Egemenlik, self-determinasyon hakkıyla doğrudan bağlantılıdır.
Egemen olmayan bir halk, self-determinasyon hakkını kullanamaz…
Self-determinasyon hakkına sahip olmayan, bu hakta ısrar etmeyen bir halk, egemen bir halk olduğunu ileri süremez….
Halklar self-determinasyon haklarını kullanarak egemenliklerini ilan ederler ve bağımsızlıklarının tanınmasını, iradelerine saygı gösterilme-sini isterler…
Ayrılma hakkını da içermeyen ve self-determinasyon hakkını kapsamayan egemenlik, kısıtlı bir egemenlik olur. Elde edilen haklar da kısıtlı bir egemenlikle savunulamaz.
1960 Cumhuriyeti bize kısıtlı bir egemenlik tanımıştı.
Çünkü self-determinasyon hakkımız kısıtlanmıştı. Bize ayırımcılık yapılsa, saldırıya uğrasak bile ayrılma hakkımız yoktu. Anayasa ve anlaşmalar bunu yasaklamaktaydı.
Bu nedenledir ki Rumlar Devleti gasbederken bizi “ayrılıkçı” olarak lanse ettiler.
Oysa egemenlikle doğrudan bağlantısı ve içiçeliği nedeniyle self-determinasyon hakkı birçok uluslararası belgeye girmiştir.
“Devletler Arasındaki Dostane İlişkiler Ve İşbirliği” ile ilgili devletler hukuku prensiplerini belirleyen 24 Ekim 1970 tarihli “BM Genel Kurul Deklarasyonu’nda tüm halkların eşitliği ve self-determinasyon hakkı tanınmıştır.
Bu deklarasyonda şöyle denmektedir:
“Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptirler. Self-determinasyon hakkı ile halklar hiçbir dış müdahaleye uğramaksızın politik statülerini serbestçe belirleme ve serbestçe diledikleri ekonomik, sosyal, kültürel ve politik tercihi yapmak hakkına sahiptirler…”
1975 yılında Helsinki’de toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı sonucu yayınlanan “1975 Helsinki Nihai Senedi’nin 8. Maddesi” de tüm halkların self-determinasyon ve eşitlik hakkını tanımaktadır.
Bu maddede de şöyle denmektedir:
“Tüm halklar iç ve dış politik statülerini hiçbir dış müdahaleye uğramaksızın belirlemek özgürlüğüne sahiptirler…”
Yine 24 Ekim 1970 tarihli ve 2625 sayılı BM Genel Kurul deklarasyonunda, self-determinasyon hakkının hangi hallerde kullanılabileceği düzenlenmiştir.
Buna göre:
“Bir devlet, içinde yaşayan halklardan birine baskı ve ayrımcılık uyguladığı zaman, o halk için self-determinasyon hakkını kullanmanın koşulları doğmuş olmaktadır ve söz konusu halk bu hakkını kullanmak için dıştan da yardım talep edebilmektedir…”
“Tüm halkların self-determinasyon hakkına sahip olduklarını ve hak eşitliklerinin tanınması gerektiğini” ortaya koyan BM şartnamesinin ilgili maddesi ile ABD Kongresi’nin Şubat 1918 tarihli ortak toplantısında konuşan ABD Başkanı Woodrow Wilson da self-determinasyon hakkının temel bir hak olduğunu vurgulamıştır.
Ne ki bütün bu olgulara karşın hâlâ daha Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkı ve bunun bir sonucu olarak egemenliğinin tanınması talebi kabul edilmek istenmiyor. İstenmiyor ve halkımız mevcut yasadışı Rum devletine yamanmak isteniyor. Bize, işgalci Rum yönetimini meşru hükümet olarak tanımak ve Rum devleti içinde azınlık hakları ile yaşamak dayatılıyor…
ABD, “eski Sovyetler Birliği’ndeki ülkelerin self-determinasyon ve egemenlik hakkını tanıyınız” çağrısı yapacak ve tanıyacak…
“Aynı halktan oluşan iki Almanya’nın ayrı ayrı self-determinasyon hakkı vardır. Bu haklarını kullanarak birleştiler” denecek ve egemen iradeleri tanınacak…
İngiltere “Falkland’ın ve hatta “28 bin nüfuslu Cebelitarık’ın bile self-determinasyon hakkı vardır” diyecek… (Hem de Cebelitarık diye ayrı bir ülke olmamasına, orada yaşayanlar İspanyol olmalarına, bölge İspanya’nın doğal bir parçası olmasına karşın).
