İsrail’li Kaptan Reuven, Barış Harekâtı’nda 21 Temmuz 1974 günü Türk uçakları tarafından yanlışlıkla batırılan Kocatepe gemisinden 42 kişiyi 22 Temmuz günü nasıl kurtardığını ve anılarını şöyle anlatmıştı;
“DENİZDE TURUNCU BİR NOKTA”
‘‘Şimdi oturduğum bu küçük kentte Mevuot Yam adında bir Denizcilik Okulu var. Öğrencilere kaptanlıktan balıkçılığa kadar denizle ilgili herşey öğretilir burada. Okulun aynı adı taşıyan gemisiyle 1974 yılının Temmuz ayında, 13 öğrenciyle Ege’de tatbikat turuna çıkmıştık. Santorini Adası’nın 90 mil açıklarında seyrederken telsizden Türkiye ile Yunanistan arasında sıcak saatlerin yaşandığını, Kıbrıs’ta her an bir savaş çıkabileceğini bildiriyorlar ve bize dön talimatını veriyorlar. Bizi sürekli haberleri izlememiz konusunda uyarıyorlar. Yunan sularından çıkarken Rodos’tan izin almamız gerekiyor. Ancak olağanüstü bir durum yaşandığı için İsrail’den konsolosluk aracılığıyla formaliteler hallediliyor. Böylelikle Kıbrıs krizi yüzünden güzergahımız değişiyor, Rodos’a hiç uğramadan, dümeni Girit’ten Kıbrıs’ın güneybatısındaki Paphos’a kırıyoruz. Genellikle Paphos’un 10 mil uzağından geçeriz. Ancak bu kez 20 mil açığından geçmeye karar veriyorum. Bu arada kulağımız sürekli telsizde. Ayrıca gözden birşey kaçmasın diye bir yerine iki nöbetçi dikiyorum. Öğleden sonra, 16.30 sularında ansızın sol taraftaki nöbetçi ‘‘İleride turuncu bir nokta var’’ diye bağırıyor. Hemen o noktaya doğru dümeni kırıyoruz ve yaklaştıkça bunun lastik bir bot olduğunu görüyoruz
“SİZ TÜRK MÜSÜNÜZ?”
Tüm öğrenciler o anda heyecanla o tarafa yöneldi, bir tanesi fotoğraf makinesine davranarak lastik botun resmini çekmeye başladı.
‘Lastik bot bize doğru yaklaştıkça bize doğru bir kafanın uzandığını gördüm. İngilizce ‘‘Kimsiniz?’’ diye sordum. Bana ‘‘Siz kimsiniz’’ sorusunu sordu. Soruma soruyla karşılık verenin Güven Erkaya olduğunu o sırada bilemezdim. İsrailli olduğumuzu söyledim. İlk anda bana pek inanmadı. Çünkü, İsrail bayrağıyla Yunan bayrağı aynı renklerdedir. Güven Erkaya’nın ilk anda bizi Yunanlı sanması gayet doğal olduğunu söylüyor. ‘‘Siz Türk müsünüz?’’ diye sorunca Güven Erkaya oldukça şaşırdı. Bottakilerin Türk olduğunu üniformalarının renginden ve Güven Erkaya’nın aksanından anladım.
KÖPEKBALIKLARINA YEM OLABİLİRLERDİ
Güven Erkaya, aramızda İngilizce olarak geçen birkaç cümleden sonra gemiye binip binemeyeceklerini soruyor. “‘Tabii binebilirsiniz’’ dedim. Ardından saldaki 20 kişi tekneye tırmandı. Üniformalarındaki apoletler sökülmüştü. Subay olduklarını bu yüzden anlamadım.
Güven Erkaya, benimle konuşmaya başlar başlamaz teknedeki öğrencilerden fotoğraf çekmemelerini rica etti. Kendi botlarının dışında iki botun daha yakınlarda olduğunu söyledi. Diğer iki bot da bulundu. 42 kişinin kurtarılması yaklaşık bir buçuk saat içerisinde tamamlandı.
