Kıbrıs Rum liderleri derhal ve Yunan hükümeti de kısa bir süre sonra, Macmillan planını reddettiklerini açıkladılar. Sürgündeki Makarios, Kıbrıs Valisi Foot’a gönderdiği yanıtta, self-determinasyon ilkesi üzerinde ısrar etmiş ve Macmillan’ın ortaklık planının tehlikeler içerdiğini belirtmiştir. Makarios’a göre sorun, Kıbrıslılarla İngiltere arasında müzakere edilmeli ve Türkiye bu işe karıştırılmamalıydı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 20 Haziran’da yaptığı bir açıklama ile ortaklık planının Türk tezi ile bağdaşabileceğini belirterek sorunun nihai çözümü için üçlü bir konferans önerdi.
Ayrıca, Türkiye hükümeti, İngiliz ortaklık ve işbirliği önerisinin, taksim ilkesiyle, taksim tezi feda edilmemek koşuluyla bağdaşabileceği görüşündeydi.
Makarios ve Yunan hükümeti değiştirilmiş şekliyle de planı reddettiler.
Kıbrıs Türk liderleri ise son sözü Türkiye’ye bıraktılar.
F. R. Zorlu, 25 Ağustosta basına açıklama yaparak, taksim tezi saklı kalmak üzere, bazı koşullarla değiştirilmiş şekliyle de İngiliz planını destekleyeceklerini bildirdi. Bu çerçevede, 1 Ekim’de Türkiye temsilcisinin Kıbrıs’a gönderileceği açıklandı.
Türkiye ile İngiltere’nin, Yunanistan ve Rumların katılmamalarına karşın planı uygulamakta kararlı bir davranış içine girmeleri Rum-Yunan ikilisini şaşkına çevirdi.
Bu esnada hükümet, plana göre, Lefkoşa’da ve 4 kasabada Türk ve Rum belediyelerin ayrılmalarını öngören çalışmalar başlattı.
Yunan hükümeti ve Rumların, Macmillan planını önleme girişimleri bir sonuç vermedi ve Türkiye temsilcisi olarak atanan Kıbrıs’taki Başkonsolos Burhan Işın 1 Ekim’de temsilci olarak yeni görevine başladı.
Bu tarihi olay üzerine, o günlerde Ankara’da temaslar yapmakta olan KTK. Federasyonu Başkanı Rauf R. Denktaş bir demeç vererek şöyle dedi:
“Kıbrıs’ta bir Türk temsilciliğinin kurulması, Kıbrıs Türklerinin istikbali bakımından tarihi ehemmiyeti haiz olan bir vakıadır .
Bugün Hariciye Vekâleti (Dışişleri Bakanlığı) tarafından yapılan açıklama, Kıbrıs Türk tarihinde eski bir devrin kapanıp yeni ve ümitle dolu bir çağın açılması bakımından da üzerinde durulmağa değer bir hâdisedir (olaydır).
Temsilciliğin kurulması ile Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde olan hakları tanınmış ve Kıbrıs’ın idaresinde Anavatanımız fiilen yerini almış bulunmaktadır.
Kıbrıs Türkleri, Temsilciliğin kurulması ile artık huzur ve ümit içerisinde dâvaya daha çok sarılacaktır. Bize mutlu günler gösteren Türk Devleti, Türk
Milleti, Türk Matbuatı (Basını) ve gençliği sağ olsun.”
Gündelik Türk gazeteleri Türkiye temsilcisinin tayin edildiği haberini büyük ve boydan boya başlıklarla şu şekilde vermişlerdi:
“Kıbrıs Türk Tarihinde yeni bir devir açıldı. Anavatanımız Kıbrıs idaresine fiilen iştirak etmiş (katılmış) bulunuyor.”
Bağımsızlığa Doğru
Macmillan’ın ortaklık ve işbirliği planının, Yunanistan ile birlikte Türkiye’yi de adanın yönetiminde fiilen eşit taraf durumuna getirmesi, Atina’da ve Kıbrıs Rum liderliği arasında ciddi bir telâşa ve kaygılara neden oldu. Nitekim bu planın uygulanmasını önlemenin yollarını aramaya başladılar. Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi fikrine, işte sadece bu nedenle, geçici bir kurtuluş simidi olarak sarıldılar.
Makarios bir süre önce, Kıbrıs’a dönmemek koşuluyla, Seyşel’deki sürgünden serbest bırakılmış ve Atina’ya yerleşmişti. 20 Eylül 1958 günü, İngiliz işçi milletvekili Barbara Castlela yaptığı görüşme esnasında, çözüm olarak, Kıbrıs’a güvenceli (garantili) bağımsızlık verilmesini kabul edeceğini söyledi.