Ama sıra Kıbrıs Türk halkına gelince, “egemenliğiniz tanınamaz, sizin self-determinasyon hakkınız yoktur” denecek…
Hem de 1960 Cumhuriyeti’nin iki egemen eşit kurucu halkından biri olmamıza ve tarih boyunca hiçbir zaman Kıbrıs Rumları tarafından yönetilmememize ve kendi yönetimlerimize sahip olmamıza karşın…
Adalet bunun neresinde?
Bundan daha açık ayırımcılık mı olur?
SONUÇ
Sonuç olarak, egemen bir halkız. Egemenlik bir halk olduğumuz, azınlık olmadığımız için Self-determinasyon hakkına sahibiz. Egemenliğe dayanmayan, self-determinasyon hakkını içermeyen bir anlaşma kalıcı olamaz. Egemenliğe dayanmayan bir hak, bir eşitlik, kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Sonuç yokolmamız, kurduğumuz devletin, bağımsızlığın ve bunca yıllık emeğin, alın terinin yitirilmesi demektir. Bu nedenle bir anlaşma mutlaka iki egemen devlete dayanmalıdır. Kıbrıs’ta ancak merkezi yani güçlü bir federasyon değil; gevşek bir “Egemen Cumhuriyetler” ya da “Egemen Devletler Birliği” gerçekçi bir çözüm oluşturabilir.
Siyasi eşitliğimizi kabul edenlerin, tutarlı olabilmeleri için mutlaka egemenlik ve self-determinasyon hakkımıza da saygı göstermeleri gerekir. Aksi halde samimi değildirler, yalan söylemektedirler; gerçekte siyasi eşitliği de kabul etmemektedirler…
KKTC’Yİ YOK FARZEDEREK BİR ANLAŞMA YAPILABİLİR Mİ?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 15 Kasım 1983’te ilanı, Kıbrıs’ta tarihin akışını geri dönülmez şekilde belirleyen, 200 yıllık megali idea hayalinin ve bu hedef içindeki Enosis rüyasının gerçekleşmesine kapıları kapayan tarihi bir oluşumdur.
Bilindiği gibi ilk Megali İdea haritası 1791 yılında Bükreş’te Rigas Ferreros tarafından çizilmiş ve 1796’da Viyana’da basılmıştır.
Bu haritanın sınırları içinde Yunanistan, Kuzey Epir (Güney Arnavutluk),Batı ve Doğu Trakya, 12 Adalar, İyon Adaları, Ege’deki tüm adalar, Girit, Rodos, Batı Anadolu (İzmir ve çevresi) “Pontus” diye adlandırdıkları Batı Karadeniz, İstanbul ve Kıbrıs bulunmaktaydı.
Bütün bu hedeflere ulaşacaklar ve İstanbul’un başkent olacağı eski Bizans İmparatorluğu’nu kuracaklardı.
Bu hedef çerçevesinde önce Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Zaman içinde sürekli olarak Türkiye aleyhine genişleyerek Batı Trakya, 12 Adalar, İyon Adaları, birçok Ege adası, Girit , Rodos Yunan sınırları içine dahil edildi.
Anadolu’yu işgal girişimleri ise Atatürk önderliğindeki Türk Ulusal Kurtluluş Savaşı ile akamete uğratıldı…
“Kuzey Epir” diye adlandırdıkları Güney Arnavutluk, bugün fiilen Yunanistan’la bütünleşmiş durumda. Aradaki sınırı kaldıran Yunanistan, bu bölgede Yunanca konuşan etnik grubu silahlandırarak kendine bağlı bir yerel yönetim oluşturmuş ve ilhak hazırlıklarını yoğunlaştırmış durumda…
Kıbrıs’ta ise Kıbrıs Türk halkını bir asırdan fazladır süren özgürlük mücadelesi sonucu emellerine ulaşamadılar.
