DOLAR 35,0741 0.1%
EURO 36,6457 0.73%
ALTIN 2.952,071,10
BITCOIN 3585661-2,45%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Denktaş’ın TMT anıları… “TMT’nin gerçek kuruluş  tarihi Kasım 1957’dir”
  • Kıbrıs Volkan
  • Yazarlar
  • Denktaş’ın TMT anıları… “TMT’nin gerçek kuruluş tarihi Kasım 1957’dir”

Denktaş’ın TMT anıları… “TMT’nin gerçek kuruluş tarihi Kasım 1957’dir”

ABONE OL
03 Ağustos 2020 09:03
Denktaş’ın TMT anıları… “TMT’nin gerçek kuruluş  tarihi Kasım 1957’dir”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

NACAK GAZETESİ- EOKA,1955 Nisan ayında faaliyete başlamıştı. Enosise karşı olan herkes EOKA’nın hedefiydi. Kıbrıs Türkleri Enosise karşıydı. EOKA’ya göre su ile ateşin bir arada olmaları mümkün olmadığından Türk ile Rum’un da bir arada olması , işbirliği yapması olanaksızdı.
Ben savcılıkta EOKA’nın her türlü faaliyetlerini , planlarını zaman içinde gizli dosyalardan ve polise intikal eden dosyalardan elde ediyordum. Bunları değerlendirerek Dr. Küçük’e ve onun kanalıyla Türkiye’ye duyuruyordum.
O güne kadar silahsız halk, sokak ve mahalle müdafaası için bir araya geliyor, gençler çeşitli isimler altında gruplaşıp EOKA’ya karşı bir direniş oluşturmaya çalışıyordu. Fakat bunlar amatörce yapılan işlerdi. EOKA, yer altı teşkilatı kurup, idare etmede uzman bir Yunan albayının sevk ve idaresindeydi. Yunan Genel Kurmayı’na bağlıydı. Eylemleri belirli bir siyaseti desteklemek için yapılırdı. Siyasi liderlik ile bu vurucu kuvvet arasında bir bağlantı vardı. Her hareket, her açıklama bir hesaba göre yapılıyordu.
BİZ DE TAM BİR KEŞMEKEŞ VARDI
Bizde ise durum tam bir keşmekeş içindeydi. VOLKAN adı altında teşkilatlanmış bazı kişiler Dr. Küçük ile temas eder ve Rumların bize yaptıklarına karşı eldeki olanaklarla gösterişe geçer veyahut Türk bölgesindeki bir Rum dükkanına zarar yapardı. Bu eylemler belirli bir siyasete uygun şekilde ve siyasi liderlikle koordine edilerek yapılmadığı için de, çoğu kez zararlı olurdu. VOLKAN’ı oluşturan arkadaşlar arasında bu keşmekeşin bu şekilde devam edemeyeceğini teslim edenler de vardı. Bunlarla konuştukça “birşeyler yapılması” gereğini görüyordum. Dr. Küçük de bu görüşteydi. Fakat ne yapılabilirdi? Gece gündüz bunu düşünüyorduk. Günler geçip olaylar yoğunlaştıkça acayip durumlarla karşı karşıya kalıyorduk. Mesela, Rumlar bir Türk öldürüyor, gençler galeyena gelerek yürüyüşe geçiyor, yürüyüş birden bire Rum mallarını yakma şekline dönüşüyordu. Tam o sırada bir İngiliz Polis subayı Dr.Küçük’e gelir “bu işi lütfen yatıştırınız” der, Dr. Küçük de polis jeepine binerek halk arasında gezer, itidal telkin eder, halkı dağıtırdı. Halk da Dr. Küçük’e olana saygısından dağılırdı. Veyahaut yapacak başka bir işi kalmadığı için dağılırdı. Fakat resmi makamalar indinde Dr. Küçük’ün emri ile başlatıldığı zannedilen bir olay, Dr. Küçük’e müracaat etmekle durdurulabiliyordu. Ve olaylar yayılıp Türklerin reaksiyonları da yoğunlaştıkça “Dr. Küçük eşittir VOLKAN” görüntüsü reaksiyonların değerini yok ediyor, değerlendirme hatasına neden oluyordu. İngiliz idareciler bu nedenledir ki, 1958 ocak olaylarına kadar Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs’ta gerçekten hak iddiasında bulunduklarına ,inanmak istememişti.
