03 Ağustos 2020 Pazartesi
Azerbaycan'dan tanınmaya yönelik tam destek mesajı
Sağlık Bakanı Dinçyürek, Salih Miroğlu’nu andı
Prof. Dr. Ata Atun; Biz İsyan Etmedik
Atilla ÇİLİNGİR; ONLARIN ACILARI SESSİZ AMA ÇOK DERİNDİR…
Aydın AKKURT; 21 ARALIK, GİRİT VE KIBRIS
Antalya’da tıbbi aromatik bitkilerin yaygınlaştırılması ve bilinçli tarımla üretilmesi için çalışma yapılıyor
Lozan Barış Andlaşması’nın imza edilmesi, milletimizin kaderinde kuşkusuz en önemli dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır.
Andlaşma’nın imza edildiği 24 Temmuz 1923 gününün 97. Yıldönümü kutlu olsun!
Vatanı elinden alınmak istenmiş olan Türk Milleti, Mustafa Kemâl Paşa’nın emsalsiz önderliğinde 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî istiklâl ve egemenlik mücadelesini 9 Eylül 1922 Cumartesi günü kesin bir askerî zaferle sonuçlandırmıştır.
Bu zafer, Garp Ordularımızın Komutanı ve TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Andlaşması ile taçlanmıştır.
Atatürk’ün Andlaşma’nın imza edildiği gün İsmet İnönü’ye gönderdiği tebrik mesajının Büyük Nutuk’da yer alan metni şöyledir:
“Lozan’da Delege Heyeti Reisi, Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri’ne,
Millet ve Hükümet’in Zatıâlileri’ne vermiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakiyetle tamamladınız. Memlekete bir dizi faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa kavuştuğu bugünde parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün Delege Heyeti üyelerini teşekkürlerle tebrik ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal”
Atatürk Büyük Nutuk’unda Lozan Barış Andlaşması’nı şu ifadelerle değerlendirmiştir:
“….Bu andlaşma, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir! ”
Lozan Barış Andlaşması, Türkiye’nin, mutlak bağımsız ve egemen bir devlet ve milletlerarası camianın hukuken eşit bir üyesi olarak doğduğunu tescil eden belgedir.
TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü “Türkiye Cumhuriyeti” olarak ilân ettiği Devletimizin tapu senedi mahiyetindedir.
Bu tapu gelecek kuşaklara, yani bizlere, titizlikle muhafaza etmemiz gereken pahabiçilmez değerde bir miras olarak bırakılmıştır.
Büyük Atatürk’ün “…Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünün, O’nun gelecek kuşakların bu tapuyu titizlikle muhafaza edeceklerine, Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatacaklarına olan inancının ve itimadının ifadesi olduğu muhakkaktır.
Ulu Önderimiz Atatürk’ün güvenine lâyık olmak bizler için yüce görevdir.
Lozan Barış Andlaşması’nın 97. yıldönümünde başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, İsmet İnönü’yü, Lozan Konferansı’ndaki heyetimizin vatansever üyelerini, o dönemde Milletimizi TBMM’de temsil etmiş olan Vekilleri ve İstiklâl Savaşımızın aziz şehitlerini ve gazilerini rahmet, şükran, minnet ve saygıyla anıyorum.
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtımızın 46. Yıldönümü ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Barış ve Özgürlük Bayramı kutlu olsun!
Bu anlamlı Bayram’ın KKTC’nin çatısı altında ilelebet kutlanmasını gönülden dilerim.
Kıbrıs Barış Harekâtımız, şanlı ve kahraman Silâhlı Kuvvetlerimizin en anlamlı ve çok amaçlı zaferlerinden biridir. Türkiye’nin güvenliğini koruma, Kıbrıs Türk varlığının idamesini sağlama ve Kıbrıs’ın bir Yunan adasına dönüşmesini kesin biçimde önleme amaçlarıyla gerçekleştirilmiştir.
