DOLAR 34,2452 0.28%
EURO 37,6376 -0.37%
ALTIN 2.921,730,22
BITCOIN 21286720,79%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kıbrıs (6)

ABONE OL
09 Eylül 2017 23:08
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Plebisit gününün yaklaşması ve Ayasofya mitingi haberleri, Türkiye’de gençliğin ve basının Kıbrıs konusuna olan ilgisini daha da artırmaya başladı. Hükümet organı sayılan Ulus gazetesinde, İngiltere’nin, Kıbrıs Türklerinin güvenini ve yaşamını garanti etmekle yükümlü olduğu ve kilisenin yapacağı plebisitin ise uluslararası hukuk açısından geçersiz olduğu belirtildi.
Bu esnada Kıbrıs valisi, tasarlanan plebisitle ilgili olarak Başpiskoposa verdiği yazılı yanıtta bu olayın, İngiltere’nin kapanmış saydığı bir konuda imza toplamaktan öteye bir anlam taşımayacağını bildirdi.

Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak ise, plebisit tarihinden 12 gün önce 30 Aralık 1949’da, Meclis’te kendisine yöneltilen bir soru üzerine, İngiliz Büyükelçisi’yle bu konuyu görüştüğünü ve eğer ada terkedilecekse ilkin Türkiye ile görüşülmesi gerektiğini kendisine söylediğini açıklamıştı.

Plebisit tarihi yaklaştıkça, Türk gençliğinin Kıbrıs mitingleri de daha coşkulu olmaya başladı. 4 Ocak 1950 günü, İstanbul’da üniversite talebe birliğinin düzenlediği mitingde, Yunan yayılmacı emelleri şiddetle protesto edildi.

Plebisitin yer aldığı 15 Ocak (1950) günü ise İstanbul’da Eminönü Halkevi’nde akademik bir toplantı düzenlenerek bu girişimin hukuki bir dayanağı olmadığı, gerekçesiyle birlikte ortaya konuldu.

18 Ocak’ta Ankara’da, 22 Ocak’ta İzmir’de Yüksek Öğrenim gençliğinin düzenlediği büyük mitinglerde Yeşilada’nın asla yabancı ellerde bırakılmayacağı vurgulandı.

Anavatan’daki bu gelişmeler ve gençlikle basının Kıbrıs davasına sahip çıkması adadaki Türk toplumuna cesaret ve umut vermekte, yalnız olmadığı güvenini pekiştirmekteydi.
ENOSİS PLEBİSİTİ
Türklerin protestoları ve İngilizlerin böyle bir imza toplama eyleminin sonuçlarını tanımayacaklarını açıkça bildirmelerine karşın, 15 Ocak 1950 Pazar günü, kiliselerdeki plebisit defterleri Rumların imzasına açıldı. Plebisit defterlerine iki cümle yazılmıştı:

1) Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini (enosis) istiyoruz.

2) Yunanistan’la birleşmeye (enosise) karşıyız.

Kiliseye giden Rumların, bu iki cümleden birinin altına imza atması istenmekteydi.

Birçok yazar ve tarihçi, o günün koşulları, kilisenin baskısı ve Rum basınının etkisi altında, Rumların kiliselerde enosis aleyhindeki bir cümlenin altına imza atmalarının olanağı bulunmadığı görüşünü belirtmiştir.

Plebisit sonuçlarını Başpiskopos 4 Şubat 1950 günü ilân etti. Buna göre, 18 yaşın üstündeki 224,747 Rumun 215,108’i enosis için ‘evet’ demişti. Bu rakam Kıbrıs Rum seçmenlerinin %96’sını oluşturmaktaydı.
Kıbrıs valisi, plebisit sonuçlarını tanımamış ve Başpiskoposa gönderdiği yazıda, İngiliz hükümetinin son yıllarda sık sık tekrarlanan resmi görüşünü bir kez daha belirtmişti:

“İngiltere, Kıbrıs sorununu kapanmış bir konu olarak görmektedir. Kıbrıs’ta statü değişikliği söz konusu edilemez. “6

Bu esnada, Türkiye Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, Kıbrıs Türklerinin endişelerini giderici bir demeç verdi. Sadak şöyle diyordu: “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı söz konusu olamaz. Adanın el değiştirmesi durumu ortaya çıkarsa eski sahibi olan Türkiye’nin de görüşü alınacaktır.”

