DOLAR 35,1705 -0.17%
EURO 36,8102 0.14%
ALTIN 2.979,210,55
BITCOIN 3373783-2,51%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ata Atun

Ata Atun

21 Aralık 2020 Pazartesi

Prof. Dr. Ata Atun; Biz İsyan Etmedik

Prof. Dr. Ata Atun;   Biz İsyan Etmedik
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıbrıs’ta Rumların Kıbrıslı Türklere silahlı saldırıları ve katliamları başlattıkları 21 Aralık 1963 tarihinde, Mağusa Namık Kemal Lisesinde, bıyıkları daha yeni terlemeye başlamış bir öğrenciydim.

Yatılı okuyordum… Cumartesi sabahı hemen yanı başımızda olan Polis Merkezinden gelen silah sesleri ile irkilmiştim, silah seslerinin tam olarak nereden geldiğini ve niye atıldıklarını anlamaya çalışıyordum, çocuk kafamın içinde.

Kısa bir zaman sonra lisemizin arkasındaki toprak futbol sahası içinden koşarak kaçan polis elbisesi giymiş kişileri ve arkalarından ateş eden polisleri görünce tatsız bir şeyler yaşandığını kavramaya başladım. Kafamın içinden bazı senaryolar geçiyordu. Sinemada filim seyreder gibi kaçanlarla, kovalayanları merakla ve keyifle izlerken, kaçanların, polis elbisesi giymiş hırsızlar, arkalarından ateş edenlerin de gerçek polisler olduğunu düşünüyordum. Kaçanlar da, kovalayanlar da benim hayalimde Rum’du.

Rumların yaşadıkları Maraş, lise binamızın hemen bitişiğinden başlıyordu. Rum hastanesi, Kaymakamlık, Belediye binası ve Mahkeme karşımızda, Rum Polis Merkezi ile Hayvanat bahçesi de yanı başımızdaydı. Rum Polis Merkezi ile Lisemizi bir taş duvar ayırmaktaydı. Taş duvarın yüksekliği boyum kadardı. Kıbrıslı Türklerin Polis Merkezi, Türklerin topluca yaşadıkları Surlariçi’ndeydi.

Rum Polis Merkezinden sürekli bağırma, inleme, dayak ve küfür sesleri geldiği için, 21 Aralık Cumartesi günü sabahı silah seslerinden sonra kaçan kişilerin Rum suçlular olduklarını düşünüyordum.

Kaçan kişiler, lise binamıza doğru can havli ile koşarak gelirken, el kol hareketleri yapıp bir şeyler söylüyorlardı ama ben ne söylediklerini anlayamıyordum, arkadaşlarımın da anlamadıkları kesindi. Söylediğim gibi biz onları Rum hırsızlar zannediyorduk ya anlasak da olurdu, anlamasak da… Kaçanlar hemen lise binamızın arkasında, futbol sahasına bitişik sık ağaçların yer aldığı ormanın içinde kaybolurken bir tanesini tanıdım ve şok oldum. Sınıf arkadaşlarımdan birinin polis olan babasıydı ve Kıbrıslı Türk’tü.

Polis polisi niye kovalar, niye arkasından da ateş eder diye anlamsız ve yanıtını veremediğim sorular kafamda dolaşmaya başladı. Kaçanlar üstelik, benim gördüğüm kadarı ile 3-4 kişiydiler. Üç, dört Kıbrıslı Türk polis kaçıyordu, ellerinde silah yoktu ve arkalarından da Rum Polis Merkezinin arka duvarının üstünden adeta yaylım ateşine tutulmuşlardı.

Kıbrıslı Rumların kötü yüzleri ve canice düşünceleri ile tanışmam böyle oldu ve bu kabus tam 11 yıl sürdü. Kumsal katliamından 4 gün önce başlayan olayların failleri, o dönem tabip binbaşı olan Nihat İlhan’ın ailesini vahşice katledecekler, Türk köylerine saldıracaklar, Kıbrıslı Türkleri işsiz, güçsüz, geleceksiz, elektriksiz, susuz ve aç bırakacaklar, eşi benzeri görülmemiş caniliklere imza atacaklar ve1974 Barış harekatına kadar bu katliamları sürdüreceklerdi. Rumların hedefi adadaki Türk nüfusunu yok etmek, adanın mutlak hakimi olmak, zamanı gelince Yunanistan’a ilhak etmekti. Propaganda için de göstermelik birkaç yüz yaşlı bırakacaklar ve dünyaya “Kıbrıslı Türkler, adil ve insan haklarına saygılı Rum idaresi altında mutlu yaşıyorlar” mesajını vereceklerdi.