Millî çıkarlarımızın korunması ve Kıbrıs’ın bir istikrarlı barış ve huzur adası haline getirilmesi uğruna Kıbrıs Barış Harekâtımızda şehit olan ve gazilerimizden hayata veda eden kahramanlarımızı rahmet, minnet ve tazimle anıyorum. Hayatta olan gazilerimizi şükran, minnet ve saygıyla kucaklıyorum.
Yunanistan’ın bir oldubitti şeklinde Ada’da gerçekleştirdiği darbe üzerine gereken diplomasiyi süratle gerçekleştiren, Ankara’da koalisyon ortakları arasında ve muhalefet Partileriyle istişareyi hızla tamamlayıp 1960 Garanti Andlaşması’na göre Türkiye’nin sahip olduğu Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunma hakkının kullanılması kararını alan Başbakan Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan’ı ve 5 gün içinde gereken hazırlıkları tamamlayarak harekât emrinin icra edilmesini sağlayan TSK’nın her kademedeki Komutanlarını rahmet, şükran ve saygıyla anıyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtımız, Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs adasını Yunanistan’ın egemenliği altına alma – ENOSİS – tarihî emel ve hedeflerinin gerçekleşmesine Türk Milleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin izin vermeme azim ve iradisini açık ve somut biçimde ortaya koymuştur.
Kıbrıs Barış Harekâtımızdan sonra gerçekleşmesi mümkün olan siyasî ve diplomatik gelişmelerle Kıbrıs adasında doğal çözüm şeklinin temel taşları döşenmiştir. Bu temel taşları üzerinde Kıbrıs Türk halkının bağımsız iradesiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kalıcı barışın, demokrasinin sembolü bir abide olarak yükselmiştir.
Geçen 46 yıl içinde Kıbrıs konusu çerçevesinde yaşananlar, federal çözüm şeklinin romantizmin, hayalciliğin ürünü olduğunu çarpıcı biçimde kanıtlamış bulunmaktadır.
Bu romantizmin, hayalciliğin 24 Nisan 2004’de “federal çözüm” şeklinin Kıbrıs Rum halkı tarafından reddedilmesiyle aslında yok olması gerekirdi. Çünkü 2004’den sonra yaşananlarla da Kıbrıs ile ilgili gerçekler çok daha belirgin ve somut şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu gerçeklere rağmen günümüzde “federal çözümü” bir tutku, saplantı olarak savunmaya devam edenlerin niyetlerinin, Ada’da, bölgede ve hatta küresel plânda istikrarlı bir barış ortamının yaratılması olmadığını anlamanın, idrak etmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Doğu Akdeniz’de “suları bulandırarak balık avlama” ve Türkiye’nin ve KKTC’nin millî çıkarlarına set çekme peşinde olanlara ve bu emellere hizmet edenlere meydan boş bırakılmamalıdır.
Türkiye’de ve KKTC’de siyaset kurumu Ada’da iki bağımsız ve egemen devletin varlığı ve Türkiye’nin 1960 Andlaşmalarından kaynaklanan “fiilî” ve “etkin” hak ve yetkilerinin devamı temelinde çözüm hedefinde birleşmelidir. Bu hedef dışında güdülecek çözüm hedefleri, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının 1960’da elde ettiği kazanımların ve Türkiye’nin ağır bedeller ödeme pahasına gerçekleştirdiği Barış Harekâtımızın sonuçlarının zaman içinde yok olması neticesini doğuracaktır. Bu sonuçları tahmin etmek ve görmek artık bir kehanet veya dirayet ve basiret işi olmaktan çıkmıştır. Hasımlarımızın niyetleri apaçık bellidir.
KKTC Cumhurbaşkanlığı ve Kıbrıs Türk Halkı, içinde Türkiye’nin de tam üye olarak yer almadığı Avrupa Birliği’ne Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamanarak katılmanın sonuçlarını da çok iyi hesap etmelidir.
