Her gün yeni bir “sır” (!) öğreniyorum.
Öğrendikçe tenevvür (aydınlanma) ediyorum.
Kültürüm artıyor.
Rahle-i tedrisinden geçtiğimiz bu “okul”da (!) Anastas adında bir Başöğretmen var.
Okundurup yazındırıyor beni.
Nitekim şöyle buyurmuş geçen gün emrindeki bir “muallim”:
– Müzakerelerin amacı Türk askerini göndermektir.
***
Allah Allah, cahilliğime bağışlayın, ben bilmiyordum, demek bizim Başmuallim Limasollu Naci, pardon, Limasollu Mustafa gereğince okundurup yazındırmamış bendenizi.
Kellim-kellim-lâyımfa, kör-kütük kalmışız.
“Bale gudalya, bale gudalya”.
***
Kısa kalın bir yoldayız
Kesilecek bir daldayız
Gidiyoruz gündüz gece
Bilmiyoruz ne haldayız.
***
Belli ki Allah’a kaldı işimiz
Aha kaldı vaha kaldı işimiz
Bu gidişle çekilecek dişimiz
Gidiyoruz gündüz gece.
***
Ben sanırdım ki federasyon-moderasyon konuşuluyordu…
Eşitlik-meşitlik, iki bölgelilik-tek gölgelilik…
Garanticik-maranticik…
Hak-hukuk konuşuluyordu o mübarek masada.
Öyle söyleniyordu ahaliye.
***
Askerin nasıl postalanacağı görüşülüyormuş meğer.
Amiral Anastas ile Mareşal Akıncı “terhis” uzmanı imişler meğer.
Asker azmanı imişler.
Posta Dairesi’nde havale yazmanı imişler.
***
Onların muallim diyor ki “dersimiz asker”, başka ders yok.
Bizim muallim diyor ki “dersimiz barış”.
Onların muallimi şakrak bülbül.
Bizim muallim dut yemiş bülbül.
Bir muallim şakımakta, öteki lâf tezgâhlarında mekik dokumakta.
Başım döndü, durdurun bu otobüsü, inecek var.
***
Denktaş olmasa yakalayacaklardı barış kuşunu…
Kimi 3 kimi 6 ayda, kimi kısa sürede.
Kuş-muş peşinde değil, asker peşindeymişler, sağ gösterip sol, sol gösterip sağ vurmuşlar meğer, ancak söylemediler bunca zaman, cahil bıraktılar bizi.
Teşekkürler Anastas, gerçeği yine sayende öğrendik…
Minnettarım, çünkü…
***
Dağıldı ufkumda beliren sis
Ne duman kaldı ne is
Haykıralım hadi öyleyse
ZİDO ENOSİS.