AV TÜFEKLERİ
Etkisiz, silahsız, siyasi direktiften yoksun bir teşkilatın ciddiye alınmadığı aşikardı. Gün geldi, İngiliz idaresi bir gecede tüm av tüfeklerini topladı. Rumlar bu karardan erken haberdar oldular ve EOKA a kanalıyla tüm av tüfeklerini sakladılar, hükümete vermediler.
Ben de ertesi gün çıkacak kararname hakkında 24 saat evvelinden bilgi verdim, fakat kimse birşey yapmadı. Liderliğin kapısına gelip “silahları verelim mi” diye soranlara “vermeyip de ne yapacaksınız” cevabı verildi. Ve bir günde tüm toplum silahsız durumda kaldı.
GÖSTERİLER
Bu başıboşluluk, Kasım 1957’de had safhaya çıktı. Yine, bir Türk EOKA ’cılar tarafından öldürülmüştü. Gençler yine Dr. Küçük’ün evinin önünde toplanıp gösteriye başladılar. Dr. Küçük, halka heyecanlı bir konuşma yapmak ve toplantıyı Rumların bu barbarlığını dünyaya duyuracak bir protesto mitingine dönüştürmek için ikna edilmişti ki, İngiliz polis subayı jeepi ile Dr. Küçük’e geldi. Halkın dağılmasını istedi. Dr. Küçük de jeepe bindi, halkın dağılmasını söyledi. Hepimizin beklediği ve gerekli gördüğü dünyayı uyarıcı miting bir çırpıda günden dışı kaldı. “Teşkilattanım” diyen bazı gençler ise Rum dükkanlarına saldırmaya hazırlanıyordu.
Hayretten dona kalmıştım. Atatürk Meydanı’na dağılmakta olan halkla birlikte yürümeye başladım. Herkes haklı bir kızgınlık içindeydi. Niye sesimizi duyuramıyor, öldürülen kardeşlerimizin kanının niye yerde bırakıyorduk? Dr.Küçük, jeeple elinde mikrofon yanımızdan geçerek evine dönüyordu. ”Arkadaşlar dağılınız, beni sevenler dağılsın” diyordu.
NALBANTOĞLU’NA SÖYLEDİKLERİM
Tam bu sırada karşıdan Dr. Burhan Nalbantoğlu geliyordu. Kendisine önümüzdeki manzarayı gösterdim. “Dr. Küçük’ün polis jeepinde işi ne, toplantıyı kendisi mi başlattı ki, İngiliz subayının ricası ile derhal dağıtıyor, bu gençler ne yapmak istiyor, bu başıbozukluğa ne zaman son vereceksiniz” diye sordum.
Nalbantoğlu’nun kedine öz bir konuşma tarzı vardı. Sağ kulağını sol eliyle gösteren biriydi. Söylediklerimden etkilendiği muhakkaktı. VOLKAN’cılarla da irtibatlıydı. Dr. Küçük ise kendisine itimat etmez, yanına pek yaklaştırmazdı. “Şikayet ettiğin kişi senin yakınındır, ona söyle bunları” deyip, geçmek istedi. “Ben sana, gençliğin görevi vardır diyorum. Gençliği göreve çağırmak ve disiplinli bir kitle hakine dönüştürmek sana düşer, bize düşer” dedim ve ayrıldık.
1O KASIM’DA TATSIZLIK
10 Kasım Atatürk’ü anma gününde de yine tatsız ve hoş olmayan olaylar yaşandı. Kendilerine bazı örgüt isimleri takan gençler, Zafer Sineması’nda Atatürk ile ilgili film gösterilirken, tehditler savurdular. Bunlara göre “10 Kasım yas günüdür ve matem içeresinde kutlanmalıdır.” Atatürkçülüğün ruhunu ve özünü anlamayan bu kişiler nereye ve kime hizmet ettiklerini bilmiyorlardı.
Bu başıbozukluğa, dağınıklığa son veremezsek, pek yakında birbirimize düşüp, Rum’un kucağına teslim olacaktık.
Üzülmemek ve endişelenmemek elde değildi. Birşeyler yapmalıydık.
BEYAZ’IN CENAZE TÖRENİ
Rum saldırıları her geçen gün daha da yoğunlaşırken, EOKA, Polis Müfettişi i Mustafa Ahmet Beyaz’ı pusuya düşürerek öldürür. Beyaz’ı binlerce kişinin katılımı ile düzenlenen törenle ebedi istirahatgahına tebdil ettik. Beyaz’ı n naaşı Selimiye Camisi’nden alınıp omuzlarda taşınırken, Lefkoşa ender günlerinden birini yaşıyordu. Kıbrıs Türkü’nün yüreğinde büyük bir öfke, büyük bir bekleyiş vardı.