Yunan hükümeti, Macmillan Planı’nın uygulanmasını önlemek için, 15 Eylül 1958’de yeniden BM’ye başvurdu. Bu başvuru sonucu, Kıbrıs sorununun BM Genel Kurulu’nda görüşülmesi kararlaştırıldı.
İngiliz Dışişleri Bakanı Selwyn Llyod, New York’ta Averoff’a, kesin bir dille, Macmillan Planı’nı uygulayacaklarını bildirdi.
Bu esnada, NATO Genel Sekreteri Spaak’ın arabuluculuk yaparak Kıbrıs’la ilgili bir konferans toplanması önerisini de Yunan hükümeti reddetti. Sonuçta, tüm gözler BM’de yapılacak müzakerelere ve alınacak karara çevrildi.
Bağımsızlıktan önce BM’de yapılan son Kıbrıs tartışması, 25 Kasım 1958’de başladı ve 5 Aralık’ta Yunanistan’ın yenilgisini simgeleyen bir karar suretiyle noktalandı.
287 (XIII) no.’lu bu kararın en önemli yanı, Kıbrıs sorunuyla doğrudan ilgili bulunan 3 hükümet (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) ve Kıbrıslıların (Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların) temsilcileri arasında yapılacak görüşmeler için çağrıda bulunmasıydı. Böylece, Türk tarafının üzerinde titizlikle durduğu iki ana ilke, BM tarafından kabul edilmiş oluyordu:
a) Türkiye Kıbrıs sorununda birinci derecede ilgili taraftır ve Türkiye’nin rızası alınmadan Kıbrıs’ın geleceği karara bağlanamaz.
b) Kıbrıs’ta iki ana toplum vardır ve kalıcı bir çözüm için ‘Kıbrıslılar” olarak belirtilen bu iki toplumun da görüşleri ve onayı alınmalıdır.
1950’li yıllarda, çözümün, kesin olarak iki toplumlu bir sisteme dayanması ve 3 ülkenin (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) ulusal çıkarlarına uygun olması gerektiği, artık kesinlik kazanmıştı. BM’lerde, 4 Aralık’ta alınan karar, bu esası vurgulamakta ve dünya kamuoyunun bu yönde ortak bir görüşe vardığını kanıtlamaktaydı.
Bu nedenle denilebilir ki, sonuçta, Rum-Yunan ikilisinin enosis tezi, Türklerin taksime dayalı antitezi ile çatışınca, bunun sonucu olarak bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti sentezi ortaya çıkmıştır.
Averoff, BM’deki bu yenilgi için, “Savaş kaybedildi” diyordu. Bu hayal kırıklığı ve şaşkınlık içinde BM binasında Yunan diplomatlarıyla bir değerlendirme görüşmesi yaparken, TC. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun kendilerine yaklaşarak, BM’deki çetin ve başarılı çabalarından ötürü kendisini nasıl kutladığını, dostluk elini uzatıp “geliniz ikimiz birarada bu sorunu görüşüp bir uzlaşmaya varalım” dediğini Kıbrıs’la ilgili kitabında anlatmaktadır.43
Averoff, Zorlu’nun uzanan dostluk elini geri çeviremezdi. Çünkü, her yönden Türk diplomasisine yenik düşmüşlerdi; dünya kuruluşu ve kamuoyu, Türkiyesiz Kıbrıs’ta nihai bir çözüme varılamayacağını kabul etmişti.
Zorlu’nun önerisi, iki tarafın karşılıklı müzakeresini teşvik eden ABD temsilcisi tarafından da çok olumlu bir girişim olarak takdir edildi ve Meksika delegesi tarafından Genel Kurul’a sunulan “Kıbrıs’ta barışçı, demokratik ve adil bir çözüme ulaşılması için tarafların sürekli olarak çaba göstereceğine güven belirten” karar tasarısı oybirliğiyle kabul edildi. Böylece, Zorlu ve Averoff arasında, New York’ta başlayan ikili görüşmeler, daha sonra Paris’te ve Zürih’te devam etti; çetin, yoğun fakat sonuç alıcı müzakereler yapıldı.
Sonuç olumluydu. Nitekim, Türkiye ve Yunanistan, İngiltere’nin de olurunu alarak Kıbrıs’ta iki toplumlu bir Ortaklık Cumhuriyeti’nin kurulması üzerinde anlaşmaya vardı.