Sadak’ın bu demeci, Kıbrıs konusunda yıllardır resmi bir görüş belirtmeyen Türkiye’nin adanın Yunanistan’a verilmesine karşı olduğunu ve Kıbrıs’ın geleceğiyle yakından ilgili bulunduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Böyle bir açıklamayı dört gözle bekleyen Kıbrıslı Türklerin kalplerine, az da olsa, serin bir su serpilmiş oldu.

Kıbrıslı Türklerin moralini düzelten, iradesini ve varoluş mücadelesini bileyen bir diğer unsur, Türkiye basınının ve Türk gençliğinin Rumların ilhak girişimleri karşısında yükselen sesiydi. 1949 yılında Kıbrıs konusuna ilgi gösteren ve gelişmeleri yakından izleyerek enosise karşı çıkan Sedat Simavi ve gazetesi Hürriyet yanında, Cumhuriyet, Vatan, Yeni Sabah, Ulus, Zafer gibi etkin gazeteler de Kıbrıs’la ilgili yazılar yayımlamaya başlamışlardı.

1950 Plebisiti’nin, enosise hukuki bir dayanak hazırlamak, politik bir silah olarak kullanılmak üzere düzenlendiğinin bilinci içinde olan Türkiye basını, bu harekete karşı çıkmış ve İngiltere adayı terk edecekse, onu eski sahibi Türkiye’ye geri vermesi gerektiği tezini işlemeye başlamıştı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rumların alevlenen enosis kampanyasına buldukları politik ve hukuki dayanak: Plebisit ve Self Determinasyon hakkıydı.

1950 yılında yer alan enosis plebisitini, Kitium piskoposu olarak yönlendiren Makarios, 8 Ekim 1950’de Makarios III olarak Başpiskopos seçildi ve Kıbrıs sorununa derhal yeni boyutlar kazandıracak girişimleri başlattı.

Makarios III, Rum Ortodoks kilisesinin tahtına otururken Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını gerçekleştirmek için ant içti. Nitekim 1977 yılında ölünceye kadar bu andına bağlı kalarak enosis için uğraş verdi. Bu yolda bir sıçrama tahtası olarak nitelediği 1960 anlaşmalarını imzalamakla beraber, en kısa zamanda bu devleti yıkarak enosisi gerçekleştirmek için Türk toplumuna saldırmaktan da geri kalmadı.
RUM-YUNAN STRATEJİSİ
1950 yılında Makarios’un ısrarlı girişimleriyle, Atina ile ortak bir strateji saptandı. Bu stratejinin ana ilkeleri şöyleydi:

1) Adanın bağımsızlığına yol açacak tüm anayasa girişimlerine karşı çıkmak.

2) Gerek Kıbrıs’ta gerekse dış ülkelerde ve uluslararası platformlarda Enosis için yoğun çaba göstermek.

3) Bu amaçla ve Yunanistan’daki ilgili örgütlerle işbirliği içinde, adada silahlı bir mücadele için gerekli hazırlıkları yapmak ve gençlik örgütleri kurmak.

4) Enosisi gerçekleştirmeye yönelik olmak üzere self-determinasyon hakkının tanınması için BM’ye başvuruda bulunmak.

Bu strateji sonucu, Makarios’un Atina ziyaretleri sıklaştı; Yunanistan ve Kıbrıs’ta enosis mitingleri ve gösterileri daha tehlikeli boyutlara ulaştı. Atina radyosunun Kıbrıs’a yönelik yayınlarının tonu sertleşti, daha kışkırtıcı bir havaya girdi.

