NACAK GAZETESİ- Yurdundan sürgün edilen Rauf Raif Denktaş, her ne pahasına olursa olsun vatan bildiği topraklara dönme kararındadır.
Yüreğini yakan vatan hasretine ve Mücahitlerin “gel” çağrıları üzerine, Türk Hükümeti’nin bilgisi dışında TMT’nin ilk Lideri Albay Rıza Vuruşkan’la birlikte 1964 yılında Erenköy’e doğru yola çıkar. “Beni de götürünüz” diyerek ellerine sarılan oğlu Raif Denktaş’a “annen ve kardeşlerin sana emanet” diyen Rauf Raif Denktaş, Başbakan İsmet İnönü’ye iletilmesi için aşağıdaki mektubu bırakır:
Denktaş’ın, Başbakan İsmet İnönü’ye mektubu
30 Temmuz 1964
Pek Muhterem Paşam,
Nihayet Kıbrıs’a gidebilmek imkânı buldum. İnandığım bir dava uğruna fiilen hizmet etmek fırsatı bana verildiği için müteşekkirim.
Anavatan’a tamamen inanan ve bütün gençliği ve halkı bu inanca sürükleyen bir kimse olarak, Kıbrıs davasını yalnız başımıza halledemeyeceğimizi, Anavatan pek yakın bir gelecekte yardımımıza gelmediği takdirde hepimizin de mahvolacağını biliyorum; Anavatan’ın yardımımıza geleceğine inanıyorum ve bu inançla gidiyorum.
Mansura – Koççina bölgesine vuku bulacak herhangi bir hücum Yunan komandoları tarafından yapılacaktır. Bu bölgede Kıbrıs Türkü’nün yüksek tahsil gençliği nöbettedir. Bunları takviyesiz bırakmayacağınıza eminim. Lütfen ve merhameten bu bölgeye komando birlikleri göndermenizi rica ederim.
Kıbrıs Türkü, son boykotlar ve tevkifler dolayısı ile ve Rumların ithal ettikleri malzeme ve personel karşısında takatlarının sonuna gelmişlerdir. Mücadele birkaç ay daha bu şartlarla uzatıldığı takdirde çöküntü başlayacaktır. Size inanıyoruz; son darbeyi indireceğiniz günü bekliyoruz. Türk Milleti’ne yeni bir zafer kazandıracağınıza eminiz. Hürmetle ellerinizden öper, başarılar dilerim Paşam.
Saygılarımla
Rauf R. Denktaş
İnönü mektubu arşive gönderir.
SAVAŞ ALANINDA
Denktaş Erenköy’de
Ağustos 1964… Kıbrıs Türkü’nün Türkiye ile olan yegane irtibat kapısı olan Erenköy 20 mil kare bir sahayı kapsamaktadır. Ankara’da “Türk Kalesi” olarak bilinir. Millerce uzayan bir sahile sahiptir. 5 Türk köyü bu bölgede güvenlik içinde yaşamaktadır. Bölgeye üniversite öğrenimi gören 650 kadar mücahit çıkmıştır. Köylü mücahitlerin de takviyesi ile bin kadar Kıbrıslı Türk bu önemli bölgeyi korumaktadır.
ERENKÖY’DE İSYAN HAVASI
Denktaş’ın Ankara’da çile doldurduğu bir gün, Erenköy’den tanıdığı, silah taşımakta öncülük yapan Mahmutoğlu kardeşlerin küçüğü Celal Ankara’da çıkagelir. Erenköy’deki durumun hiç de iyi olmadığını anlatır. Komutana büyük tepki vardır. Erenköy halkı adeta isyan içindedir.
Gerekli girişimler yapılır ve komutan geri alınır. Yeni komutan olarak TMT’nin esas kurucularından Rıza Vuruşkan görevlendirilir. Vuruşkan’la Denktaş’ın da Ada’ya çıkabileceği kararlaştırılır. Bundan İnönü’ye ve Denktaş Ada’ya çıkıncaya kadar Dışişlerine bilgi verilmez.
Denktaş anılarında Erenköy’den şöyle bahseder:
Erenköy benim için aziz hatıralarla dolu bir yerdir. Gönüllü köylüler ufacık sandallarında, Türkiye ile ilk irtibatı buradan kurmuşlardı. Bu yolda can verenler de vardı içlerinde… Ada’ya ayak basarken bu gönüllü kahramanlardan birisi ile karşılaşmıştım, bana sarılmış, öpmüş ve bütün saflığı ile “Gelmeseniz olmaz mıydı Denktaş Bey?” deyivermişti. Şaşakalmıştım. Ne demek istediğini sordum. “Yani… şimdi Rumlar sizin burada olduğunuzu işitirlerse bize hücum etmezler ve sizi öldürmezler mi diye düşündüm?” dedi. Ne cevap vereceğimi şaşırmıştım.
