasa Amerikan , iki kasa Rus el bombası taşıdılar. Bu arsenal gücümüzü ikiye katladı.
Saat on bire doğru, Rum muhtarını ve bildiğimiz kişileri bizim tarafa davet ettik. Onlara esirleri ve silahları gösterdik. Sulh anlaşması yapmalarını önerdik.BM ,İngiliz gözetiminde bizimle anlaşma imzalarlarsa esirleri geri vereceğimizi, mevziyi de terk edeceğimizi söyledik.
Saat on ikide çan çalmaya başladı. Saat bire doğru, Kalavason polis komutanı dahil bir heyet bize geldi. Anlaşma imzalandı.
Esirleri geri verdik, mevziyi de. Silahlar bizde kaldı.
Durmuş Efendi bile memnundu. Olanları duyunca bir o kadar daha memnuniyet getirdi.
Ama ben, onun bir halt çevireceğini yaşadığım gibi biliyordum.
Üçüncü tehlikeyi da savdık. Ama bu sonumuz oldu. Emir geldi babam ve ben,Tatısu ya geri tayin Olduk.
Biz,Tatlısu’a intikal edince Yusuf ve Latif de bizimle geldi. (SON)
Taşken Köyünde (13)
