DOLAR 32,5375 -0.02%
EURO 35,0049 0.45%
ALTIN 2.434,600,49
BITCOIN %
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ethem DURAK;   Lambu ve köyden kaçış  (1)

Ethem DURAK; Lambu ve köyden kaçış (1)

ABONE OL
12 Aralık 2018 10:29
Ethem DURAK;   Lambu ve köyden kaçış  (1)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Her Aralık sonu yaşadığımız büyük Rum saldırısını hatırlar, soğuk soğuk terlerim.

***
İnsanların gafleti onları felakete, sevgi, dayanışma, sadakat ve sebatı da onları kurtuluşa götürür.
***
İzmir’e ilk gittiğim yıl, Lise birinci sınıf sonunda okul Mayıs ayında kapandı. Marmara Vapuru’na bilet aldım.. İzmir’den Antalya’daki annemin dayısı Enver dayımın yanına gittim.
Enver dayım, 1950’lerde, İngiliz ve Rum baskılarına dayanamayıp Türkiye’ye göç edelerdendi. İngiliz Okulu’nu bitirmişti. Toprak Ürünleri Kurumu’nda muhasip ve tercüman olarak çalışıyordu. Mersin’de tanıştığı Ayşe yengem ile evli idi. İki oğlu, üç kızı vardı. Ayhan ağabeyim, teknik okulu bitirmişti. Birsen ablam, Kız Sanaat Enstitüsü’nde son sınıftı. Altan, benim yaşta idi; lisede okuyordu. Altan’la ne kadar benzerdik. Altan’nın küçüğü Gülsen orta ikinci sınıfta idi. Servet de en küçük kızı idi. Ben Servet’i beş altı yaşlarında hatırlarım. Altan Alpargun, Toprak Ürünleri Kurumu’nun Muhasebe Müdürlüğü’ne, Gülsen, Ziraat Bankası’nın Müdür Muavinliğine, Servet de Maden Teknik Arama’nın Muhasebe Şefliğine yükseleceklerdi. .Ayhan ağabeyimi sormayın. İcatlar peşinde koştu. Hep hayal kovaladı. Bir mağarada roket makinesi geliştirdi. Varını yoğunu harcadı. Evliliğinden oldu. Roket motoru yüzünden az daha hapse bile giriyordu.. Bizim ülkemizde değil, o ya Almanya, ya İngiltere veya Amerika’da olmalıydı.
On beş gün sonra da yine Marmara ile İskele Limanı’na geldik..İskele’deki bütün aile istisnasız beni liman çıkışında karşıladı.Büyüklerimden bile hürmet gördüm.
Bana devamlı “veled, yezid” diye hitap eden annemin dayısı Hasan dayım bile beni büyükten saydı. Ben de hürmette katiyen kusur etmedim.
İki gece İskele’de kaldıktan sonra köye, Kalavason’a geldim. Nineciğim hasta olmasına rağmen katmer yaptı. Annem sevdiğim yemeklerden ikisini pişirdi. Kuru fasulye ve Tatar böreği yaptı. Ailenin, kardeşlerin, sevincine diyecek yoktu.
Yolda her gören, hal hatır sordu. Kahvede, kulüpte bir kahraman gibi karşılandım.
İki üç gün süren bu saltanat sonunda, eski alışagelmiş, işlerle uğraşmağa başladım. Hayvanlara su vermeye ,ot, yem atmaya başladım.
Evimizin arka kısmı, yani kuzeyi doldurulmuştu. Dolan toprak benim odamın penceresinden en çok bir karış aşağısına kadar yükseliyordu. Nineme sordum;
-Ne oluyor, Allah aşkına, bu hal ne?
Cevabı şu oldu;
-Kondo Yanni, Lambu’yu evlendiriyor. Ev yapacakmış.