Sesimizi daha gür duyuracağımız, birbirimize daha sıkı kenetlenmemiz gereken bu günde yine tatsız olayalar yaşandı. Kardeş kavgasının çıkmasına ramak kaldı. Kıbrıs Türktür Partisi ile yaptığımız istişare sonucunda Lefkoşa esnafından cenaze dolayısıyla dükkanlarını saat 11’den saat 2’ye kadar kapatmalarını rica etmiştik. Bununla ilgili olarak da Kıbrıs Türktür Partisi bir de bildiri yayınlamıştı. Bunu milli bir görev addeden esnaf, gerekirse günlerce dükkanlarını kapatabileceklerini bize bildirmişlerdi. Ama ne yazık ki, kendi bilmez bazı gençler yine sahnedeydi.
KARDEŞ KAVGASINA DOĞRU
Sabahın erken saatlerinden itibaren dükkanları dolaşan ve kendilerini “teşkilattanız” diye tanıtan bazı gençler , saat 9’dan itibaren dükkanların kapanması yönünde tehditler savurdular, karşı çıkacak olanları cezalandıracaklarını söylediler. Lefkoşa esnafı, değil bir gün, günlerce dükkanlarını kapatacaklarını gönüllü olarak bize bildirmişken, bu gençlerin tehditleri sonucu durum bir anda gerginleşti. Muhtemel bir kardeş kavgasını güçlükle önleyebildik. Durumum önemini kavramayan, siyasi liderlikle uyum içinde olamayan, acayip örgüt isimleri taşıyan bu gençler davamıza zarar verebileceklerinin farkında bile değillerdi.
Onlara göre EOKA , her Türk öldürdüğünde Rum mahallelerine geçip , bir ki Rum dükkanı yakmak yeterliydi. Aniden püsküren volkan gibi yatağından taşıp birşeyler yapıyor ve hemen sonra geri çekiliyorlardı. Bu hareketlerin davamıza zarar mı, yarar mı verdiğini düşünen yoktu. Şimdi bu olayda bile, siyasi liderliğin öncülük yapmasına rağmen onlar yine bildiklerini yapıyordu, hem de kardeş kavgasını göze alarak.
Bu dağınıklığa son vermek gerekiyordu. Ancak “teşkilattanım” diyerek halkın karşısına çıkıp, emir yağdıranları kim idare ediyor, ipler kimin elinde belli değildi. Dr. Küçük sadece Özel Şakir ile irtibat halinde. Özel bey de “her olayın arkasında bizi aramayınız, fırsat düşkünleri çok” diyordu.
NALBANTOĞLU GELDİ
Nalbantoğlu ile konuşmamızın üzerinden 3-5 gün geçmişti. Nalbantoğlu bana geldi, konuşmamızı hatırlattı. “Bu akşam buluşalım, görüşlerini paylaşan bir arkadaşım var, bana söylediklerini kendisine duyurdum. Bir şeyler yapacaksak senin de görev alman gerekir, sensiz bir şey yapamayız” dedi. Arkadaşının ismini verdi, kemal Tanrısevdi. Birçok kez karşılaşmış ve konuşmuştuk. Türkiye Başkonsolosluğu’nda idari ataşe olarak çalışıyordu. Gecenin geç vakti, Lefkoşa’nın varoşlarında Eğlence köyündeki Tanrısevdi’nin , mütevazi evinde üç kişi bir araya geldik. Yeni bir teşkilat, VOLKAN’dan reaksiyon ne olur, gizlilik.
Şimdilik Dr. Küçük’ e duyurulmayacaktı. Bu beni rahatsız etmişti. Ancak, Dr. Küçük’ün, Nalbantoğlu’na tahammülü yoktu. Denge lazımdı.”
DR. KÜÇÜK KONUSU
İlk toplantıda karşılaştığımız birkaç zorluk vardı. Bunların başında konunun Dr.Küçük’e duyurulmaması konusuydu. İlk kez Dr. Küçük’e rağmen ve onun dışında bir teşkilat kurulacaktı. Ben buna şiddetle karşı çıktım. Neticede, Dr. Küçük’e kuruluştan evvel bilgi verilmemesini kararlaştırdık. İlk beyannameler dağıtıldıktan sonra Dr. Küçük’e gereken bilgiyi ben verecektim ve desteğini isteyecektim.” (DEVAM EDECEK)

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r