Hakikatte Rumlar üç günden beri bölgenin etrafına yığınak yapmaktaydılar. Bölgedeki Finlandiyalı askerler bu haberi getirmişlerdi. Ada’ya benimle gelen komutan, kıymetli arkadaş ve değerli bir asker olan Rıza Vuruşkan bu haberi alır almaz 48 saat uyumamış, bölgeyi gezmiş ve geri geldiğinde bana, “Rauf Bey, Rumlar bugüne kadar buraya neye hücum etmediler? 20 mil kare araziyi 650 genç koruyamaz. Ne mevzi ne istihkâm… Ben bu çocukları burada boşu boşuna öldürtmem” demişti.
Durumun vahameti Ankara’ya bildirilir ve komando takviyesi istenir. Cevap “Sakin olunuz. Bir şey olmaz. Makarios BM Genel Sekreterine de saldırı niyeti olmadığını teyit etti” denir.
Denktaş, Erenköy’den Lefkoşa’ya gidişini koordine edenlerin harekete geçmesini beklemeye başlar.
DENKTAŞ’IN ERENKÖY ANILARI
31 Temmuz 1964: Rıza Vuruşkan gelip Basın Sitesi’nden aradı… Alel acele hazırlandık.
Oğlum Raif’in bakışlarından benimle gelmek istediğini anlıyorum… “Yaşın biraz daha büyük olsaydı…” diyorum. Henüz 12 yaşında. “Evin erkeği artık sensin, beni utandırma” diyorum. “Merak etme baba” diyor.
Garip bir ayrılık hissidir bu. Allahaısmarladık.
Saat 11.30’da Erenköy’deyiz. 8 aylık bir ayrılıktan sonra Kıbrıs’a ayak basıyorum. İçimde tuhaf bir his var. Sanki Kıbrıs’a değil de işgal altında bulunan bir Anadolu parçasına geldim.
Bizi karşılayanlar hep yorgun, bitkin insanlar. “Hoş geldin” diyorlar. İçlerinde ağlayanlar da var.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Kıbrıs’tayım artık… Kıbrıs’ta!..
Ve bir bubi tuzağında canlarını kaybeden iki şehidimizi gecenin karanlığında alel acele gömüyoruz. Denizde Yunan hücumbotlarının silueti bizi izlemekte. Acı bir başlangıç.
1 Ağustos 1964: Burası Türklerin kalesi, Yegâne nefes borusu. Lefke’ye kadar toprağı fethetmek isteyenlerin yeri. Erenköy’e iner inmez ilk istihbaratı alıyoruz:
Rumlar dört bir tarafta yığınak yapmışlardır. 2-3 güne kadar genel bir hücuma geçeceklerdir.
Yeni komutan Rıza Vuruşkan vakit kaybetmeden vazife başı ediyor. Bu bölgede kuvvetler nelerdir? Teşkilât nedir? Nasıl mevzilenmiştir?
Küçük bir köy odasındayız. 2 yataklı bu odada Komutan yatıyor ve aynı zamanda karargâh olarak da kullanıyor.
2 Ağustos 1964: Sabahleyin erken kalktım. Köylülerle, Mücahitlerle konuşuyorum. Konu hep ayni:
Türkiye yardımımıza gelecek mi? Sonumuz ne olacak? Daha ne kadar dayanacağız, ne kadar zaman dayanabileceğiz?
Mücahitlere bakıyorum. Üniversite gençliği en müşkül şartlar altında çarpışıyor. Hepsi de yorgun. Hepsi de ümitli. Köy Mücahitleri de ayni durumda.
3 Ağustos 1964: Bugünden itibaren tarih ve gün bahis konusu değil artık. Gün doğuyor; mevzilerden ateş başlıyor. Gün batıyor, ateş azalıyor. Yorgun Mücahitler köy kahvesine doluyor, yerlere oturup kendi aralarında konuşuyorlar, şakalaşıyorlar.
Alevkaya’sına gittim. Gençler aslan. Battaniyeleri yok; 80 kişiye 10 yatak. Kış geliyor.
Ne olacak?
Bu iş kışa kalmaz inşallah.
Köylüler ümitli haber istiyor. En iyimser bir şekilde konuşuyorum. Dayanmamız lazım.
Dayanacağız.