“BÖLGEDEN UZAKLAŞMAMIZ İSTENİYORDU”
Güven Erkaya bölgede 10 salın daha olduğunu söyledi. 150 kişi sağ olabilir diyordu. Ancak, 20 metrelik teknemize kapasitemizin üzerinde adam almıştık. Teknedeki 13 genç öğrencimin sorumluluğu da bana aitti. Üstelik telsizle bölgeden hemen uzaklaşmamız konusunda talimat yağıyordu. Yapacak başka şey yoktu. Üzerimize ateş de açılabilirdi. Pozisyonumuzu gerekli yerlere bildirip, yardım anonsları yaptık. Bir İskandinavya gemisinden sinyal aldık. Birkaç saat zarfında bölgede olacağını bildiriyordu. Oradan uzaklaştığımızda İngiliz helikopterlerinin de yaklaştığını gördük.
“BİTKİN, AÇ VE SUSUZDULAR”
Kazazedeler tekneye bindiklerinde bitkindiler. Hemen hemen 24 saatten beri denizin ortasında, aç, susuzdular. Üzerlerine köpekbalıklarına karşı sarımtırak bir sıvı sürmüşlerdi. Kötü kokuyordu ama sıvı belki de hayatlarını kurtarmıştı çünkü denizde köpekbalığından geçilmiyordu. Bazıları da botun üzerinde değildiler, denizde botun iplerine tutunmuşlardı. Tekneye çıktıklarında soru yönelttiğim bir iki kişinin cevap vermeyerek bakışlarını Güven Erkaya’ya çevirdiklerini fark ettim. O zaman Güven Erkaya’nın komutan olduğunu anladım. Diyaloğumu Güven ile sürdürmeye karar verdim.
“TEKNEM SENİN TEKNEN”
Güven Erkaya, 41 personeliyle tekneye bindikten sonra bir süre sıkıntısını üzerinden atamadı. Bunun üzerine kendisini rahatlatmak, güvenini sağlamak için Türkiye’deki günlerimden söz etmeye başladım. Beyoğlu’nun arkasına düşen Meşrutiyet Caddesi üzerindeki evimden, Pera Palas’tan, aynı caddede basket oynadığım halkevinden konuştum. Avusturya Lisesi’ndeki arkadaşlarımı, özellikle Karaca soyadını taşıyan yakın arkadaşımı anlatım. Birlikte Heybeliada’ya yaptığımız doyumsuz gezilerimizden dem vurdum. Niyetim Güven Erkaya’nın kafasındaki tüm kuşkuları dağıtmaktı. ‘‘Teknem senin teknen sayılır, istediğin zaman dümenin başına geçebilirsin’’ dedim. Güven Erkaya sonunda bana güvendi ve Kocatepe muhribinin komutanı olduğunu söyledi. Ardından nereye gittiğimizi sordu.
GÜVEN ERKAYA’NIN LİSTESİ
Hayfa limanına. Merak etmeyin her şey yolunda’’ diye cevap verdim.
Güven Erkaya’nın yaptığı ilk iş kendisiyle birlikte kurtulan 41 kişinin adını yazmak oldu. Teknedekilerden bir kağıt istedi ve hemen oracıkta kendisi dahil 42 kişinin ismini teker teker yazdı.
BOTU DA TEKNEYE ALDIK
‘Hem bizim, hem Türklerin şansı vardı. Teknemiz, balıkçılıkta kullanılan bir trol teknesiydi yani alçaktı. Bu yüzden bitkin oldukları halde gemiye kolaylıkla çıktılar. Botlarını da tekneye aldık. Allah korusun Mevuot Yam’a da bir şey olduğu takdirde botların olması garantiydi. Teknede istemediğiniz kadar battaniye vardı. O sırada onların tek ihtiyaç duydukları şeydi battaniyeler. Aralarında yaralı yoktu. Bu çok önemli. Aslında 24 saat denizde kaldıktan sonra yine iyi durumdaydılar. Bitkin olmalarına rağmen, hiçbir yardım almadan tekneye çıktılar. Suyumuz yıkanmaları için yeterli değildi. O iğrenç sıvıyı sürdükleri gömleklerini çıkardılar. Güven Erkaya’ya, yemek salonunda karnını doyurabileceğini söyledim. Peynirli, salamlı sandviçlerimiz, kahvemiz, şarabımız, bol miktarda meyvemiz vardı. Üzüm filan. Öğrencilerimiz servisi yaptı. Ancak o kadar yorgundular ki fazla bir şey yiyemediler.
