DOLAR 32,5038 0.08%
EURO 34,7826 -0.12%
ALTIN 2.496,260,50
BITCOIN 20917631,26%
Lefkoşa
°

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kıbrıs (7)

ABONE OL
09 Eylül 2017 23:07
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıbrıs konusunun Siyasi Komite’de görüşülmesi esnasında Türk delegesi Büyükelçi Selim Sarper uzun ve kapsamlı bir konuşma yaptı. Bu önemli konuşmada belirtilen Türk görüşü şöyle özetlenebilir:
TÜRK GÖRÜŞLERİ
⦁ Bu sorun yapay olarak ortaya atılmıştır ve 3 devlet arasındaki dostluğu bozucu nitelik taşımaktadır.

⦁ Kıbrıs İngiltere’nin bir iç meselesidir.

⦁ Enosis, Almanların “Anschluss” kelimesi ile eşanlamlıdır. Bilindiği gibi Almanlar da bu kelimenin içerdiği yayılmacı emellerini self-determinasyon ilkesine dayamaktaydı.

⦁ Yunanlılar da, aynı ilkeye dayanarak Kıbrıs’ı ilhak etmek istiyorlar.

⦁ Kıbrıs, 307 yıl Türk egemenliği altında kalmıştır. Türkiye’ye olan yakınlığı, iklimi, jeolojik, botanik ve zoolojik karakteristiği itibariyle de Anadolu’nun bir parçasıdır ve hiçbir zaman Yunanistan’ın olmamıştır.

⦁ Türkiye hem coğrafi hem iktisadi yönden olduğu kadar ırkî, hukuki, tarihi nedenler dolayısıyla da Kıbrıs’ın durumu ve geleceğiyle birinci derecede ilgilidir.

⦁ Self-determinasyon ilkesi, Kıbrıs’ta ancak iki halk için ayrı ayrı uygulanırsa geçerli olur.

⦁ Herhangi bir nedenle ve her ne şekilde olursa olsun, günün birinde Kıbrıs’ın kaderi ve geleceği söz konusu edilirse, Türkiye’nin de işbirliği ve oluru olmadan hiçbir çözüm şekli hakka dayandırılmış sayılmayacak ve sonuçta sürekli de olmayacaktır.

Kıbrıs sorunu ilk kez BM’de görüşülürken, gerek İngiliz parlamentosunda, gerekse New York’taki müzakereler esnasında, İngiliz yetkililer çok önemli ve ilginç açıklamalarda bulunarak Kıbrıs’ın gerçeklerini vurguladılar. Bu görüşler şöyle özetlenebilir:

⦁ Kıbrıs iki ayrı etnik grubun, Türklerle Rumların yaşadığı bir adadır.

⦁ İngiliz hükümetinin politikası yeni bir anayasa çerçevesinde Kıbrıs’ta özerk yönetime geçmektir. Bu yeni düzenleme Kıbrıs’ın egemenliğinde bir değişiklik öngörmemektedir.

