DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 2071475-2,26%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Kamil ÖZKALOĞLU;  Tarihin Yaprakları Arasından

Kamil ÖZKALOĞLU; Tarihin Yaprakları Arasından

ABONE OL
13 Kasım 2019 10:58
Kamil ÖZKALOĞLU;  Tarihin Yaprakları Arasından
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tarihin tozlu yaprakları arasında dolaşırken Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ın ın 22 Ekim 1966 tarihli bir makalesine rastladım.
Bu makaleyi sizlerle paylaşıyorum;
AVEROFF – TUMBAS – TÜRKİYE VE KIBRIS
Dışişleri Bakanı Amiral Tumbas’ın Birleşmiş Milletlerde Kıbrıs konusu ile ilgili sözleri üzerinde durulmağa değer. Tumbas : «Türkiye ile Yunanistan Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa’ya sürekli bir barış getirecek ve Kıbrıs halkının arzuları ile Birleşmiş Milletler yasasına uygun düşecek âdil bir çözüm yoluna temel teşkil edecek unsurları bulmaya çalışmaktadır. Hükümetim bu görüşmelere iyi niyetle girmiştir ve Türkiye’nin de aynı niyeti beslediğine eminim» demiş… Birleşmiş Milletlerdeki gözlemciler ve üyeler bu konuşmayı «olumlu ve yapıcı» olarak değerlendirmişler. Biz, bu değerlendirmeyi sathî buluyoruz.
BAZİ HAKİKATLER
Tumbas’ın sözlerini değerlendirmek için şu hakikatleri hatırlamak kâfidir:
1- Tumbas’m hükümeti «Kıbrısa âdil bir çözüm yolu bulunabilmesi» için mi Adayı 10 binden fazla Yunan askerinin işgali altına sokmuştur?
2- 1959’da Türkiye ile Yunanistan arasında vaki bir anlaşma ile Kıbrıs’ın bağımsızlığını temin eden ve bu bağımsızlığı garanti altına alan Yunan Hükümeti, garantilemiş bulunduğu bu bağımsızlık Makarios kuvvetlerinin hücumuna uğrayınca, rejimi korumaya koşmamış, bilâkis, rejimi korumak için anlaşmaların çerçevesi dâhilinde hareket etmek isteyen Türkiye’ye mâni olmak için her tedbire başvurmuş ve ortaya bir Türk -Yunan harbi tehlikesi atmasını becermiştir.
3- Yunan Hükümeti Makarios’un Enosis için girişmiş olduğu her çabayı sonuna kadar desteklemiş ve «müşterek gayenin Enosisin tahakkuku olduğunu» ilân etmekten çekinmemiştir. Bu gün ortada bu gayeden vazgeçildiğine dair tek bir emare yoktur.
1959’da zamanın Yunan Dışişleri Bakanı Averoff da, bugün Tumbas’ın Birleşmiş Milletlerde sarf ettiği sözlerin aynını kullanarak, Zürih Anlaşmasını «sürekli barış getiren, Kıbrıs halkının arzularına ve Birleşmiş Milletler yasasına uygun, âdil bir çözüm yolu» olarak değerlendirmişti. Zürih Antlaşmasını temin etmek için Türk cenahı ayrı coğrafî zemine dayanan hal çarelerinden vazgeçmiş ve taviz verilerek «müstakil Kıbrıs Devleti» tecrübesine, elinden bütün kozları alınmış olarak gidilmişti…
1959’da Türklerin tavizi sayesinde meydana gelen bu rejimi Yunanistan’ın tasvibi, teşviki ve desteği ile altüst eden Rumlar şimdi de, Yunanistan kanalı ile, lehlerine daha da tavizler koparmak çabası içindedirler. Ve 1959 anlaşmaları mevcut değilmiş ve sanki Yunanistan bu anlaşmalara taraf değilmiş gibi, Yunan Dışişleri Bakanı, büyük bir rahatlıkla, «sürekli bir barış getirecek âdil bir çözüm yolu» bulmağa çalıştığını açıklayabilmektedir. Tavizler… Bu âdil çözüm yolunun bulunabilmesi de Türklerin, Zürih Antlaşmalarından verecekleri tavizlere bağlanmaktadır. Adaletin (!) bu kadarına ne denir, bilemem ama bizim bildiğimiz ve anladığımız adalet ilkeleri Tumbas’ın ve onun yolunda olanların büyük bir haksızlık ve adaletsizlik eseri meydana getirmek çabası içinde olduklarını teyit etmektedir. Kıbrıs’ı askerî işgali altında bulunduran ve Kıbrıslı Rumlarla müştereken takip edilen siyasetin Enosisin hedef güttüğünü her fırsatta çekinmeyerek açıklayan bir devletin adalet peşinde olduğuna inanmıyoruz.