Rum-Yunan ikilisi, müzakerelerin ilk günlerinde, iki toplumlu ve bir nevi fonksiyonel federasyon olarak belirlenen Türk görüşlerine karşı çıkmakla beraber, müzakereler ilerledikçe, iki toplumun nüfus oranlarına göre değil, iki ayrı siyasi varlık olmaları nedeniyle, birçok devlet organlarında dengeli olarak temsil edilmeleri ve bir toplumun öteki üzerinde egemenlik kurmasının önlenmesi gerektiğini kabul etmek durumunda kaldılar.
Gerek Rum liderliği, gerekse Yunan hükümeti, Türklerle bağımsız devlet konusunda, iki toplumun siyasi eşitliği esasına dayalı olarak, Zorlu’nun önerdiği esaslar içinde, bir çözüme yaklaşmadıkları takdirde, adanın taksim edileceği görüşündeydiler. Bu nedenle, ilkin daha çok Rumların eline geçecek bir bağımsız devlet formülünü kabul etmek ve bir süre sonra, ilk fırsatta anayasayı değiştirip Türklere tanınan hakları gaspetmek, böylece enosis yolunu tekrar açmak gibi sinsi bir düşünceyle anlaşmaları imzaya razı oldular. Böylece Türk-Yunan görüşmeleri, bir iki küçük nokta dışında iki tarafın anlaşmasıyla sona erdi.
Bunun üzerine, TC. Başbakanı Adnan Menderes ve Yunan Başbakanı Konstantin Karamanlis, Zürih’e gittiler. Burada Başbakanların da katıldığı müzakereler sonunda, tam bir anlaşma sağlandı ve bu anlaşma 27 madde halinde kaleme alındı. 11 Şubat 1959 günü iki Başbakan bu anlaşmayı Zürihte imzaladı.
Zürih Antlaşması’nın geçerli olabilmesi için, İngiliz hükümetiyle Kıbrıs Türk ve Rum liderleri tarafından da kabul ve imza edilmesi gerekiyordu. Makarios ve Dr. Küçük gelişmelerden Atina ve Ankara tarafından haberdar edilmekteydi. Bu nedenle Zorlu ve Averoff arasındaki görüşmelerin seyri ve hedeflenen sonuç tüm taraflarca bilinmekteydi.
Ama Makarios yine de son dakikada bile olsa bozgunculuk yapmak, bazı konularda tekrar müzakere sürecini başlatmak peşindeydi. Nitekim, 17-19 Şubat 1959’da, Londra’da, Zürih Antlaşması’nın onayı için yapılan toplantılarda, imzalamaktan kaçınma rolü oynamaya başladı. Onun bu olumsuz tavrı, anlaşmanın içeriği hakkında zamanında bilgili kılınmadığından değil, ileride Kıbrıs anlaşmaları ve anayasasını bozmak niyetinde olduğundan, buna daha o günden bir kılıf hazırlamak içindi. Yani, anlaşmaları zorla imzaladığı şeklinde bir imaj yaratmak ve bunu ileride anayasayı değiştirme girişimleri için kullanmak istiyordu.
17 Şubat’ta, Dr. Küçük başkanlığında Londra’ya giden Kıbrıs Türk heyetinde Rauf Denktaş ve Osman Örek de bulunuyordu. Makarios ise, henüz adaya dönme izni olmadığı için, Londra’ya Atina’dan gelmiş ve danışmalarda bulunmak için, Kıbrıs’tan oldukça kalabalık bir Rum heyetini Londra’ya çağırmıştı.
Başbakan Adnan Menderes başkanlığındaki Türk heyeti, Londra’ya giderken, uçağın Gatwich havalimanı yakınlarında düşmesi sonucu birçok Türk diplomatı yaşamını kaybetti.
Adnan Menderes’in kendisi, büyük bir şans eseri, hafif yaralar aldığı için, kısa sürede iyileşti ve Kıbrıs Antlaşmalarını tedavi görmekte olduğu London Clinicde imzaladı.
Londra’da, Lancester House’da, iki gün devam eden görüşmelerde Makarios’un değişiklikler önererek imzadan kaçınma girişimleri, Averoff ve Karamanlis’in tavsiyeleri ve uyarıları sonucu giderildi ve 19 Şubat 1959 günü, Zürih anlaşmaları son şeklini alarak Londra’da 5 tarafın imzaları ile onaylandı.
Böylece, Zürih ve Londra Antlaşmaları olarak anılan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğmasını sağlayan anlaşmalar gerçekleşmiş oldu. (SON)
GÜNDEM
27 Aralık 2024SPOR
27 Aralık 2024GÜNDEM
27 Aralık 2024SPOR
27 Aralık 2024SPOR
27 Aralık 2024GÜNDEM
27 Aralık 2024GÜNDEM
27 Aralık 2024