⦁ Kıbrıs’ı Helenleştirmek veya Türklerin gururunu kırmak, hiçbir zaman İngiliz hükümetinin benimsediği bir politika olmamıştır.
SİLAHLI EYLEMLERE HAZIRLIK
Rum-Yunan ikilisi, bir yandan Kıbrıs sorununu BM’ye götürürken, bir yandan da adada silahlı eylemlere başlamak için hazırlık yapıyordu. Makarios, bu amaçla, aslen Kıbrıslı bir Rum ve Albay rütbesiyle Yunan ordusundan emekli olan Grivas’la 1954 yılında gizli bir görüşme yaptı. Bu yöndeki hazırlıklar da yoğunluk kazandı. Yunanistan’dan getirilen silâhlarla diğer askeri malzeme Baf sahillerinde gizlice adaya çıkarılıyor ve Grivas’ın direktiflerine uygun şekilde, gizli tedhiş örgütü (EOKA) mensuplarına dağıtılıyordu.
PEON ÖRGÜTLENMESİ
Albay Grivas, ilkin 1951 yılında Başpiskoposluğa yeni seçilen Makarios tarafından adaya davet edildi. Grivas’tan istenilen, aynı yıl Makarios’un kurduğu Milli Gençlik Hareketini (PEON) örgütlemesiydi.
PEON, 1954’te Grivas’la Makarios’un birlikte oluşturduğu EOKA tedhiş örgütünün her bakımdan ana kaynağını oluşturdu, esas dayanağı oldu.
Yunanistan’dan gizlice adaya silâh sevkiyat 1954’te başladı. Tüm bu gizli işlemler, Makarios ve Yunan hükümetinin bilgisi içinde yapılmaktaydı.
GİZLİ TOPLANTILAR
Grivas’ın, anılarına göre, silâhlı eyleme geçilmesi için, 2 Temmuz 1952de Atina’da Başpiskopos Makarios’un da katıldığı gizli bir toplantıda karara varılmıştı.
7 Mart 1953’te, Atina’da yapılan bir başka gizli toplantıda, enosis için girişilecek silahlı eylemlerle ilgili olarak ant içildi. Bu yemini imzalayanlar arasında Makarios ve Grivas yanında iki profesör, bir Albay, bir Avukat ve iki de kamu görevlisi vardı.
1954 yılı Mart ayı başlarında, silah yüklü olarak ilk gemi Baf sahillerinde Hloraka’ya vardı ve Azinas’ın başcılığı altında gizlice yükünü boşalttı.
İkinci parti silâhı getiren Ay Yorgi gemisinin hareketi, İngilizlere ihbar edilmişti. Bunun üzerine İngilizler, bir destroyerle Hloraka yakınlarında, Ay Yorgi’nin önüne geçerek taşıdığı silah ve cephaneye el koydular; gemi kaptanı ve personelini ve sahilde gemiyi boşaltmak için bekleyen Rumları tutukladılar.
EOKA HAREKETE GEÇİYOR
EOKA, 1955 yılının 31 Martı’nı 1 Nisan’a bağlayan gece sabaha karşı saat 00.30da sabotaj ve tedhiş eylemlerini başlattı.
Tedhişin ilk günü dağıtılan ve EOKA’nın amacını anlatan bildirilerde, hedefin enosisi gerçekleştirmek olduğu açıkça belirtilmişti.
Enosis için başlatılan bu tedhiş hareketi, sadece hükümet binalarının bombalanması ve İngiliz askerlerine pusu kurulması, saldırılması ile sınırlı kalmadı. Sonuçta, İngilizler yanında birçok Rum ve Türk de EOKA’nın kurbanı oldu. Her iki toplum da büyük kayıplara uğradı.
EOKA, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için yola çıkmadığından ve enosis hedefinden hiç ayrılmadığından, 1960ta kurulan Ortaklık Cumhuriyeti’nin temelinde her an patlamaya hazır bir bomba olarak kaldı. Nitekim, 1963-74 döneminde EOKA’nın enosis hedefi, Türk toplumuna karşı çeşitli saldırılar ve cinayetlerin yer almasına, toplumlararası çatışmalara, göçlere, 1974 Enosis darbesine ve Türk Barış Harekatıyla adanın ikiye bölünmesine neden oldu.
LONDRA KONFERANSI