Güven Erkaya ile aramızda hemen sıcak bir bağ kuruldu. Erkaya, fazla soru sorulmasını pek istemiyordu. Onlar için yaşadıkları acı bir deneyimdi. Anlıyordum. Hava Kuvvetleri’yle Deniz Kuvvetleri arasında bazen koordinasyonsuzluk olabilir. Biliyorsunuz Körfez Savaşı’nda yaşandı bunlar. İsrail’in de öyle tatsız deneyimleri var.
SİLAHLAR AMBARA
Bu arada Güven Erkaya silahlarının olduğunu ve bunları temizlemeleri gerektiğini söyledi. 24 saat denizde kalan bir insanın yapacağı ilk şey silahını temizlemekti. Yağ ve diğer gerekli malzemeyi verdik. Temizlenen silahları daha sonra bizimkilerin yanına ambara kaldırdık. Ben, ertesi sabah varacağımız Hayfa limanında zor saatler geçireceği ve güç toplaması gerektiği gerekçesiyle yatağımı Güven Erkaya’ya verdim. Söylediklerimde haklıydım çünkü ertesi sabah Hayfa limanı ana baba günü gibiydi.
“TÜRKİYE’YE DÖNDÜLER”
Güven Erkaya Hafya’da en fazla gazetecilerden çekti. Tekne kiralayıp bizi abluka altına alan gazeteciler bile vardı. Limanda İsrail Donanması mıydı, yoksa İsrail Dışişleri Bakanlığı mı şimdi tam olarak bilmiyorum birileri karşılama töreni hazırlamıştı. Türkiye ile ilişkiler o sırada alt düzeylerde. Şimdi adını hatırlamadığım Türk konsolosu da kazazedeleri karşılayanlar arasındaydı. Kocatepe’den kurtulanlara yiyecek, içecek ikram edildi. Güven Erkaya fotoğrafçıların resim çekmelerini hiç istemedi ama kim dinler.
Güven Erkaya 41 personeliyle birlikte ayrılırken lastik botlarını öğrencilere bıraktı. Uzun süre kullandık onları. Türkler, Hayfa’ya ayak basar basmaz bir otobüsle Tel-Aviv’e gittiler ve orada kendilerini Ben Gurion Havalimanı’nda bekleyen THY uçağıyla Türkiye’ye döndüler.
“GÜVEN PAŞA’YI GÖRÜNCE AĞLADIM”
İki gün sonra Türk Konsolosluğu’ndan evine muhteşem bir buket geliyor. Kısa bir süre sonra da Güven Erkaya’nın teşekkür mektubu geldi.
Aradan yıllar geçiyor. Güven Erkaya’nın Deniz Kuvvetleri Komutanı olduğundan habersizdim. Erkaya, günün birinde İsrail’i ziyaret etti. Güven Erkaya’nın şerefine Türkiye Büyükelçiliğinde resepsiyon vardı. Büyükelçilik beni de davet etti. “Gelemem, çok yaşlıyım filan’’ dedim. Makam arabasını gönderdiler. Beni kapıda karşıladılar ve “Gel bak kimi göreceksin’’ dediler. Güven Paşa’yı görünce ağlamaya başladım.
HAYATIMIN EN GÜZEL HEDİYESİ
Güven Erkaya Türkiye’ye döner dönmez beni ve eşimi bir haftalığına İstanbul’a davet etti. Bu hayatımda aldığım en güzel hediyeydi. Dile kolay tam 53 yıl sonra İstanbul’a dönmek. ‘Antalya, Fethiye, İzmir’i ziyaret etmiştim. Ama İstanbul’a gitmek hiç nasip olmamıştı. Krallar gibi ağırlandık. Karım sevinçten deliriyordu. Herşeyi görmek istiyordu. Evimizin olduğu Meşrutiyet Caddesi’nden geçtik. Herşey rüya gibiydi. Biliyordum Güven’in yükseleceğini. Üzerimde son derece iyi bir izlenim bırakmıştı. Sağlam karakterli, ilkeleri olan biriydi”.
GÜNDEM
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024SPOR
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024GÜNDEM
18 Kasım 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.