Rumlar oyunlarını gayet açık biçimde oynamaktadırlar. Rumların ve Yunanistan’ın sonunda “osmosis” sağlayacak bir çözüm şekli dışında başka bir çözüme itibar etmeyeceği bellidir. Türkiye’nin ve KKTC’nin bundan böyle izleyeceği yolda kararlılığını göstermek üzere KKTC’nin Türkiye’ye ilâve olarak başkaca Devletler tarafından da tanınmasına yönelik girişimlere başlanılmalıdır.
BM tarafından tanınmış ve AB üyesi olan sözde “Kıbrıs Hükûmeti’nin”, BM’nin, AB’nin vs. müzakere çağrılarındaki, tavsiyelerindeki art niyet bellidir: KKTC halkının iradesine takılmış olan pranganın Kıbrıs Türk halkı pes edinceye kadar devam ettirilmesidir. “Müzakere süreci devam ediyor, aman pişmiş aşa su katmayın” sözleriyle KKTC’nin diplomatik tanınma sürecinin engellenmesidir.
Kıbrıs Türk halkının her türlü askerî, siyasî ve ekonomik saldırı ve baskı karşısında millî duygularla, cesaretle, kahramanlıkla, fedakârlıkla, metanetle, kararlılıkla gösterdiği efsanevî direnişine, Millî Dava’ya hizmet anlayış ve duygusuyla önderlik ve rehberlik etmiş olan Dr. Fazıl Küçük’ün ve KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ın aziz hatıralarını rahmet, sevgi ve saygıyla yad ediyorum.
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı “Türk tarafı BM parametrelerini çöpe atma yanlışına düşmeyecek…” demiş. Peki, doğru hareket Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ortadan kaldıracak olan Birleşmiş Milletler (BM) parametreleri temelindeki çözüm mü? Sayın Akıncı bu tarihî yanlışlığı mı yapmak istiyor?! Türk Milletinin bu yanlışlığa izin vermeyeceğine inanıyorum. Türk milleti KKTC’nin kuruluşuna destek vermiştir. 15 Kasım’da KKTC’nin kuruluşunun 34. yıldönümü kutlanacaktır.
Kıbrıs adasında gerçekçi çözüm Ada’daki gerçekleri dikkate alan çözümdür. Ada’da iki halk ve iki ayrı egemen ve bağımsız devlet vardır. Gerçek budur. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin (BMGS) “iyi niyet” görevi çerçevesindeki müzakereler Ada’daki gerçekleri dikkate almamaktadır. BMGS’nin iyi niyet görevi Ada’daki Rum yönetiminin Kıbrıs Türk’ünü de temsil ettiğini varsaymaktadır. Bu varsayımla 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını kabul etmektedir. BM parametreleri sadece “Kıbrıs Cumhuriyeti” temelinde ve çatısı altında sözde federal çözüm üretebilir. Gerçekçi ve yaşayabilir çözüm Türkiye de AB üyesi olunca ortaya çıkabilir. O zamana kadar KKTC ve Rum devleti dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği ilişkileri içinde yana yana yaşamalıdır.
Rahmetli Adnan Menderes’in Başbakan olduğu dönemde yapılan 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları korunmalıdır. Ada’dan 1878 yılında ayrılmak zorunda kalmış olan kahraman Türk askeri bu Antlaşmalar sayesinde 1960’da Ada’ya dönmüştür. 1960 Antlaşmaları Türkiye’ye Kıbrıs ile ilgili olarak “etkin” ve “fiilî” garantörlük hak ve yetkileri vermiştir. Bu yetkileri kullanarak TSK 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtımızı zaferle sonuçlandırmıştır.
Barış harekâtındaki aziz şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyor, kahraman gazilerimizi şükran ve muhabbetle kucaklıyorum.
Ada’da 43 yıldır hüküm süren ve müzakereye de imkân veren sükûnet ortamı Türk askerî varlığının sayesindedir. 2017 Cenevre Konferansları da Rumların Kıbrıs Türk halkını eşit ortak olarak kabul etmediğini ortaya koymuştur. Rumlar ve Yunanistan 1960 Antlaşmalarının ilgasını ve Türk askerî varlığının tamamen adadan çekilmesini istemektedir. 1974’den bu yana Rumlar 7. kez BM zemininde ortaya çıkan çözüm imkânını reddetmiştir. Konferans sonuçsuz kalınca Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu Çavuşoğlu Birleşmiş Milletler parametrelerinde ısrar etmenin anlamının kalmadığını söylemiştir. Doğrusu budur. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da aynı yönde beyanda bulunmuştur.