4 Ağustos 1964: Makarios, en son olarak yeniden Birleşmiş Milletlere kesin teminat vermiş, Erenköy bölgesindeki Türklere saldırmayacaklarını teyit etmiş…
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı yalan söyleyecek değil ya!…
Bölgeye saldırmak hazırlığı içinde oldukları görülüyor.
İsveçlilerden aldığımız habere göre Rumlar yığınaklarını tamamlamak üzeredir. Hücum mukadderdir.
5 Ağustos 1964: Beklenen saldırılar başlıyor…Rumlar, Piyenya ve Pirgo bölgesinden havan topları, sahra topları ve otomatik silahlarla, Mansura ve Bozdağ bölgelerine saldırdılar.
6 Ağustos 1964: Rumlar her şeyleri ile Ayyorgi istikametinden saldırıya geçtiler. Selçuklu’ya piyade taarruzu başlatıldı.
Selçuklu köyü etrafındaki mevzilerden Mücahitlerimiz çekilmek zorunda kaldılar.
Mücahitlerimizin boşalttığı mevzilere yerleşen Rumlar, Selçuklu ve Alevkaya köylerini yoğun bir ateş yağmuruna tuttular.
7 Ağustos 1964: Dillirga bölgesi denizden ve karadan ağır top ateşine tutuldu.
Mansura, Pahiammo, Alevkaya ve Mosfili bölgelerine karşı Rumların topyekün saldırısı sürmektedir. Aytotoro, Piyenya’dan açılan ağır bir ateş yağmuru altındadır.
Öğleden sonra saat 3.30’da Mansura’da elimizde bulunan Mali tepesi düştü.
Mansura ve Erenköy, denizden 40 mm.lik toplarla bombardıman edildi.
Ada sathında yüzlerce otobüs dolusu Rum “Türk’lerin denize dökülüşünü” seyretmek üzere bölgeye doğru yola çıkmışlardır. MAHİ gazetesi “Küçük Asya yenilgisinln intikamı alınacaktır” diye yazar!…
Ve bütün gece ateş devam eder.
8 Ağustos 1964: Alevkaya, Mansur, Bozdağ ve Selçuklu düştü.
Mücahitler geri çekiliyor…
Kadın ve çocukları Birleşmiş Milletler kendi kamplarına tahliye etmek ister. Kadınların cevabı “Biz erkeklerimizle kalacağız.”
Erenköy, bir tabak gibi, Rum mevzilerinin altında mahkum bir arazi halinde.
Öyle bir an geldi ki mukavemete devam ümidi yok oldu. Birleşmiş Milletler bize gelerek ne yapacağımızı sordu; “Rum ve Yunan zırhlı birlikleri süratle ilerlemektedirler, teslim olmaktan başka çare yok” dediler.
Komutan Rıza Vuruşkan’la istişare ettikten sonra kararımızı veriyoruz:
Sonuna kadar çarpışmak, teslim olmamak ve intihar etmek…
“O halde müsaade ediniz kadınları ve çocukları alıp gidelim” dediler. “Onlara sorunuz, gitmek isterlerse alınız” dedik. Birleşmiş Milletler askerleri kadınlara yaklaşarak tekliflerini yaptılar. Kadınlar hep bir ağızdan; “Biz erkeklerimizden ayrılmayız, öleceksek birlikte ölürüz” cevabını verdiler. Birleşmiş Milletler askerleri bu kahraman insanları selamlayarak “Good Luck” (bahtınız açık olsun) diyerek zırhlı araçlarına binerek uzaklaştılar.
Durumu Ankara’ya bildiriyoruz. Yarına zor dayanırız. Gelmezlerse Erenköy çökecektir.
Bazı gençler ağlıyor. Korkudan değil. Anavatan’ın bu kadar lakayt kalışına ağlıyorlar. “8 aydır bu yerleri müdafaa ettik, Türkiye gelecek, geldiğinde çıkacağı, yaslanacağı bir yer bulsun diye, meğer boşunaymış” diyorlar.
Bir Türk anası; “9 çocuğum var. 5’i kız. Rumlara bırakmam onları, denize götürüp boğacağım” diyor. Hıçkırıyor. Kadını kollarından tutup sarsıyorum.
Telsiz başında kan ter içinde telsizci çalışıyor, dinliyor. Cevap yok. Bunu etrafa duyurmamak için gayret sarf ediyoruz. Bir mesaj daha; bir tane de ben gönderiyorum.
Saldırı bütün şiddeti ile devam etmektedir. Rumlar kesin sonuç almak kararındadırlar. Yarın sabaha kadar direnebiliriz. Yardımımıza gelemezseniz, bunu engelleyen büyük milli bir neden olduğuna inanarak öleceğiz. Vatan sağolsun.
