DOLAR 34,5996 0.12%
EURO 36,7323 0.09%
ALTIN 2.903,210,16
BITCOIN 31590891,95%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Girit ve Kıbrıs

ABONE OL
10 Eylül 2017 11:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yunanlılarla savaşa girmek artık kaçınılmaz hale gelmişti. Nitekim, 17 Nisan 1897’de “93 Harbi” diye tarihe geçen Türk-Yunan savaşı başladı ve Yunanlıların yenilgisiyle sona erdi. Savaşı Türkler kazanmıştı ama barış müzakerelerinde Yunanlılar karlı çıktı. Türk ordusunun kazandığı Teselya barış masasında geri verildi. Üstelik, 18 Aralık 1897’de imzalanan anlaşma ile Girit’e özerklik verilmesi, Müslüman ahalinin güvenliği sağlandıktan sonra Türk askerinin Girit’ten çıkması da kabul edildi.

Girit, Akdeniz’in önemli adalarından biridir. Tarih boyunca büyük savaşlara sahne olmuş, korsanlara yataklık yapmıştır. Kıbrıs gibi Akdeniz’in ve bölgenin en güçlü devletleri tarafından yönetilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Girit’i tümüyle ele geçirmesi, çok uzun yıllar süren savaşlar sonrasında gerçekleşmişti. 1645 yılında başlayan Girit seferi 24 yıl, 4 ay süren kanlı savaşlar sonucu 130 bin şehit kanıyla sulanarak 1669 yılında bütünüyle Türk egemenliği altına girmişti.
Girit’in elden çıkışı da, alınışı gibi çok çetin ve kanlı çatışmalardan sonra gerçekleşti. Aslında, en başta Rusya ve daha sonra Fransa, İtalya ve İngiltere, Girit’in 1830’da bağımsızlığına kavuşan Yunanistan’a katılması için, Osmanlı devletini yıllar süren çeşitli entrikalar ve baskılarla karşı karşıya bıraktılar

GİRİT’TEKİ AYAKLANAMA ,
1821 Yunan ihtilali esnasında dış teşviklerle Girit’in Hanya ile İstakiye kasabaları da Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmıştı. Fakat en büyük ayaklanama 1866 yılında başladı ve ancak 1869’da bastırılabildi. Bu ayaklanma, Osmanlı ve Türk tarihi üzerinde uzman olan Prof. Stanford J. Shaw’a göre “Girit’i işgal etmek için 45 yıldan beri devam eden Yunan tahriklerinin bir sonucuydu. Girit, 1821’den beri bir isyan hareketi içindeydi. O tarihten itibaren adanın Rum çoğunluğu, yeni kurulan Yunan krallığına katılmak umuduyla Müslüman komşularını katletmişti. Bu isyan hareketi Mehmet Ali Paşa’nın ordusu tarafından bastırılmış ve adanın o yıllarda Yunanistan’a ilhakı, stratejik nedenlerden ötürü İngiltere tarafından önlenmişti.”
1840 yılında Mehmet Ali Paşa’nın ordusu Girit’ten ayrılınca, Rumlar katliamlarını sürdürdü ve ada bir kan gölüne dönüştü. 1866’da başlayan genel ayaklanma Yunanistan tarafından yönlendirilmiş ve silahla, cephane ile hatta askerle desteklenmişti. Binlerce Rum’un oluşturduğu “Gönüllüler Ordusu” Yunan hükümeti tarafından eğitilerek silahlarıyla birlikte Girit’e çıkarılmıştı. Bu şekilde isyanı yaygınlaştırıp bir katliama dönüştüren Yunanistan, büyük Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlayarak, Girit’teki Osmanlı egemenliğinin büyük devletlerin denetimine geçmesi çabası içindeydi. Nitekim, Rusya gibi Fransa da Yunanistan’ın çağrısına uyarak duruma müdahale etmek kararını aldı. Napolyan III, Girit’teki Rum isyancıları destekleyerek karşılığında Rusya’nın da Avusturya ve Prusya savaşında (1866) Fransa’yı desteklemesi, hatta Girit’le birlikte Tesalya ve Epir’in de Yunanistan’a verilmesini önerdi. İngiltere ve Avusturya ise, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini önlemek için Osmanlı İmparatorluğu’nun bu denli zayıflamasını istemiyorlardı.

