Doğu Akdeniz’de enerji hamlelerinden bahsedebilmek için öncelikle bu hakkın uluslararası hukuka göre statüsünün ne olduğu suali öne çıkmaktadır. Başka bir deyişle, adalar ile anakaralar ayni statüde olup da keyfi veya üçüncü tarafları dikkate almadan deniz sınırlandırmalarına gidebilir mi? Muhakkak ki 1958 Cenevre Sözleşmeleri ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, bu konularda çetin bir kodifikasyon süreci geçirmiş ve nihayetinde enerji yani doğal kaynakları keşif ve işletme hakkı tanıyan ve hatta deniz sınırlandırma hükümleri öngören prensipler getirmiştir. 1945 Truman Deklarasyonu ile kıta sahanlığı teriminin gündeme gelmesi ile 1958 Kıta Sahanlığı Sözleşmesinde kıyı devletinin doğal uzantısı üzerinde 200m derinlik ve işletilebilirlik kriteri getirilmiş olsa bile daha sonra 1982 sözleşmesinde ilgili kriter 200 deniz mili alanı öngören mesafe karakteristiği ile oluşturulan bir hak haline getirilmiştir. Bu hakkın da kıyı devletinin ab initio ve ipso factoilkesi gereği münhasır yetkileri arasında olduğu kabul görmüştür. Bu bağlamda, Türkiye gibi Akdeniz’de kıyı uzunluğu ve coğrafi konumu dikkate alındığında anakara statüsünde 200 deniz mili alanda kıta sahanlığına sahip olması doğal bir hak iken, bugüne kadar adalar rejiminde yapılan deniz sınırlandırmalarında BMDHS’nde adalara 121.madde ile kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı tanısa bile etki unsurunu devreye soktuğu ve buna göre değerlendirmeler yaparak her adanın bu hakka tam etki ile sahip olamayacağını ortaya koyması dikkate alındığında, gözü kapalı bir şekilde ada/ların anakaralara hükmedecek faaliyetlerde bulunamayacağını da ortaya çıkmaktadır.
Nitekim, 2003’ten bu yana GKRY’nin tek yanlı olarak Doğu Akdeniz’de enerji hamleleri içerisinde bulunmasını sağlayacak entrikalı adımlar atması konunun yarattığı ihtilafların değerlendirilmesini zaruruiyet kılmaktadır.
Evvela, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve GKRY arasındaki deniz yetki alanları ihtilafının ne olduğuna bakalım. Söz konusu ihtilafı beş gruba ayırarak tanımlayabiliriz; İlk olarak Türk Deniz Yetki Alanlarının, GKRY tarafından göz ardı edilerek Bölge Ülkeleri ile sözde Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşmalarına gitmesi konusu önemli. GKRY 2003 yılından itibaren önce Mısır ile bir sözde Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yapmıştır. Söz konusu anlaşma, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının batı kısmını ihlal etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı söz konusu anlaşmanın geçersiz olduğunu, kendi kıta sahanlığı sahasının ihlal edildiğini BMGS’ne duyurmuştur. Uluslararası hukukta deniz sınırlandırma davalarında içtihatlarda önemle vurgulanan deniz sınırlandırma andlaşmalarının üçüncü devletlerin haklarını ihlal etmemesi ilkesi dâhil, doğu Akdeniz gibi yarı kapalı deniz konumunda bulunan bir alanda diğer devletlerin denizlere açılmasını kesmeme, yâda haklarına tecavüz etmeme ilkesi veya orantısallık prensibinin dahi GKRY tarafından göz ardı edilerek sınırlandırma andlaşması yapılmış ve Kıbrıs meselesi deniz alanlarına taşınmıştır.
GKRY’nin Mısır’la yaptığı anlaşmanın sadece “ortay hat esası” ile 1958 Cenevre Sözleşmesi sınırlandırma hükümlerine göre kısmen gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Bu sınırlandırma yapılırken her iki taraf da sınırlandırmada “özel durumlar-special circumstances” tespitinde bulunmaması ise sözleşme hükümlerine de aykırılık teşkil etmektedir. Şüphesiz söz konusu sınırlandırmaya Türkiye’nin itirazını koyması anlaşmanın geçerliliğinin mümkün olmadığını da ortaya koymaktadır. GKRY izlemiş olduğu bu sınırlandırma çabalarına daha sonra Lübnan ile 2007’de devam etmek istemiştir. Bu bağlamda, Lübnan ile sözde münhasır ekonomik bölge alanı ile ilgili bir sınır belirleme anlaşması yapılmış ve Türkiye’nin etkin diplomatik başarısı sonucu Lübnan geri adım atmıştır. GKRY, son olarak 2010 yılında İsrail ile sözde münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamış ve yine sadece “ortay hat” sınırlandırma prensibi ile hareket edilmiştir. Ancak, İsrail ile GKRY’nin sözde deniz sınırlandırma anlaşması bu kez İsrail ve Lübnan arasında deniz yetki alanları sorunun doğmasına sebep olmuştur.