Kıbrıslı Türklere karşı 21 Aralık 1963 sabahı başlattıkları silahlı saldırmalarına da bir kılıf uydurmuşlar ve “Kıbrıslı Türkler isyan etti” dezenformasyonuna başlamışlardı.

Rumların hiçte inandırıcı olmayan bu iddialarına, Kantara’nın keçileri bile gülerdi ancak dönemin Hristiyan olan ABD ve İngiltere gibi güçlü devletleri ve Avrupa Ekonomik Topluluğu, dindaşlarına inanmayı ve Rumları haklı bulmayı tercih ettiler, dürüst ve insan haklarına saygılı olmak yerine.

Aradan geçen onca süre içinde Rumların fikri hiç değişmedi, yandaşlarının da… Üstelik “Batı medeniyeti, demokrasi, insan hakları” diye övündükleri kavramların üstüne diktikleri o insanlığın yüz karası tüy hala orada durmakta.

Devamını Oku

Prof. Dr. Ata ATUN; İrini Operasyonu Sorumlularına Türkiye Tutuklama Emri Çıkartmalı

Prof. Dr. Ata ATUN;   İrini Operasyonu Sorumlularına Türkiye Tutuklama Emri Çıkartmalı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Avrupa Birliği Deniz Kuvvetleri Akdeniz İRİNİ Operasyonu (EUNAVFOR MED İRİNİ) Birleşmiş Milletler’in Libya’ya silah kısıtlaması uygulaması amacıyla 31 Mart 2020’de başlatılmıştı. Avrupa Birliği sorumluluğundaki bu askeri operasyon, AB Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) çatısı altında. Gerektiğinde deniz operasyonlarında hava, deniz ve uydu unsurlarının tümü aynı anda veya ayrı ayrı kullanılmakta.
Karargâh İtalya’nın Roma şehrinde bulunuyor.
Operasyona Yunanistan, Fransa, Lüksemburg, Polonya ve Almanya çeşitli deniz ve hava unsurlarıyla katılıyor.
Operasyonun açıklanan amaçları kapsamında, Libya açıklarında gemilerin denetlenmesi, yasa dışı petrol ticareti hakkında veri toplanması ve Libya Sahil Güvenlik güçlerine eğitim verilmesi ile insan kaçakçılığı gibi suçları işleyen örgütlerle mücadeleye katkı sağlanması hedefleniyor.

Bunlar, kısa adı “Akdeniz İrini Operasyon”unun kuruluş ve faaliyet amaçları olarak sıralanırken, korsanlık bu kurumun, amaç ve faaliyetleri içinde yer almıyor.

Dolayısıyla Yunan bir komutanın sevk ve idaresi ile gerçekleştirilen İrini Harekatı’nda, görevli bir Alman fırtakeyninin, 23 Kasım 2020 Pazartesi günü Türkiye’den Libya’ya gıda ve boya gibi muhtelif maddeler taşıyan Türk bandıralı “Roseline A.” ismi ile kayıtlı kargo gemisini, Doğu Akdeniz’de Bayrak devletinden ve gemi sahibi şirketten izin almadan durdurması/arama yapması “Uluslararası Deniz Hukukuna” ve “Uluslararası Hukuka” aykırıdır.

Şöyle ki;
1- Bayrak devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili biriminden onay ve yanıt alınmadan gemiye izinsiz ayak basılmıştır.
2- Gemi sahibinin onayı alınmadan gemiye izinsiz olarak ayak basılmıştır.
3- Uluslararası Hukuka aykırı olarak Türkiye’den Libya’ya gıda ve boya gibi muhtelif maddeler taşıyan Türk bandıralı gemiyi Doğu Akdeniz’de durdurarak saatlerce arama yapılmıştır.
4- Türk bandıralı geminin personelinin çektiği görüntülerde ve geminin güvenlik kamera kayıtlarında Alman askerlerinin, personele yönelik sert müdahalesi tespit edilmiştir.
5- Geminin Libya’ya yönelik silah ambargosunu ihlal ettiğinden şüphelenildiğinin ve arama görevinin Roma’daki İrini Operasyon Merkezi’nden verildiği resmen açıklanmıştır.

Bu koşullar altında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yapması gereken;
1- Operasyon Komutanı Tuğamiral Fabio Agostini,
2- Operasyon Komutan Yardımcısı Tuğamiral Jean-Michel Martinet,
3- Kuvvet Komutanı Theodoros Mikropoulos hakkında Uluslararası “Avrupa tutuklama emri” çıkartılmasıdır.

Bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslararası Hukuk çerçevesinde haklarını arayacağı ve hukuka aykırı yapılan işlerde konunun her zaman mahkemeye götürüleceğinin mesajını verilmelidir.

Ki; Türkiye’nin AET ile 12 Eylül 1963 tarihinde imzaladığı Ankara Anlaşması ve 1970 yılında imzalanmış olan Türkiye ve AET Anlaşma’nın Ek Protokolü, Ek Protokol ve Ortaklık Konseyi Kararları ile birlikte AET hukukunun bir parçası olduğunu kabul etmesinden sonra Avrupa Adalet Divanı, AET üye devletlerine saygı ve AET yasaları gereğince Türk vatandaşlarına ve işletmelere özgü haklar vermeye karar vermiştir.

Avrupa tutuklama emri, Avrupa Birliği’ne (AB) üye 28 ülke arasında herhangi bir şüphelinin tutuklanması, mahkemeye çıkarılması ya da gözaltına alınmasına izin veren hukuki bir düzenlemedir. Türkiye Cumhuriyeti aday ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin çıkardığı tutuklama emirlerini, tüm AB sınırları içerisinde uygulatabilir. Tutuklama emri, gözaltına alınma ve gerekli görülmesi halinde talepte bulunan ülkeye suçluların iadesini öngörmektedir.

Ankara Anlaşması ve Ek Protokolüne göre, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Tutuklama Emri çıkartma yetkisine sahiptir. Sahip olmadığı iddia edilse bile, yeni bir tartışma, hukuk ve haklılık kavramı yaratacaktır.

Devamını Oku

Prof.Dr.Ata ATUN; İzmir Depreminden Ders Almak

Prof.Dr.Ata ATUN;   İzmir Depreminden Ders Almak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İzmir’de yaşanan depremden alınması gereken büyük dersler var.

Bu deprem ile, yanlış arazi kullanımının, düzensiz yapılaşmanın, arazinin yapısına göre temel uygulanmamasının, kaçak kat inşa edilmesinin, yetersiz ve kalitesiz malzeme kullanılmasının, yetersiz altyapının, hizmetlerin, servislerin ve çevresel düzensizliklerin önlenmesinin ne denli gerekli olduğu ortaya çıktı.
Bu olumsuzlukların tekrarlanmaması ve hayata geçirilmemesi için ağır cezalar içeren yasaların yapılması ve uygulamaya konması, depremlerin ve doğal afetlerin verecekleri zararları gelecekte asgariye indirebilmek için, iyi bir başlangıç olacaktır.

Depremlerin önceden belirlenmesi çağımızın teknolojisi ile mümkün değildir. Doğanın bu karşı konulamaz gücüne karşı durmak mümkün olmasa da, depremin yaratacağı hasarları ve can kayıplarını akıllıca yapılacak yasalar ve alınacak koruyucu önlemler ile asgari seviyelere indirmek mümkündür.

İzmir’de yaşanan talihsiz deprem sonrasında, ekranlarda izlediğimiz birçok apartman yöneticisinin, aldıkları çürük raporundan sonra kat maliklerinin herhangi bir güçlendirmeye gitmek istemediklerini ve bu nedenle de can kaybı sayısının fazla olduğunu açıklaması, alınması gereken en önemli derslerden bir tanesidir.

Doğal Afet Sigortaları Kanunu’nun (DASK) 18 Ağustos 2012 tarihinde yürürlüğe girmesiyle zorunlu deprem sigortası uygulaması başlatıldı. Bu uygulamanın faydası, depremlerde yıkılan veya da hasar gören binaların, sigorta garantisi kapsamında tamiri veya da yeniden inşa edilmesi ile ev sahiplerinin maddi kayıpları asgariye indirmek oldu. Maddi hasarları asgari indirmek yönünde çok iyi bir uygulamaya dönüştü DASK.

Aynı yöntem ve düşünce ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığından lisans almış kuruluşların incelemeleri sonunda bir binaya çürük raporunun verilmesi durumunda, bu binanın belirlenmiş bir zaman dilimi içinde yıkılması ve yeniden inşa edilmesi ile can kaybı büyük ölçüde azalacaktır.

Yeniden yapılacak binanın kim veya kimler tarafından ödeneceği, devletin koyacağı katkı payı, en adil şekilde, ülke gerçekleri ile bağdaşacak şekilde saptanabilir.

KKTC’de de binalar deprem yönetmeliğine göre yapılmalı, dere yataklarına ve yumuşak zeminlere imar izni verilmemeli, DASK mecburi olmalıdır. Depremin değil bilinçsizliğin öldürdüğü gerçeğini akıldan çıkarmadan hazırlık yapmak bizi koruyacak, böylesi acılar yaşamamıza engel olacaktır.