1878-1960 döneminde sergilediğimiz siyasi ve silahlı mukavemeti-miz, Kıbrıs’ı Enosis’in eşiğinden iki halkın eşit kurucu ortaklığına dayalı bağımsız Cumhuriyete götürdü.
1960-1963 dönemindeki kararlı tavrımız, bağımsız Cumhuriyetin bir Rum devleti olarak işlev görmesini engelledi.
1963-1974 dönemindeki siyasi ve askeri direnişimiz, adanın %97’sini işgal etmelerine karşın Rum-Yunan ikilisinin, Enosis’i resmen ilan etmelerini engelledi.
1974 Barış Harekatı Enosis’i tarihin çöplüğüne attı.
15 Kasım 1983’de ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise bu tarihi gerçeği perçinledi…
İşte o gün bugündür Rum-Yunan ikilisinin bütün gayreti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gerçeğini yok ederek 200 yıllık rüya, Megali İdea çerçevesinde Enosis’e giden yolu yeniden açmaktır.
AB’a tam üyelik başvurularının nedeni de KKTC gerçeğini ortadan kaldırarak dolaylı Enosis’i gerçekleştirmektir.
Bir başka deyişle 1921’in, 1963’ün, 1974’ün, 1983’ün rövanşını alma çabası içindedirler…
KKTC’yi fiilen veya hukuken yok ettikleri gün, 1974 Türk Barış Harekatı’nın bizim açımızdan tüm olumlu sunuçlarını ters çevireceklerini ve askeri sahadaki yenilgilerini siyasi zaferle telafi edeceklerini düşünmektedirler.
Her ne pahasına olursa olsun KKTC’yi yaşatıp güçlendirmek bu açıdan bir görevdir, özgürlük için, bağımzlık için canlarını verenlere karşı bir borçtur; gelecek nesillere karşı büyük bir sorumluluktur…
KKTC NİYE KURULDU ?
– Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk halkının egemenliğini, meşru hak ve çıkarlarını, bağımsızlığını, geri dönülmez şekilde güvence altına almak için kurulmuştur.
– 1960 Anlaşmaları ile elde ettiğimiz eşitlik, tüm ada üzerindeki egemenlikte kurucu ortaklık, ve ayrı kimliğimizi korumak, kendi kendimizi özgür irademizle yönetmek, Kıbrıs’ta egemen, eşit, self-determinasyon haklarına sahip, demokratik değerlere saygılı çağdaş bir halk bulunduğu gerçeğini ısrarla görmek istemeyenlere göstermek için kurulmuştur.
– Kıbrıs Türk Halkının azınlık olmadığını, Rum yönetiminin, tüm adaya egemen meşru bir yönetim olarak kabul edilmemesi gerektiğini, Türk halkını temsil etmediğini ve bizim adımıza konuşamayacağını, olası bir anlaşmanın zemininin iki devletli temel olduğunu dünyaya net bir şekilde göstermek ve bu zemini fiili ve hukuki olarak hazırlamak için kurulmuştur.
– Kıbrıs Türk halkının 1963’den beri Genel Komite, Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ve Kıbrıs Türk Federe Devleti adı altında hep var olan kendi bağımsız ve egemen yönetimlerinde almış olduğu kararların, çıkarılmış olan yasaların, yapılmış olan icraatların geri dönülmez hukuki gerçekler olduğunu ve bir anlaşmanın, ancak bu olgunun kabul edilmesiyle mümkün olabileceğini dünyaya göstermek için kurulmuştur…
Özetle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, şaka olsun diye kurulmamıştır. Egemenliğimizin simgesi ve güvencesi olduğu kadar, olası bir anlaşmanın ve bu anlaşmada elde edeceğimiz, mutlak egemenlik temeline dayanması gereken hakların da güvencesidir.
BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ NE DİYOR?
KKTC Bağımsızlık Bildirgesi bütün bu hususları net bir şekilde ortaya koymakta ve KKTC’nin, olası bir anlaşmanın vazgeçilmez temel koşulu olduğunu vurgulamaktadır.
Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nin aldığı Bağımsızlık kararında bütün bu hususlar şu özlü ifadelerle ortaya konuyordu:
“Kıbrıs Türk halkının özgür iradesini temsil eden, doğuştan hür ve eşit olan bütün insanların hür ve eşit yaşamalarına inanan,
Bu inanç içinde, Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin etme hakkını 17 Haziran 1983 tarihli kararıyla dünyaya ilan etmiş olan,
Irk, milli menşe, dil ve din gibi farklara dayalı olarak insanlar arasında ayırım gözetilmesini, her türlü sömürgeciliği, ırkçılığı, baskı ve tahakkümü reddeden,
Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve dünyada tam bir barış ve istikrarın, özgürlüğün, insan haklarının egemen olmasını isteyen,
Kıbrıs adasındaki iki halkın kendi milli benliklerini koruyarak, kendi kesimlerinde huzur ve güven içinde yaşamaya ve kendi kendilerini yönetmeye hakları olduğuna inanan,
Ayni adada yanyana yaşamaya mecbur bulunan bu iki halkın aralarındaki bütün sorunları, eşit düzeyde müzakerelerle, barışçı, adil ve kalıcı bir çözüme ulaştırmanın mümkün ve zorunlu olduğu görüşüne sımsıkı bağlı bulunan,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanının iki eşit halk arasında ortaklığının bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını ve sorunların çözülmesini engellemeyip, kolaylaştırabileceğine kani olan,
İki halk arasındaki bütün sorunların barışçı ve uzlaşıcı bir politika ile çözümlenmesi için BM Genel Sekreteri’nin gözetimi altında eşit düzeyde müzakereler yürütülmesini yürekten dileyen ve önerilmiş bulunan zirve toplantısının bu açıdan yarar sağlayacağına inanan Meclisimiz,
Kıbrıs Türk halkı adına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve ‘bağımsızlık bildirisini’ onaylar”.
Kuruluş bildirisinden ayrı olarak kabul edilen bağımsızlık bildirgesinde ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan nedenleri sıralanarak “Hür ve bağımsız yaşamak Kıbrıs Rum halkının olduğu kadar, Kıbrıs Türk halkının da hakkıdır” denmekte, Rum halkı eşit müzakerelere çağrılarak, Enosis hayalinin kesinlikle terk edilmesi istenmekteydi.
Dolayısı ile bir anlaşmada KKTC’yi yok farzetmek, KKTC kuruluş bildirgesi ile bağımsızlık bildirgesine terstir.
Böyle bir yaklaşım, Kıbrıs Türk halkının eşitliğini, egemenliğini, ortaklık haklarını, bağımsız statüsünü inkar etmek, bizi bir azınlık toplum statüsüne düşürmek olur…
Rumların devlet kurma hakkı ve yeteneği olmasın karşın, Türk halkının böyle bir hak ve yeteneği olmadığını, kendi kendimizi yönetemeyeceğimizi, bağımsızlığa layık ve bağımsız yaşama hakkı olmadığını kabul etmek demektir. Böyle birşeyi ileri sürmekten daha büyük saçmalık olamaz.
ANAYASA NE DİYOR?
KKTC Anayasası’nda, bağımsızlık bildirgesi ile kuruluş kararı, değiştirilemez, değiştirilmesi dahi önerilemez belgeler olarak kabul edilmiştir. Dolayısı ile gelinen noktadan, yani KKTC’den geri gitmek, KKTC’yi yok saymak hukuken olası değildir.
Bu gerçeği inkar ederek bir anlaşmaya gidilemez. Bu anayasal bir suç oluşturur. Adı ne olursa olsun bir anlaşmada KKTC’nin egemen bir devlet olarak varolması Anayasamızın kuruluş kararı ve bağımsızlık bildirgesinin bir gereğidir.KKTC; Rum devleti ile eşit bir devlet olarak, federasyon, konfederasyon veya başka bir oluşum meydana getirebilir. Ancak bu oluşum içinde egemen bir devlet olarak varolmak anayasal bir gerekliliktir.
GÜNDEM
04 Kasım 2024SPOR
04 Kasım 2024GÜNDEM
04 Kasım 2024SPOR
04 Kasım 2024SPOR
04 Kasım 2024GÜNDEM
04 Kasım 2024GÜNDEM
04 Kasım 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.