1959’da «iyi niyet, adalet ve daimî barış» beyanları ile imzaladığı anlaşmaları 1963’te kendi silâh ve askerlerinin yardımı ile bertaraf etmeğe çalışmış olan ve 1966’da aynı sözlerle bu anlaşmaları kendi lehine tadil ettirmek için uğraşan Yunanistan’ın iyi niyetine de inanmıyoruz. Türkiye ile müzakereye koşması da, bizce, iyi niyet gösterisinden ziyade, lehlerine addettikleri bir ortam içinde Türk haklarını gasp etmek sevdasındandır. Yunan siyasetine, «adalet ve sulhçu» yollardan Kıbrıs meselesini halletmek prensibi hâkim olmuş olsaydı, bu mesele 1964 yılının ilk aylarında bir neticeye bağlanabilirdi; hiç olmazsa, 1966’nın Haziran ayında başlayan müzakereler çapraşık yollardan tavizli bir hal çaresi aramak yoluna girmez, birkaç hafta içinde bir sonuca bağlanırdı. Bu müzakerelerin uzayıp gitmesi de Yunanistan’ın Kıbrıs’ta Makarios’un uygulamakta olduğu «2 adım ileri bir adim geri» siyasetine yardımcı olduğunu açıkça göstermektedir. Bugün, 1963 Aralık ayında başlatılan hâdiselerin Rumlar tarafından enosis için kasıtlı olarak ve evvelden hazırlanmış bir plân gereğince başlatılmış olduğu şüphe götürmez bir gerçek olarak ortadadır. Kıbrıs’ta yayınlanan Rumca Patris gazetesi 21 Nisan 1966 tarihinden 24 Nisan 1966 tarihine kadar yayınladığı sayılarında Rumların bu alçakça plânını bütün teferruatı ile neşretmiş bulunmaktadır. Bu plâna göre: Makarios, Zürih Antlaşmalarını bozmak ve enosise bir merhale olarak kullanmak için imzalamış ve Londra Antlaşmalarından hemen sonra bu plânını uygulamaya başlamıştır. İlk merhale, bu anlaşmaların Kıbrıs meselesine âdil bir hal çaresi bulmadığı ve değiştirilmeleri gerektiği zehabını yaratmakmış. Cumhuriyetin ilk iki senesinde plânın bu ilk safhası başarı ile uygulandı dendikten sonra, plânın diğer safhaları şu şekilde açıklanmaktadır:
«İkinci safha Anayasayı tadil teklifleri altında bütün anlaşmaları çökertecek bir ortam yaratmaktır. Anayasayı tadil tekliflerimiz bunun için dünya devletleri tarafından makul karşılanmalıdır. Türkler bu tekliflerimize karşı sert bir tepki gösterdiği takdirde Adaya derhal el koyarak bütün anlaşmaları yürürlükten kaldırmak fırsatını bulacağız. Türklerin herhangi bir hareketini en sert ve en seri yoldan önleyebilecek durumda olmalıyız. Bu maksatla da Teşkilât (!) kuvvetlendirilmelidir.»