Bahusus, GKRY’nin gerçekleştirdiği sözde MEB anlaşmaları ile iki temel durum ortaya çıkmaktadır; Birincisi söz konusu sınırlandırma anlaşmaları ile GKRY’nin ilk olarak Türk kıta sahanlığı alanlarını ihlal etmesidir. İkinci husus ise, Kıbrıs Türklerinin haklarını görmezden gelerek tüm ada adına tek “egemen”gibi hareket etmesidir.
Nitekim, deniz yetki alanları ile ilgili ihtilafın ikinci boyutu; GKRY’nin 2007 yılından itibaren Doğal Gaz/Petrol Arama Konusunda tek yanlı ve adanın tek hâkimi gibi davranarak Ruhsatlandırma Çabalarına Başlaması ve yine Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin deniz yetki alanlarını görmezden gelmesi meselesidir. GKRY 2007 yılında çıktığı ilk uluslararası ruhsatlandırma hareketi ile 11 blok ilan etmiş ve 3. ve 13. Blokları hariç tutarak ihaleye çıkmıştır. 2012’de ikinci ihale ve 2016’da üçüncü ihale işlemlerini başlatmışlardır. Netice itibarıyla ilan edilen bloklarda; ilk olarak Blok 12 Nobel Enerji ve Delek gruba, daha sonra 2014’te 2,3,9 bloklar Eni ve Kogas’a verilmiştir. 24 Ocak 2014’te, Kıbrıs Rum yönetimi ENI-Kogas konsorsiyumuna 2, 3 ve 9 numaralı blokların araştırılması için lisans veren sözleşmeleri imzalamaya devam etmiştir. Ekim 2016’da Total, Blok 11’de sondaj niyetini açıklamıştır. 10 Temmuz-15 Ekim 2017 arasında ise Total blok 11’de sondaj faaliyetlerine başlamıştır.
Yine devamla, GKRY’nin Şubat 2016’da duyurduğu üçüncü ruhsatlandırma tekliflerinin sonuçlarını, 5-6 Nisan 2017 Nisan’da sonlandırarak 6, 8 ve 10 blokları ruhsatlandırdığını duyurmuştur. Buna göre; Blok 6: ENI/Total’e, Blok 8: Capricorn Oil/Delek Drilling, ENI’ye, Blok 10: ENI/Total, Exxon Mobil/Qatar Petroleum, and Statoil’e verilmiştir.
Peki Türkiye Cumhuriyeti bu gelişmeler karşısında ne yapmıştır?
Öncelikli olarak ifade etmek gerekirse, GKRY’nin ilan ettiği bloklardan 1,4,5,6,7 kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı alanları ile çakışmaktadır. Türkiye bölgedeki haklarının varlığını 2Mart 2004 tarih ve 2004/Turkuno DT4739 sayılı Notası ile BMGS’ne duyurmuş ve kayıtlara geçirmiştir. Kaldı ki kıta sahanlığı ilana gerek olmayan bir haktır.
Türkiye 2007 ruhsatlandırma çabaları sonrasında gelişmeleri yakından izlemiş ve GKRY’nin uyarıları dikkate almayan tavrı karşısında 2011’de KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması imzalamıştır. Anlaşmanın detayları ve gerekçeleri BMGS’ne TC Dışişleri Bakanlığı tarafından iletilmiştir. Kıta Sahanlığı Sınırlandırma antlaşmasından hemen sonra, KKTC Enerji Bakanlığı ile TPAO arasında kar payı esası ile ruhsatlandırma anlaşması gerçekleştirilmiştir. Akabinde, önce Piri Reis gemisi bölgeye gönderilmiş ve GKRY’nin G bölgesi olarak adlandırdığı alana kadar gidip araştırma yapmıştır. GKRY’nin ruhsatlandırma faaliyetlerini devam ettirmesi sürmesi karşısında Türkiye art arda gelen NAVTEX III yayımları ile Doğu Akdeniz’de sismik araştırmalarda bulunmuştur.
Bugün Total’in blok 11’de West Capella ile sondaj faaliyetlerini yürütmesi karşısında Türkiye Cumhuriyeti yeni bir NAVTEX III yayımlayarak Doğu Akdeniz’de Güzelyurt bölgesi ve güney kısmına inen alanlar içerisinde sismik araştırmalar yapmaya devam etmektedir. Araştırma, Bravo Destekleyici gemisinin desteği ve Deniz Kuvvetlerinin askeri helikopterin de katılımı ile gerçekleştirilmektedir. 2011 Piri Reis’ten sonraki süreçten bugüne ise Barbaros Hayreddin Sismik Arama Gemisi bölgede aktif faaliyetlerde bulunmuştur. TC Enerji Bakanı Berat Albayrak ve KKTC Enerji Bakanı Sunat Atun koordinasyonu ile bölgesel gelişmeler devamla takip edilmekte ve gerekli tedbirler ve girişimler hali hazırda alınmaya devam etmektedir. Öte yanda TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da GKRY’nin Türk deniz yetki alanlarının ve Kıbrıs Türk haklarının korunacağına dair pek çok zamanda gerçekleştirdiği açıklamalar BM nezdinde de gerek note verbal gerek bilgilendirme mektupları ile bugüne kadar sürdürülmüştür. (DEVAM EDECEK)
GÜNDEM
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024SPOR
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024GÜNDEM
22 Aralık 2024