BMGS, Cenevre Konferansları hakkında yayınladığı raporunda uzlaşmaz tarafı işaret etmekten kaçınmıştır. Konferansın başarısızlığının sorumluluğunu iki tarafa da yükleme kolaycılığına gitmiştir. BMGS Raporunda Kıbrıs’a askerî müdahale hakkı veren garanti sisteminin “sürdürülemez” olduğunu belirtmiştir. Böylece BMGS Rumlardan ve Yunanistan’dan yana taraf olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü Rum – Yunan tarafının garanti sisteminin iptalini öngören pozisyonuna arka çıkmıştır. Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlıkları BMGS’nin raporunu eleştiren açıklamalar yapmışlardır. Dışişleri Bakanlığımız açıklamasında “sürdürülebilir bir çözümü” Türkiye’nin destekleyeceğini vurgulamıştır. Dışişleri Bakanlığımız “sürdürülebilir” bir çözümün unsurlarını belirtmemiştir. Bu eksikliktir. Oysa Rum – Yunan tarafı istedikleri çözümün unsurları hakkında pervasızca çok açık konuşmaktadırlar. Onlara göre “sürdürülebilir” çözüm Türkiye’nin garantörlüğünün ve Ada’da Türk askerî varlığının olmadığı çözümdür. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığımız açıklamasında BM zemininde yeni bir müzakere sürecine kapıyı açık bırakmıştır. Bu da Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Çavuşoğlu’nun yukarıda kaydettiğim demeçleriyle çelişen bir tutumdur. Türkiye’nin 2004’de “artık bu defter kapandı” dedikten sonra 2008’de müzakerelerin yeniden başlamasına razı olmasını hatırlatmaktadır.
Sayın Akıncı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın BMGS’nin iyi niyet görevine, yani BM parametreleri temelinde görüşmelere açık bırakması kapıyı açık bırakıyor olmasını hayretle karşılıyorum. Çünkü, Rum tarafı görüşme sürecinde yaptığı büyük teklifleri geri çektiğini açıklamıştır. KKTC müzakere heyeti de yaptığı bütün önerilerin, açılımların yok hükmünde olduğunu açıklamalıdır. KKTC’nin ve Türkiye’nin çözüm arayışlarına mahkûmmuş gibi davranması, Rum – Yunan tarafını masada daha da katı hâlâ getirmektedir. KKTC’nin Türkiye’den başka Devletler tarafından da diplomatik yoldan tanınmasını teminen diplomasi girişimleri başlatılmalıdır. Kıbrıs adasındaki iki halk ileride gerçek bir federasyon veya konfederasyon çatısı altında birleşmek isterse bunun müzakeresi iki bağımsız ve egemen devlet arasında tam eşit düzeyde yapılmalıdır.
BM zeminindeki müzakerelerin başladığı 1968’de doğan bir Kıbrıslı soydaşımız bugün 49 yaşındadır. Bu 49 yıl çözüm arayışlarıyla Kıbrıslı soydaşlarımızın belirsizlik içinde ömründen çalınmış yıllardır. Soydaşlarımızın artık geleceklerinin 1 yılının dahi belirsizlik içinde geçmesine tahammüllerinin kalmadığına eminim. Sürdürülebilir bir çözüm için Ada’da Türk askerî varlığı ve Türkiye’nin etkin ve fiilî garantörlüğü vazgeçilemez unsurlardır. Bu unsurlar Ada’daki Türk varlığının idamesi ve Türkiye’nin millî güvenliği korunması için olmazsa olmaz niteliktedir. Kıbrıs konusu Türkiye için millî bir davadır. Bu anlayış ve ruhla ele alınmalıdır
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.