Makarios, kısa sürede, yüz yıllık enosis idealini, pratik, çağdaş yaklaşım ve yöntemlerle bölgesel, hatta evrensel bir soruna dönüştürdü. Politik mücadeleye, daha sonraki yıllarda, silâhlı terör eylemlerini de katarak Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’in bir çıban başı yaptı.

Enosis olduğu takdirde İngilizlere, hatta Amerikalılara gerek Kıbrıs’ta, gerekse Girit’te üs verilmesi önerisi, birkaç kez Yunan hükümetlerince de tekrarlandı. Hatta Kral Paul (Pol) bile bu görüşü destekleyen demeçler verdi.

Tüm bu gelişmeler, Ankara’da izlenmekte ve diplomatik girişimlerle Türkiye’nin konuya olan ilgisi duyurulmaya çalışılmaktaydı.

Makarios’un girişimleri, Venizelos’un açıklamaları ve Atina’daki büyük enosis mitingi Ankara’da tepkilere neden oldu. Nitekim hükümetin de teşviki ile İstanbul ve Ankara’da üniversite gençliği, Atina mitingine yanıt oluşturan büyük, görkemli Kıbrıs mitingleri düzenledi.
DIŞİŞLERİ BAKANI KÖPRÜLÜ
Türkiye Dışişleri Bakanı Prof. Fuat Köprülü de Meclis’te konuya değinmek gereğini duyarak, Kıbrıs konusunun zamansız ortaya atıldığını ve Türkiye’nin sorunla ilgili olduğunu söyledi. Köprülü şu hususları da vurguladı:

“Türkiye, adanın halihazır hukuki statüsünün değiştirilmesini gerektiren bir neden görmemektedir. Fakat eğer böyle bir değişikliği gerektirecek ciddi bir sorun ortaya çıkarsa, Türkiye’nin çıkarlarına ters düşecek bir çözümün kabulü ve buna izin verilmesi olanağı yoktur.”

Köprülü’nün bu demeci, Yunanistan’da karşı tepkilere yol açtı. Yunan basını Türkiye’ye saldırmaya başladı. Başbakan Venizelos basına açıklama yaparak, Köprülü’nün demecinin kendisini şaşırttığını; zira özgür, demokratik dünyanın oluşturduğu BM’nin ilan ettiği Self-determinasyon ilkesine ters düştüğünü söyledi.

Makarios’un enosisi gerçekleştirmek için dört elle sarıldığı self-determinasyon, yani halkların kendi geleceklerini kendilerinin saptaması ilkesi artık her yerde, her toplantıda tekrarlanmaya başladı.

Bu propaganda esnasında, Kıbrıs’ta, ‘Kıbrıs Milleti’ diye bir millet bulunmadığı, Kıbrıs halkının iki esas toplumdan oluştuğu gerçeği gizlenmekteydi. Halbuki iki toplumlu Kıbrıs gerçeği, 308 yıllık Türk döneminde olduğu gibi 82 yıllık İngiliz döneminde de devamlı olarak vurgulanmış, adanın siyasi, kültürel ve sosyo-ekonomik yaşamında iki toplumluluk esası her aşamada, göz önünde bulundurulmuştur. Bu nedenle, self-determinasyon hakkının Kıbrıs’ta uygulanması söz konusu olacaksa, iki halkın, yani Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumları için ayrı ayrı kullanılması esası resmen kabul edilmiştir.
BM’YE İLK BAŞVURU

Makarios, plebisitin ikinci yıldönümünde Lefkoşa’nın Ayfanaromeni Kilisesinde yaptığı konuşmasında, 1950 plebisitinin enosis mücadelesinde önemli bir kilometre taşı olduğunu, BM önünde verilecek sınavda en güçlü kanıtı oluşturacağını bildirdi ve Yunan hükümetinin Kıbrıs sorununu mutlaka BM’ye götürmesi gerektiğini söyledi. Makarios, Kıbrıs sorununun Pan-Helenik bir dava olduğunu da sözlerine ekledi.