Teşkilât denilen gizli Rum orduları Makarios’un tasvibi ile İçişleri Bakanı Yorgacis’in idaresinde kurulmuş ve 1963 olaylarına hazırlanmıştı. Bilindiği gibi, Türkler, Makarios’un Anayasayı tadil tekliflerine sert bir tepki göstermemişler, oturup uzun bir cevap hazırlamağa başlamışlardı. Plânlarının bu şekilde aksadığını gören Rum idarecileri birçok tahriklerle de Türkleri harekete geçiremeyince 21 Aralık günü Türklere ilk darbeyi indirmek zorunda kalmışlar ve hâdiseleri başlatarak genişlemesine çalışmışlar ve bunda da muvaffak olmuşlardır. Açıklanan plândan anladığımıza göre Makarios her şeyi 1965 seçimlerinden çok evvel bitirmek ve 1965 seçimlerine Zürih’i yıkan kahraman olarak girmek istiyordu. 1960’tan 1963’e kadar yapılan bütün icraat ve beyanatlar bu plânın bir parçası idi. Bunların vaktinde değerlendirilememesi ve gereken tedbirlerin ilk günlerden alınmaması davamızı bugünkü çıkmazın içine sokmuştur. İyi Niyet ve İspatı… Şimdi, Patris’in yayınlan ve Kıbrıs’taki vukuat ile teyid edilen bu hakikatin ışığında, adaletten ve barışçı çözüm yollarından dem vuran Yunan Hükümetinin yapacağı ilk iş; 1959 anlaşmalarını bozmak ve Adayı Yunanistan’a ilhak için ortaçağ metotlarına müracaat eden Makarios ile arkadaşlarını derhal saf dışı ederek Birleşmiş Milletler yasasının temel ilkelerine olan bağlılığını teyit etmek ve bu suretle iyi niyetli olduğunu ispat yoluna gitmektir. Yunan Hükümeti bunu yapmıyor. Aksine, bu cinayetlerin failleri ile toplantılar yapıp, ana siyasetin enosis olduğunu beyan ederken, diğer yandan da ikili müzakereleri yürütmekte bir mahzur görmüyor. Yunanistan bu tutumundan vazgeçmedikçe «adaletten ve sulhçu bir hal çaresi istediğinden» bahsetmemelidir. Bu, hilekârlıktan başka bir şey değildir. Türk Hükümeti bu ortam içinde ve bu şartlar altında 1959 anlaşmalarında verilen tavizlerden taviz vererek Kıbrıs meselesini hangi «âdil» şekle bağlayacaktır? Bilmiyoruz. Fakat, yukarıda izah edilen Yunan siyasetinin çerçevesi dahilinde ikili görüşmeleri uzatmakta bir fayda olmadığı kanaatindeyiz. Yunanistan, Adada Türkler aleyhine gelişmekte olan fiilî durumu 10 bin askerini kullanarak durdurabilir. Bunu yapmıyor. Askerini de Adadan çekmiyor. Ve Kıbrıs’ta, Türklerin bağ ve bahçelerine bubi tuzakları konulup, Türk kadınlarının mahrem yerlerinde silâhlar aranırken, cemaatin her ferdi görülmedik bir baskı altında yaşamağa devam ederken, ikili müzakerelerin âdil bir hal Çaresi ile neticeleneceği ümidi ihsas ediliyor. Sonuç.. Bize göre, Kıbrıs meselesi, 1959’daki tavizli anlaşmalardan yeni tavizler verilerek halledilemez, kaybedilir. Haklarımızı yemek için başlatılan saldırıyı tesirli bir şekilde durdurmak, eski rejimi yerine getirmek için gereken müdahaleyi müştereken veya münferiden yapmak, suçluları cezalandırmak veya saf dışı etmek, ikili müzakerelerin başlangıç noktası ve temel taşı olmalıydı. Bunun dışında «tavizlerden taviz beğen» formülü şeklinde sürüp giden temaslar ve müzakereler Kıbrıs meselesini daha vahim bir çıkmaza götürecektir.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.