Devamını Oku

Prof. Dr. Ata TUN ABD’nin S-400 Rahatsızlığı

Prof. Dr. Ata TUN   ABD’nin S-400 Rahatsızlığı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan S-400 karadan havaya Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemini alması kendisini dünyanın jandarması olarak addeden, kısaca NATO olarak anılan Kuzey Atlantik Paktı’nın kurucusu ve yöneticisi ABD’yi belli ki çok rahatsız etti. Önce Türkiye’yi uyardı, ardından “Sakın alma, sana yaptırım uygularım, ekonomini batırırım, askeri gücünü de felç ederim” tehdidinde bulundu.
Türkiye Cumhuriyeti bu tehditleri dikkate almayınca, iş çarıkları giyerek fiilen yaptırımlar uygulamaya koymaya geldi.

İlk adım ekonomiyi çökertme üzerine atıldı ve Türk Lirasını itibarsızlaştırmak için özellikle Londra Borsası devreye sokuldu ancak Türkiye ekonomisinin 2000’li yıllardan kalan bu tür yaptırımlara karşı olan bağışıklığı dikkate alınmadığından, biraz can yakmış olsa da beklenilen “pes ettirme” sonucunu vermedi.

ABD ikinci yaptırım adımını diplomatik kulvarda attı ve Türkiye’de ABD vatandaşları ile yabancılara yönelik terör saldırıları olabileceği duyurusu ile ABD Dışişleri Bakanlığı kendi vatandaşları uyardı, Ankara, İstanbul, Adana ve İzmir’deki ABD misyonlarının görevlerini geçici olarak askıya aldı.

Tüm bunların üzerine, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında, Ermenistan’ın 1992 yılındaki sözde savaş yeteneklerini ortaya koyamaması ve Azerbaycan ordusu karşısında ağır bir hezimete uğramasının gerçek nedenini Türkiye’nin kayıtsız, koşulsuz Azerbaycan’ın yanında yer almasına bağlayan ABD, Türkiye’ye yaptırım uygulamak için kendine bir bahane daha yaratma çabası içine girdi.

Girmesine girdi de, ABD ve İsrail’in Türkiye’nin güney sınırları boyunca terör koridorları oluşturma gayretleri ve İsrail’in kontrolü altında bir terör devleti kurma girişimleri Türkiye tarafından ne pahasına olursa olsun önlenince, işler çığırından çıktı.

Olayı iki adım geriden okumaya başlayalım;1947 yılında başlayan ABD-Türkiye ittifakı ve dostluğu, Marshall yardımı adı altında ekonomisinin ağır sanayiden budanmasına, IMF tarafından parasının ve Merkez Bankasının acımasızca denetim altına sokulmasına ve eğitim sisteminin yozlaştırılmasına rağmen 65 sene ABD’nin sıkı kontrolü altında devam etti. Bu ağır ABD hegemonyasına başkaldıran siyasiler 27 Mayıs 1960’da ve 12 Eylül 1980 tarihinde ABD tarafından organize edilen darbelerle politikadan uzaklaştırılmalarına rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan 3. askeri darbe başarısız oldu ve Türkiye, ABD’den kopmaya başladı.

S-400 krizi de ABD’nin bu başarısız askeri darbe girişiminden sonra ortaya çıktı.

***
1993-2003 yılları arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanlığı yapan Glafkos Klerides döneminde GKRY’nin Türkiye’ye karşı kullanmak amaçlı Rusya’dan satın aldığı S-300 füzelerini, Türkiye’nin tehdidi sonrasında Kıbrıs yerine Yunanistan’ın Girit adasına konuşlandırmasına ses çıkarmayan ABD’nin Türkiye’nin S-400 almasından çok rahatsız olmasının nedeni aslında başka.

ABD’nin NATO ülkelerinde sattığı savaş uçakları ile karadan havaya ve havadan havaya atılan füzelerin tümü, ABD ile İsrail savaş uçaklarını ve füzelerini dost olarak algılıyor ve onları “düşman uçağı veya füzeleri” olarak tanımlamıyor. Yani ABD veya İsrail uçakları/füzeleri bir savaş anında Türkiye’ye karşı kullanılırsa, Türkiye’nin bunları önleme ve düşürme olasılığı yok.