Makarios’un bu girişimleri sonucu Yunan hükümeti, 1954’te Kıbrıs sorununu BM’ye götürmeye karar verdi. Bunun üzerine Yunanistan, 20 Ağustos 1954’te Başbakan Papagos’un imzasını taşıyan bir yazı ile BM Genel Sekreterine resmen başvurdu ve “Kıbrıs’a self-determinasyon hakkının tanınması konusunun” BM Genel Kurulu’nda görüşülmesini istedi. Ardından dünyanın belli başlı merkezlerinde bir propaganda kampanyası başlattı.

BM’deki İngiliz delegesi, bu başvuru karşısında, Kıbrıs’ın İngiltere’nin bir iç meselesi olduğunu ve BM’nin bu konuya karışamayacağını bildirdi.27

BM’ye yapılan başvurunun Kıbrıs’ta duyulması üzerine, Rumlar Yunan bayraklarıyla sokaklara döküldüler, enosis sloganları haykırarak coşkulu gösteriler yaptılar.

Rumların kışkırtıcı beyanları, Yunan bayrakları ile yaptıkları toplantı ve yürüyüşler, Kıbrıs Türk halkında haklı bir tepki ve endişe yarattı. Milli Türk Partisi Genel Sekreteri Dr. Fazıl Küçük, BM Genel Sekreterine bir telgraf göndererek, 100 bin Kıbrıslı Türkün Yunan hükümetinin ENOSİS istemini şiddetle protesto ettiğini, Yunanistan’la birleşme, özerk yönetim ve plebisiti reddettiğini bildirdi.

Kıbrıs konusunun, BM gündem komitesindeki oylama sonucu Genel Kurul’da görüşülmesi aşamasına gelinmesi, Ankara’yı harekete geçirdi. Dışişlerinde konuya ilişkin çalışmalar başlatıldı. Bir Kıbrıs Türk heyeti de Ankara ve İstanbul’a giderek Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes tarafından kabul edildi.

Faiz Kaymak başkanlığındaki heyet, İstanbul’dan Londra’ya oradan da New York’a giderek BM çevrelerinde temaslar yaptı; Londra’da basın mensuplarına bir bildiri dağıtarak şu husuları belirtti:

* Kıbrıs Türkleri enosise şiddetle karşıdır. Enosisi önlemek için elden gelen her şeyi yapacaktır.

* Enosis gerçekleşirse adaya mali yıkım, ırkçı ve sosyal kargaşa gelecektir; hatta Yunanistan’daki gibi ideolojik bir iç savaş başlayacaktır. Enosis, komünist blok için bir sıçrama tahtası olabilir. Bu takdirde Kıbrıslı Türklerin yazgısı, Girit, Oniki Adalar ve Batı Trakya’daki Türklerin aynı olacaktır.28
Kıbrıs Türk Heyeti, Londra’da Devlet Bakanı Henry Hopkinson ve Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd tarafından kabul edildi. Hopkinson, Kıbrıs Türk heyetine, 28 Temmuz’da parlamentoda yaptığı konuşmasında, adanın statüsünde bir değişiklik olmayacağını Majeste Kraliçe Hükümeti adına açıkladığını, bu nedenle Türklerin endişesine bir neden bulunmadığını söyledi.

Londra’dan sonra New York’a giden heyet, orada ilkin BM’deki Türk Başdelegesi Selim Sarper ile temasa geçti. Ayrıca İngiliz delegesiyle görüştü.

