DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 3379497-1,61%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Çözüm süreci prangadır

ABONE OL
09 Eylül 2017 23:38
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıbrıs müzakere sürecinin KKTC halkının iradesine, enerjisine, kalkınma hamlelerine ve en önemlisi de genç kuşakların istikbal ve kaderine vurulmuş bir pranga olduğunu söylemek yanlış olmaz. Böyle bir pranganın genç nesilleri istikbal bakımından karamsarlığa, ümitsizliğe ve bezginliğe sevk etmesi de şüphesiz kaçınılmazdır. Bunun sonucu da, korkarım, Kıbrıs konusunda yaşayabilir âdil ve kalıcı bir çözüm şekline doğru ilerleme sağlanması değil, Kıbrıs Türk halkının  milli davada çözülmeye doğru hızla kayması olacaktır.
Kıbrıs müzakere süreci 49. yılını tamamlamış bulunmaktadır. Ortaya çözüm çıkmış değildir. Bugünkü durumda, iddiaların aksine, çözüme yaklaşılmış da değildir. Bu neden böyledir?

ÇÖZÜMSÜZLÜĞİN SEBEPLERİ

Birincisi, Rum – Yunan ittifakı Kıbrıs için “enosis” emelinden ve hayalinden vazgeçememiştir.

İkincisi, Kıbrıs Rum kamuoyu ve özellikle genç kuşak bu vakte kadar siyasetçiler tarafından Ada’da “iki kesimli federal” çözümü kabul yönünde beslenmemiş, teşvik edilmemiştir. Bu gerçeğin görülebilmesi için müzakere sürecinin sadece son 10 yıllık dönemine göz atılması bile yeterlidir. Rum liderler, Makarios’un 1977’de Denktaş’la Kıbrıs sorununun çözümü için “federasyon” şekli üzerinde mutabakata varmış olmasını dahi eleştiren demeçler vermişlerdir. Hristofyas çeşitli vesilelerle “federasyon formülü Makarios’un verdiği acı bir tavizdir” sözünü tekrarlamıştır. Anastasiadis de bir konuşmasında, müzakerelerin “iki kesimli ve iki toplumlu federasyon” hedefini “ıstırap veren bir uzlaşı” olarak nitelemiştir.

Üçüncüsü, Rum tarafı ve Yunanistan, ortak pozisyonlarını, çözüm için 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmalarının kaldırılması ve Ada’nın Türk askerî varlığından tamamen arındırılması ön şartlarında kilitlemişlerdir.

RUMLAR ÇÖZÜMSÜÜZLÜKTEN RAHATSIZ DEĞİL

BM Güvenlik Konseyi’nin ve AB’nin gelişmelerin seyri içinde aldıkları Rum tarafının iddialarına ve pozisyonuna arka çıkan kararlar ve bunlara dayalı olarak yaptıkları uygulamalar, Rum – Yunan ortaklığını, Kıbrıs sorununun gerçekçi, adil ve kalıcı çözümü için Kıbrıs Türk tarafıyla ve Türkiye ile uzlaşıp anlaşma yapmaya ihtiyaç duymaz hale getirmiştir. “Ada’daki statüko (status quo) kabul edilemez” diye yakınan Rumların ve Yunanistan’ın aslında çözümsüzlükten rahatsız olmadıkları da gün gibi aşikârdır.

RUMLARIN UZUN VADELİ STRATEJİSİ

Rumların ve Yunanistan’ın 1963, 1967 ve 1974’deki silâhlı “enosis” girişimleri Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye tarafından sonuçsuz bırakılmıştır. Türkiye’nin haklı ve zamanlı askerî harekâtıyla Ada’da iki kesimli ve iki devletli yeni bir durum yaratılmıştır. Böylece  gerçekçi ve yaşayabilir bir çözümün alt yapısı oluşmuştur.  Rum – Yunan ittifakı ise  kendilerinin sebep olduğu bu yeni durumu kabullenememiştir. Ada’daki durumu, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale hak ve yetkileri de kaldırılmış olarak, eski haline getirme hayaliyle “uzun vadeli mücadele” stratejisini uygulamaya koymuştur. Bu strateji, daha önce silâhlı saldırılar ve ekonomik abluka gibi sindirme metotlarıyla “enosis” karşısındaki direnci kırılamayan Kıbrıs Türk halkının dayanma ve mücadele azminin “yıldırma” ve “usandırma” yöntemlerine başvurularak aşındırılabileceği düşüncesinin ve ümidinin ürünü olmuştur.