Başımı salladım yürüdüm. Kondo Yanni’yi tanıyordum. Büyük, büyük dedem Mustafa Huri, Kondo Yanni’nin büyük büyük ninesi ile ilişki kurmuş. Onu cariyeliğe almış. Karşılığında da bizim evin arkasındaki tarlayı ve ağaçları ciraya vermiş. Mustafa Huri dedem öldükten sonra ciranın kardeşleri bizim aile ile karışmasını engellemiş. Kondo Yanni’nin kanında Türk kanı varmış. Kondo Yanni nineme temiz bir Türkçe ile konuşurdu. Sadece nineme konuşurdu. .Onun “Ne yapan, nasılsın Hayriye yeğen” dediğini çok duydum.
Evimizin, ardındaki tarla dümdüzdü. Yumurta yuvarlasanız kırılmazdı. Bu tarla, en az üç yüz dönümdü. Mustafa Huri dedeme çok beddua etmişimdir. Tarlanın içinde kocaman devasa bir incir, kara incir ağacı vardı. Bu ağaca çıkar, incir yerdim. Bir gün Kondo Yanni beni harup değneği ile kovaladı. Eve ağlayarak gittim. Ninem;
“Ne var , ne oldu” diye sordu.
“Kondo Yanni beni kovaladı, peşime değnekle düştü” dedim.
“Vay edepsiz vay, niye” diye sordu..
“İncirine çıkmışım” dedim.
Ninem de şöyle dedi;
“Öyle mi, sen yine o incire gidip çık da görelim bakalım Kondo Yanni seni nasıl kovalarmış.Yalnız, gidip incire çıkacağın zamanı ben bileyim.”
Ninemden cesaret alarak; ertesi gün okuldan gelir gelmez hemen incir yemeğe gideceğimi söyleyerek koştum. İncir ağacına çıktım. Bizim evde de incir ağacı vardı amma incirleri çoktan tükenmişti.Kara incirler yeni yeni olgunlaşıyordu.
Kondo Yanni yine oğlunun evinden görmüş olacak; elinde değnek yine geldi.
Rumca bağırdı çağırdı;
“İn aşağı , çıkacak başka incir bulamadın mı?”
O, benimle meşgulken , eteklerini beline dolayan Hayriye ninemin, koşarak geldiğini gördüm.
“Çocuktan ne istersin ya Yanni, derdin ne” diye sordu.
Kondo Yanni Türkçe cevap verdi. Alçak sesle;
“Hayriye abla, torunun incire çıktı, bütün incirleri bitirecek” dedi.
Ninem cevap verdi;
“Bre, bu ağacı kimin diktiğini bilmiyor musun, ninen sana söylemedi mi?”
Kondo Yanni “bilirim abla, senin, benim büyük dedem, büyük dedemiz dikti” dedi. Konuşmalar şöyle devam etti;
-Eeee, öyle ise ben de bir iki incir kessem bana da mı söz edeceksin. Kimse bilmezse sen bil. Bu incirde benim de, oğlumun da, torunumun da hakkı var. Koca adam, bacak kadar çocukla bir mi oluyorsun? Hade bakalım..
-Haklısın Hayriye abla amma ne yapalım, söyle de bize de bir iki tane bıraksın.
-Vay pinti vay. Bu ağacın incirini bu çocuk bitirebilir mi?..
Ninem yanaştı iki elini beline koyarak Yanni’nin önüne dikildi. Yanni başını eğdi. Çekti gitti.
Bir kere daha da ben incir ağacında olduğum süre yanıma gelmedi. Diğer çocukları kovaladı amma bana hiç bir söz etmedi..
Yıllar sonra demek ki yanı başımıza kızına ev yapacaktı. “Hade hayırlısı” diye düşündüm.
Ustalar temelleri kazmaya başlayınca baş ustaya gittim. İş istedim, iş verdi. Günde iki buçuk şilin yevmiye bağladı.
Temel kazdım, harç yaptım, inşaatta çalıştım. Malzemeler gelince de yapıcı ustası bekçi aradı. O işi de yapabileceğimi söyledim. Zaten Rumlar Baf’ta İhsan Çavuşu vurduktan sonra gecenin çoğunu nöbet tutarak geçiriyorduk. Gece damda yattım.. Köpeklerimizden birini inşaata bağladım. Her gün için de bana bir buçuk şilin verdiler. Onlar memnun, ben memnun. Bu şekilde Ağustos ayı sonuna kadar çalıştım.. Elime on sekiz Kıbrıs Lirası kadar para geçti.