Yunanistan’ın Kıbrıs konusunu BM’ye götürmesi kesinleştiğinde Menderes, 24 Ağustos 1954’te İstanbul’da gençlik ve öğrenci kuruluşlarıyla Türk basın mensupları ve Kıbrıs Türk Kültür Derneği ileri gelenlerinin ortak toplantısında seçilen Kıbrıs Komitesini vilayette kabul ederek, onlara kesin bir dille, adanın Yunanistan’a verilemeyeceğini bildirdi.29

Kıbrıs Komitesi’nin İstanbul toplantısına CHP Genel Başkanı ve muhalefet lideri İsmet İnönü de bir mesaj göndererek, “Kıbrıs bizim için hayati önemi haizdir. Asla Yunanistan’a verilmemelidir” demekteydi. İnönü mesajında şu hususları da vurgulamıştı:

⦁ Kıbrıs sorununda Türkiye’nin ulusal çıkarları, bugünkü yönetimde değişiklik yapılmaması ve oradaki Türklerin insan hakları ve ulusal kimliklerini koruyarak güvenlik içinde yaşamalarını gerektirmektedir.

⦁ Kıbrıs, İngiltere’ye Türkiye’nin toprak güvenliğini güvenceye almak karşılığında verilmiştir. Türkiye’nin güvenliği konusu bugün de birinci derecede önemli bir meselemizdir.

⦁ Kıbrıs’ın statüsünde değişiklik yapılmasının kesinlikle karşısındayız.

⦁ Kıbrıs Yunanistan’a asla verilemez.

Rumlar BM’ye self-determinasyon hakkının Kıbrıs halkı için uygulanması istemiyle başvurmuşlardı. Enosisi, bu kılıf altında gerçekleştirmek istiyorlardı. Burada yaptıkları en büyük hata, Kıbrıs halkının bir tek toplumdan değil, iki esas toplumdan oluştuğu gerçeğini görmezlikten gelmeleri veya dünya kamuoyundan gizlemeye çalışmaları oldu. İngilizlerin Kıbrıs’ı Türklerden, hem de geçici kaydıyla devraldığını, bu nedenle Türkiye’ye bu kadar yakın ve jeopolitik olarak Türkiye için bu kadar yaşamsal önemi olan Kıbrıs’ın statüsünde değişiklik yaparken Türkiye’nin de iznine gerek bulunacağını, Rumlar düşünmek bile istemediler.

Bu hatalı ve hesapsız yaklaşım, hem Yunanistan’a hem Kıbrıs Rumlarına BM’deki ilk müzakerelerden itibaren pahalıya mal oldu; toplumlararası gerginliği artırdı; Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkileri bozdu; NATO ittifakı içinde huzursuzluk yarattı.

Görüşme esnasında, New York’ta kulis yapmak üzere Makarios da ilkin Londra’ya oradan da Amerika’ya gitti. Makarios, Londra’da The Times muhabirinin sorularını yanıtlarken, self-determinasyon hakkının BM’de kabul edilmesinden sonra bu hakkın Yunanistan’la birleşmek için kullanılacağını açıkladı.

BM siyasi komitesinde Kıbrıs konusu görüşülürken İngiliz Başdelegesi Selwyn Llyod, şu gerçeği dile getirdi: “Kıbrıs’ta iki etnik halk vardır. Enosis gerçekleşirse, bu, Kıbrıslıların kendi yazgılarını saptamak için değil, adanın Yunanistan’a katılması için kullanılacaktır.”

17 Aralık 1954’te Genel Kurul’da 8 çekimser ve 50 olumlu oyla 814 nolu Kıbrıs kararı alındı. BM’deki bu ilk Kıbrıs kararı Rum-Yunan ikilisi için çok olumsuz bir sonuçtu; bir yenilgi demekti. 814 no.’lu bu karar şöyleydi:

“Genel Kurul, şimdilik Kıbrıs sorunu ile ilgili bir karar suretini kabul etmenin uygun olmadığı düşüncesinden hareketle, ‘halkların eşit hakları ve self-determinasyon ilkesinin BM gözetiminde Kıbrıs ahalisi için uygulanması’ adı altındaki maddenin (Yunan başvurusunun) daha fazla görüşülmemesini kararlaştırmıştır”.(

Böylece, self-determinasyon hakkının, adada iki ayrı toplum bulunduğu gerçeği dikkate alınarak, Kıbrıs halkı için geçerli olamayacağı BM Genel Kurulu’nca karara bağlandı. (DEVAM EEDECEK)

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.