RUM TARAFI MÜZAKERE SÜRECİNİ KÖTÜYE KULLANIYOR

Rum tarafı, Yunanistan’ın da desteğiyle, BMGS’nin “iyi niyet” görevi çerçevesindeki çözüm arayışlarında, müzakere sürecini  “uzun vadeli mücadele” stratejisinin hedefleri doğrultusunda istismar etme niyetiyle hareket etmiştir. Rum tarafı, Türkiye’nin 1974 müdahalesinin Ada’daki sonuçlarını – iki kesimlilik dahil – bütünüyle ortadan kaldıran, Garanti ve İttifak Antlaşmalarını sona erdiren, Ada’yı Türk Silâhlı Kuvvetlerinin unsurlarından tamamen arındıran bir çözüm şekli elde edebilmesine elverişli bir konjonktürün ortaya çıkmasına değin masada ve masa dışında oyalayıcı tutum ve taktiklerle zaman kazanma peşinde olmuştur.

BM’NİN VE AB’NİN TUTUMLARI

Özellikle KKTC’nin ilânından sonraki dönemde BM Güvenlik Konseyi’nin KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını engellemek için uluslararası topluma yaptığı çağrıyla beraber AB’nin ticarî ve ekonomik ilişkiler ve vize bakımından KKTC’ne getirdiği çeşitli kısıtlamalar ve nihayet, Rum yönetiminin ve Yunanistan’ın AB üyesi olmaları,  Rumların stratejilerini uygulamaları için müsait bir zemin oluşturmuş ve güçlü bir destek sağlamıştır. Rum tarafı bu zemini kullanarak Kıbrıs Türk halkının Ada’da çözümsüzlüğün sıkıntılarını hissetmelere yol açacak uygulamalara girişmiştir. Algı operasyonları düzenlemişlerdir.
Türkiye’nin Nisan 1987’de AB’ne tam üye olmak için başvuruda bulunmasından sonra ise Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilaflı konular ve Kıbrıs konusu Türkiye – AB ilişkilerinin gündemine dahil edilmişlerdir. Fazla zaman geçmeden de Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin sürecin ilerleyebilmesinin siyasî şartları haline getirilmişlerdir. Bu durum da Rum – Yunan ortaklığının Kıbrıs sorunundaki stratejisinin uygulanmasına ilâve destek ve güç kazandırmıştır.

HRİSTOFYAS’IN İFŞAATI

Rum tarafında 2008 yılında Hristofyas’ın başkan seçilmesi nedense o zaman  KKTC’de, Türkiye’de ve uluslararası çevrelerde Kıbrıs sorunun çözüm yolunda ümit ve beklenti yaratmıştır.  Bu beklenti boşa çıkmış; Hristofyas ile Talât arasındaki müzakere süreci sonuç vermemiştir.

Hristofyas görev süresinin sonuna doğru yaptığı konuşmalarda “5 yıllık iktidarı boyunca KKTC’ye yönelik ambargoların yürürlükte kalması için mücadele ettiklerini” söylemiş; bunu başkanlık döneminin bir “başarısı” olarak  takdim etmiştir. “Yaptığımız en önemli iş, soruna yön veren tarafları KKTC’nin siyasi düzeyinin yükseltilmesinin bölünmeye neden olacağına ikna etmemiz ve çözüm umutlarını sürdürmemiz oldu” demiştir.

Hristofyas’ın partisi AKEL’in Annan Plânı üzerindeki referandumda o dönemdeki Rum Lider Papadopulos’un “red” kampanyasını desteklediğini ve AKEL taraftarlarının oylarıyla “plan”ın reddedildiğini kaydetmek isterim. Rum tarafının müzakere sürecini kendi emelleri doğrultusunda kötüye kullanma niyeti, çözüm çabalarının bir zaman çerçevesiyle sınırlanmasına; BMGS’nin “hakemlik” gibi bir rol üstlenmesine daima kararlı biçimde karşı çıkıyor olmasından da bellidir.

ÇÖZÜM SÜRECİ PRANGADIR

Konuya bu gerçeklerin ışığında baktığımız zaman Kıbrıs müzakere sürecinin KKTC halkının iradesine, enerjisine, kalkınma hamlelerine ve en önemlisi de genç kuşakların istikbal ve kaderine vurulmuş bir pranga olduğunu söylemek yanlış olmaz. Böyle bir pranganın genç nesilleri istikbal bakımından karamsarlığa, ümitsizliğe ve bezginliğe sevk etmesi de şüphesiz kaçınılmazdır. Bunun sonucu da, korkarım, Kıbrıs konusunda yaşayabilir âdil ve kalıcı bir çözüm şekline doğru ilerleme sağlanması değil, Kıbrıs Türk halkının  milli davada çözülmeye doğru hızla kayması olacaktır.

Bu pranganın Türk tarafınca kesin kararlı bir tutum ve duruşla kırılmasının veya müzakere sürecine “devam edip etmeme” konusunun KKTC’de referanduma sunulmasının zamanının çoktan gelmiş ve geçmekte olduğunu düşünüyorum.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r