Ama Türkiye’nin elinde NATO üyesi olmayan Rusya Federasyonu’nun ürettiği ve ABD ile İsrail uçaklarını “Düşman” olarak tanımlayıp ölümcül darbeyi vurabilen S-400 füzelerinin olması, bir gün gerektiğinde Türkiye’ye savaş açma/saldırma niyetinde olabilecek ABD, İsrail veya NATO ülkelerinin orduları için tam bir baş belası.

İşte ABD’nin bir türlü kabullenemediği ve Türkiye’ye ısrarla “Geri ver” diye emirler yağdırdığı, tehditler savurduğu S-400’lerin özelliği bu.
Gördüğünüz gibi olay tamamen, Türkiye’ye saldırma ihtimalinin ortadan kalkması ihtimali üzerine kurgulanmış bir prodüksiyon.

Devamını Oku

Prof. Dr. Ata ATUN Doğu Akdeniz’de Dengeler Tekrardan Değişti

Prof. Dr. Ata ATUN   Doğu Akdeniz’de Dengeler Tekrardan Değişti
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2007 yılından beridir uygulamaya koymaya çalıştıkları bölgeye hakimiyet çabaları ve Sevilla Haritası senaryosuna büyük bir darbe vurmuş, AB ve Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nde büyük bir şok yaratmıştı.

Geçen hafta gerçekleşen KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ABD’nin, AB’nin ve KR Yönetimi’nin tüm girişim ve çabalarına rağmen Sayın Ersin Tatar’ın kazanması Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yarattığı güç dağılımı değişikliğini daha belirgin hale getirdi ve bölgedeki siyasi dengeler tamamen Türkiye ve KKTC tarafında ağır basmaya başladı.

Doğu Akdeniz bölgesinde doksanlı yılların sonunda tespit edilen hidrokarbon yatakları Kıbrıs adasına yeni bir önem kazandırdı.

2004 yılında adanın yerlileri olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların önüne konan Annan Planının amacı gerçekte, adayı bölünmüşlükten kurtarmak görüntüsü altında Türkiye’nin Kıbrıs adası ve Doğu Akdeniz üzerindeki haklarını budamak ve Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmaktı.

Kıbrıslı Rumlar AB’nin ve ABD’nin bu senaryosunu bilmediklerinden, AB’ye girişlerini garantiledikten sonra, Annan Planı oylamasında AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verhougen’e yalan beyanda bulunarak, ustalıklı bir Biznas entrikası ile “Hayır” oyu verip AB üyesi oldular. Akıllarındaki de “biz AB’yi arkamıza alır, Türkiye’yi adadan atarız” idi, ama bugüne değin bunu başaramadılar.

Doğu Akdeniz’den Türkiye’yi uzaklaştırmak için ustalıkla 2007 yılında sahneye konan Sevilla Haritası’da bir işe yaramadı ve son çare Kıbrıs adasını sözde birleştirerek, Münhasır Ekonomik Bölgesine uluslararası tanınırlık kazandırıp Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmak planını yürürlüğe koymak istediler.

Senaryo basit ve hukuki adımlardan oluşmuş, ustalıklı bir plan haline getirildi ve yürürlüğe kondu.
KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde, AB yanlısı bir aday desteklenecek,
Kıbrıs Müzakerelerini sürdüren liderlere baskı yapılıp, zoraki bir birleştirme planı kabul ettirilip imzalatılacak.
Birleşik bir Kıbrıs Devleti kurulacak ve sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine AB’ye üye devlet yapılacak..
Birleşik Kıbrıs Devletinin Doğu Akdeniz’i olduğu gibi kapsayan Münhasır Ekonomik Bölgesi ilan edilip, alel acele BM tarafından tescil edilecek.
Kabul edilen bu Münhasır Ekonomik Bölgenin bir kısmı direkt olarak Yunanistan’a ve Birleşik Kıbrıs Devleti’ne, tümü de endirekt olarak da AB’ye ait olacak.
Türkiye’nin, yeni ilan edilen ve AB üyesi olan bu devletin Münhasır Ekonomik Bölgesi ile bağı, her tür ekonomik ve askeri müdahaleler ile kopartılacak, Türkiye bu bölgeye sokulmayacak.
Yunanistan ve yeni Kıbrıs Devleti ekonomik olarak büyük bir zenginlik kaynağına sahip olacak.

İşte 18 Ekim Pazar günü KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimini Sayın Ersin Tatar’ın kazanması ile bölgede yer değiştiren güç dengesi ve bozulan batılı senaryo bu.

Doğu Akdeniz’e artık hakim olan Türkiye ve KKTC.
Doğu Akdeniz’de yer alan Mavi Vatan sınırları tartışmasız olarak uygulamaya kondu ve şer ittifakları arık buna mani olamayacaklar.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.