Bazen, Kondo Yanni kendisi gelir, yaktığı ocakta kahve, çay pişirirdi. Bazen nineme seslenir uygunsa bizim evde çay, kahve yapardı. Anda arada karısı Lamraca (Büyük lamba, büyük fener, büyük ateş, yangın demektir) gelir yemek getirirdi. Ben sadece kaynanmış fasulye, bakla, böğrülceyi , kaynatılmış patatesi ve kaynatılmış yumurtayı yerdim. Etli, yahni, kızartılmış yemekler olduğunda bir bahane bulur, eve kaçardım. Çok defa Kondo Yanni gizlide beni bulur;
“Niye yemiyorsun, ben domuz koydurtmam” derdi.
Ben, yine de etli yemeklerden kaçındım.
Son haftalardı. Bir gün Lamraca ile Lambu (Lamba, fenercik) çıkageldi. Lambu da annesi gibi uzun etek, siyah çorap, uzun bir erkek gömleği giymişti. Ayağında çarıklar vardı. O da anası gibi tipik bir köy kadını idi. Yüzü ve dirseklerinden aşağısı güneş yanığı idi. Yüzünde süs namına hiç bir şey yoktu. Başı da kefiye ile bağlı idi. .İlkin kahve pişirdi, çay yaptı. Daha sonra kaynanmış bakla ikram etti. Kutu sardalyası dağıttı.
Evin gölgesinde diğer işçilerden ayrı oturuyordum. Baka ikram ederken; “Esi ise Ethemis? (Sen Ethem misin ) diye sordu..
“Evet Ethem’im” dedim. Konuşmamız şöyle devam etti;
-Demek yurt dışında okuyan çocuk sensin?
-Evet benim.
-Niye böyle işçilik yapıyorsun?
-Niye iş yapmak ayıp mı? Ben, sizin gibi zengin çocuğu değilim. Harçlığımı çıkarmak zorundayım.
-Hani burslu idin?
-Evet bursluyum, amma bu çalışmayacağım anlamına gelmez.
-Sen yaşta diğer öğrenciler çalışmıyor ya.
-O, onların bileceği iş. Ben çalışmak zorundayım. Kendi harçlığımı kendim kazanmalıyım.
-Ben de çalışıyorum.. Demek sen ve ben diğerlerinden ayrıyız.
-Evet öyle.
-Babam söyledi. Bu yemeği özel olarak senin için yaptık. Bir sardalya daha alır mısın?
Sardalya kutusunu uzattı. Maşa ile tuttum. Sardalyayı alırken, her halde dikkat etmedim, sağ elimin küçük parmağı, kutunun açık kapağı ile kutu arasına sıkıştı ve kesildi. Kanamaya başladı. Ben fark etmedim. Lambu çığlık atmağa başladı; “Hristos, banayiyamu, sen elini kestin kanıyor.”
Acaip koşmaya başladı;
“Hayriye ablaaaa ilaç ver, ilaç ver.”
Sardalyeyi tabağıma koydum. Gayet sakin, mendilimi çıkardım ve yaraya biraz tuz koyduktan sonra sardım.
“Ortalığı kaldırma kız. Niye banayiyamu çekiyorsun, bak işte, hafif bir sıyrık” dedim.
Ninem koştu geldi. Annem, çocuklar pencereden baktı. Diğer işçiler yemeklerini bırakıp,olduğum yere koştu, ben, sakin sakin sarılı parmağımı gösterdim;
“Hafif bir sıyrık, geçti bile, hiç bir şey yok” diyerek herkesi sakinleştirdim. Lambu geldi, yüzü sapsarı idi;
“Eminsin, tamamdır” diye sordu.
“Tabii tamamdır, bir sıyrık. Böyle sıyrıklardan çok daha fenası her gün olur. Sen galiba hiç çakı, bıçak kullanmadın” dedim.
“Ben kan göremem” dedi.
Yalnız Lambu mu? Rumların en değme yürekli erkekleri bile kan, kanın aktığını göremez.
Lambu ile tanışmamız işte böyle kan akıtmakla olmuştu.
(Devam Edecek)

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.