GENEL AF VE REFORM HAREKETİ
Osmanlı hükümeti, Ekim 18672de Girit’te genel af ilan ederek, bazı reformları da uygulamaya koymak için harekete geçti. Adadaki her kazadan seçilerek 2 Türk ve 2 Rum’dan oluşan bir Meclis kuruldu. Vergiler azaltıldı. Karma mahkemeler oluşturuldu. Köylerin yönetimi, halkın seçtiği ihtiyar heyetlerine bırakıldı. Hristiyanlar askerlikten ve askerlik parası ödemekten muaf sayıldı. Bu reformların uygulamaya konulmasıyla adada sükunet yeniden kuruldu ama büyük Avrupa devletleri ve Yunanistan bundan memnun değildi. Yunanistan, Girit’e yeniden “gönüllüler” göndermeye ve ayaklanmaları, çatışmaları, çete ve baskın hareketlerini canlı tutmaya çaba gösterdi. Bunun üzerine savaş yeniden başlamak üzereydi. Genel bir savaş durumunu sakıncalı bulan büyük devletler harekete geçtiler ve 20 Ocak 1869’da Paris’te bir konferans düzenleyerek, Yunanistan’a Girit’e başka “gönüllü” göndermemesini emrettiler. Yunanistan’ın bu emre uyması üzerine isyan sona erdi.

ETNİKİ ETERYA VE GİRİT KATLİAMLARI
Girit olayları bir süre yatışmış olmakla beraber, Yunanistan’daki milliyetçi akımların körüklenişi ve “Etniki Eterya” adında bir cemiyetin kurulması sonucu Yunan devletinin eski Bizans İmparatorluğu topraklarının varisi olduğu ve bu toprakları kurtarmak için mücadele edilmesi fikri yaygınlaşmaya başladı.
“Etniki Eterya” 1894 yılında daha çok yunan subayları arasında kurulup gelişmiş milliyetçi bir örgüttü. “Megali İdea” (Büyük İdeal) ülküsünü benimsemişti. Bu yayılmacı emelin hedefi ilkin kuzeye doğru genişleyerek Tesalya ve Epir’i Yunanistan’a katmaktı. Daha sonra sırada Makedonya, Ege adaları, Girit ve Kıbrıs vardı. Nitekim , 1881’de büyük Avrupa devletleri Teselya ve Epir’i Yunanistan’a verdiler. Birkaç yıl sonra Bulgaristan’ın Doğu Rumeli’yi ele geçirmesi Yunanlıları öfkelendirdi ve buna karşılık onları da başka yerler alarak, kendilerine göre uğradıkları bu “haksızlığı” gidermeleri gerekiyordu. Bunun için seçtikleri yer Girit’ti. Yapılacak iş ise adaya yeniden asker çıkarmak, Girit çetecilerinin yeniden Müslüman halka karşı katliama girişmelerini teşvik etmekti.
Girit’teki çatışmalar, Müslüman ahaliye saldırılar, katliamlar yeniden başlayınca, 1889’da Osmanlı hükümeti nizam ve asayişi korumak için bir süreden beri uygulamakta olduğu ve temsiliyete dayalı yönetim sistemini sona erdirdi. Bunun üzerine çatışmalar, saldırılar daha da arttı. Yunan milliyetçi örgütleri ve Etniki Eterya, Girit’e daha büyük miktarlarda asker, gönüllüler ve silah göndermeye başladı. Rusya diğer korumacı devletlerle birleşerek özerk ve temsili yönetim şeklini tekrar uygulaması için Osmanlı hükümetine baskı yapmaya başladı.
Sonuçta, 1896 yılında Sultan İkinci Abdülhamid bu baskılara boyun eğerek Girit’e özerklik verilmesini kabul etti. Fakat, bu da bir işe yaramadı. Yunan hükümeti, Girit’in Yunanistan’a ilhak kararını verdi. Yunan Başbakanı Deliyannis bu kararı mecliste açıkladı ve kararı da resmi gazetede yayınladı. Amiral Vasos, Girit seferi komutanlığına atandı. Bu durum artık açık-seçik bir savaş ilanı demekti. Savaşı önlemek için Rus, İngiliz, Fransız, İtalyan, Avusturya ve Alman zırhlıları Girit önlerine gelerek Hanya’ya asker çıkardılar. Bu esnada Amiral Vasos da Girit’e asker çıkarmış ve adayı işgal ettiğini ilan etmişti.
Büyük devletlerin donanma komutanları durumu yatıştırmak niçin çabalar düşünedursun, Yunanlı Amriral Vasos, Türk köylerini yakıp yıkıyor, Türkleri çoluk çocuk, kadın ve ihtiyar ayrımı yapmadan işkence yaparak öldürmeye, Türk bahçelerini, ağaçlarını yakmaya ve Müslüman ahaliye ait herşeyi yerle bir etmeye devam ediyordu.
Amarila Vasos, bir yandan da Avrupa devletlerinin Hanya’daki donanma komutanlarına kafa tutmaya başladı. Onların emirlerine kulak asamadan Hanya üzerine yürüdü. Bu durumda, Avrupa devletleri, Vasos kuvvetlerini donanmadan açılan top ateşi altına aldı ve Hanya’ya saldırıyı durdurdu. Fakat birkaç gün sonra Atina’dan verilen bir emre uyarak Girit’teki isyan hareketinin ileri gelenleri toplandı ve Girit’in Yunanistan’a ilhakını ilan etti.