Birdenbire telsizci canlanıyor. Gözlerinde bir pırıltı var. Yazıyor ve okuyor:
Hava Kuvvetleri hareket emrini aldı, keşif uçuşuna geliyor.
Telefona sarılıyoruz. Mevzilere müjdeyi veriyoruz.
Ne büyük müjde.
Yorgun değiliz artık. Yalnız ve unutulmuş da değiliz.
Uçakları bekliyoruz.
Uzaktan bir şeyler görülüyor. Uçaklar diye fırlıyoruz. Gelenler uçaklar değil turnalar. Ebabülbül ordusu yerine, Turna ordusu geliyor diye şakalaşıyoruz da.
Ömer Sami Coşar üzüntü komasından çıkmış gibi. Fotoğraf çekiyor… “Bu iş oldu artık”.
Gözlerimiz Anadolu’ya yönelmiş…
Saat 17’00’de uçaklar geliyor. Dağlar inliyor. Sevinçten ağlayanlar, birbirlerine sarılanlar, havaya ateş edenler var… Kurtuluş bayramı… Türk kartallarının gölgesinde yeni bir hayata kavuşan binlerce insan Tanrısına şükrediyor.
Uçaklar bizi selamlayıp uzaklaşıyor. Rumlar kat’i neticeyi alacaklar.
Ateş şiddetleniyor…
9 Ağustos 1964: Sabahleyin Rumların hücumu yine şiddetleniyor. Epeyi bekledikten sonra Türk uçakları yine geliyor.
Sevinç içindeyiz. Gelen uçakların 64 olduğunu bilsek!…
Hâlâ, son Türk direniş noktasına akın akın gelen Rum kuvvetleri Pomo, Pahiammo, Limni, Poli, Piyenya, Alevkaya, Süleymaniye, Mansur ve Erenköy dolaylarında devamlı surette takip edilerek ateş altında bırakıldılar. Gençler, Rumlara geçen mevzileri almayı düşünüyorlar.
Tehlikeli. Hepsi o kadar yorgun ve bitkin ki. Yeni Komutan “Boşu boşuna can kaybı istemiyorum” diyor.
Haklı. Türk uçakları ayrıldıktan bir süre sonra göklerde yine uçaklar beliriyor. Herkes açığa çıkmış, tezahürat yapıyor. “Saklanın” diye bağırıyorum, dinleyen yok. Yunan uçakları saldırıyor ve halkı mitralyöz ateşine tutuyor. 3 şehit, 8 yaralı veriyoruz. Şehitlerden bir tanesi benim yanımda, yaralılardan biri benim ayaklarımın dibinde,.. Ölümün nasıl geldiğini, insanları nasıl biçtiğini yakından görüyoruz.
İsveçliler yine meydanda. Yaralıları alıyorlar., Köy kadınları köyü yine terk etmiyor. Herkes “Türkiye bu işe bu şeklide girdikten sonra canımız helal olsun” diyor.
Ankara’dan haber; “Personel ve malzeme geliyor.” Daha önce sabahlara kadar iki gece beklemiştik.
Seviniyoruz. Haberi yayıyoruz.
Nihayet geldiler, gidip bakıyoruz. Gelenler dört gün eğitim görmüş olan 40 Üniversiteli genç. Tepemiz atıyor. Bu mahkum bölgeye bu çocukları göndermeye kimin hakkı vardır? Durumun vahametini demek anlamamışlar.
Bizimle birlikte olan Ömer Sami Coşar elindeki silahı yere vurup, lanetler yağdırarak dağlara çıkıyor.
Rıza Vuruşkan yanıma gelip “Ankara bu işten hiçbir şey anlamış değildir. Ya sen, ya Ömer Coşar gidip anlatmalısınız” der.
Ve çıkıyoruz Ömer Sami Coşar’ı aramaya. Ama yok… Onu bulamıyoruz. Adam kızgınlıkla dağların yolunu tutup gitmiş.
Üniversiteli gençleri ve malzemeleri getiren gemi hareket etmek üzeredir. Rıza Vuruşkan “Denktaş Bey, sen gideceksin” der. Bunun üzerine silahımı Vuruşkan’a teslim ettim.
Ankara’ya gidip tekmil vermek için Erenköy’den ayrılıyorum…
10 Ağustos 1964: Ankara’ya doğru yolculuğum devam ediyor. Aklım, yüreğim Erenköy’de kaldı…
Bizimkiler şimdi ne yapıyor?
Ateşkes antlaşması imzalanmış…
GÜNDEM
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.