GİRİT ELDEN ÇIKIYOR
Bab-ı Ali, tüm bu olup bitenlere bir süre adet seyirci kaldı. Ama, Yunanlılarla savaşa girmek de artık kaçınılmaz hale gelmişti. Nitekim, 17 Nisan 1897’de “93 Harbi” diye tarihe geçen Türk-Yunan savaşı başladı ve Yunanlıların yenilgisiyle sona erdi. Savaşı Türkler kazanmıştı ama barış müzakerelerinde Yunanlılar karlı çıktı. Türk ordusunun kazandığı Teselya barış masasında geri verildi. Üstelik, 18 Aralık 1897’de imzalanan anlaşma ile Girit’e özerklik verilmesi, Müslüman ahalinin güvenliği sağlandıktan sonra Türk askerinin Girit’ten çıkması da kabul edildi.
İş, bu kadarla da kalmadı; büyük ve korumacı Avrupa devletleri, Girit Yüksek Komiserliği’ne Yunan kralının ikinci oğlu Prens George’u atadı.
1897 ve 1898 yıllarında, Osmanlı Devleti’nin Girit’e asker ve malzeme sevk ederek oradaki Türk birliğini takviye etmesine mani olan koruyucu Avrupa devletleri, Rumların çete hareketlerini, Müslüman Türk köylerine yaptıkları baskınları ve katliamı önleyemiyorladı. Bu haksızlık karşısında Kandiye’deki Müslüman ahali ayaklandı ve oradaki İngiliz konsolosu ile bazı İngiliz askerlerini öldürdü. Avrupa devletleri buna tepki olarak Girit’in bağımsızlığını ilan etti ve adayı “Yüksek Komiser” adıyla Yunan kralının ikinci oğlunun yönetimi altına soktu. Ayrıca İtalyan “karabinieriler” in eğitiminde , Girit’te milis kuvvetleri oluşturma başlandı. Bu Rum milis kuvvetleri, oradaki Müslüman-Türk ahalinin can ve mal güvenliğini tamamıyla yok etti.
H.D. Purcell, bu olayı şöyle anlatır; “Kağıt üzerindeki garantilerden başka hiçbir güvencesi kalmayan yerli Türkler, İngilizler Kandiye’den çekilince, akıllıca bir davranışla göç ettiler. Bulgaristan’daki başıbozukların katliamlarını büyük öfke ve tepki ile karşılayanlar, aynı şeyler Girit’li Türklere yapılınca en küçük bir ses bile çıkarmadılar.”
1906’da Prens Georgu’nun istifası üzerine girit Yüksek Komiserliğine, daha sonra Başbakan olan Aleksandır Zaimis atandı. Milis kuvvetleri de böylece onun denetimi altına girdi.
1908 yılı Ekim ayında koruyucu Avrupa devletleri oradaki askerlerini geri çekince, Girit’in Yunanistan’a ilhakı bir kez daha ilan edildi.
Balkan savaşlarındaki yenilgimiz üzerine de 1913 yılında imzalanan Londra Antlaşması ile Osmanlı devleti Girit üzerindeki tüm haklarından vazgeçti; böylece Girit’in Yunanistan’a katılması süreci yıllar süren çok trajik olayalar, masum ve sivil insanların katliamı ve Avrupa devletlerinin himayesi sonucu tamamlanmış oldu. 1878’de Kıbrıs’ın elden çıkması ile Doğu Akdeniz’de etkinliğini yitiren Osmanlı İmparatorluğu, Girit’i de kaybedince artık denizlerde söz sahibi olmak olanağından da yoksun kaldı.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.