EOKA’nın başlattığı ve yaygınlaştığı tedhiş olayları nedeniyle Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu, adadaki gelişmelerin ulusal hak ve çıkarlarımız için tehlikeli boyutlara ulaştığını görmekte, bu gidişi önleyici çeşitli önlemler almak sürecine girmiş bulunmaktaydı. Bir yandan Kıbrıs Türklerinin ulusal varlığını korumak, öte yandan uluslararası alanda Türkiye’nin de, Kıbrıs’ın geleceği konusunda söz sahibi olduğunu duyurmak, kanıtlamak gerekiyordu. İşte tam bu esnada İngiliz hükümeti devreye girerek, Türkiye ve Yunanistan’ı Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi’ konusunda görüşmeler yapmak üzere Londra’da konferansa davet etti.
Türkiye, Londra Konferansı çağrısını kabul etti. Yunanistan ise kesin bir yanıt veremiyordu; zira Makarios, Kıbrıs sorununa Türkiye’nin karıştırılması girişimini şiddetle eleştirmeye ve “Kıbrıslıların hazır bulunmayacağı bir toplantının geçersiz olacağını” ileri sürmeye başlamıştı.
Yunan Başbakanı Papagos, Atina’da Makarios’la görüştükten sonra yaptığı açıklamada, Londra Konferansı tatmin edici bir sonuca varmazsa tekrar BM’ye başvurulacağının kararlaştırıldığını açıkladı. Dışişleri Bakanı Stefanopulos ise, Kıbrıs konusunda self-determinasyona dayanmayan hiçbir çözümü kabul etmeyeceklerini ve bu yönde Makarios’a söz verdiklerini bildirdi.
Rum-Yunan ikilisi bu tür açıklamalarla, daha konferans başlamadan durumu kendi lehlerine çevirmek amacını güden bir taktik içine girmişti.
Öte yandan, Kıbrıs Milli Türk Birliği Genel Sekreteri Dr. Fazıl Küçük, Başbakan Adnan Menderes’e bir telgraf göndererek, “Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması için büyük devletimizin yardımına sığınır, sarsılmaz bağlılığımızı ve itimadımızı bir kez daha teyid ederiz” demekteydi.
Bu esnada, İngiliz basınında da çeşitli görüşler ortaya atılmaktaydı. Hatta, bir büyük İngiliz gazetesi, Kıbrıs’ın tekrar Türkiye’ye verilmesini önermişti.
MENDERES’İN KONUŞMASI
Londra Konferansı’nın arifesinde, Yunanistan’da şaşkınlık, Türkiye’de ve Kıbrıs Türkleri arasında ise, büyük sevinç yaratan bir olay oldu. Bu olay, Başbakan Adnan Menderes’in, İstanbul’da 24 Ağustos günü gecesi Kıbrıs’la ilgili olarak basın mensuplarına verdiği demeçti.
Bir Türk Başbakanı, ilk kez Kıbrıs konusunda bu kadar kesin, bu kadar kararlı ve belki de sert sayılacak bir konuşma yapmıştır.
Menderes’in bu tarihi konuşmasında söylediklerini çok özet olarak ve satır başları halinde şöyle sıralayabiliriz:
⦁ “İngiltere hükümetine bir nota vererek, Kıbrıs’taki ırkdaşlarımızın karşılaştıkları tehlikeden duyduğumuz endişeyi belirttik.
⦁ Bu konuda, bunca zaman soğukkanlılığımızı koruyarak, Türk-Yunan dostluğuna verdiğimiz önemi kanıtladık. Türk-Yunan dostluğuna bugün de büyük önem vermekteyiz.
⦁ Adanın şu kadar nüfusu Türk, şu kadar nüfusu Rummuş ve onlara göre, sanki bütün dünyadaki coğrafi sınırlar bu esasa göre çizilmiş gibi, Kıbrıs’ın kaderi de bu esasa göre belirlenmeli imiş. Ben, şu kadarını söyleyeyim ki, nüfus çoğunluğuna göre bir bölgenin kaderinin saptanması ilkesi, bu dünyada, hele böylesine parçalı olarak uygulama yeri bulmuş değildir. Bir vatan, terzinin önündeki kumaş parçası gibi neresinden istenilirse kesilebilen bir meta değildir. O, esas itibarıyla teknik gerçeklere dayanmakla beraber, coğrafi, siyasi, ekonomik ve askeri bir bütün oluşturmakta ve bu bakımdan çeşitli amillerin (etkenlerin) etkisi altında tarihi olayların gösterdiği yönde sınırları çizilen bir coğrafya parçasıdır.
Vaktiyle, Batı Trakya için Lozan Konferansı esnasında, plebisit yapılmasını istemiştik. Buna şiddetle karşı çıkan Yunanistan olmuştu. O günkü iddialarını ve kanıtlarını bugün kendilerine karşı kullanmak kolaydır.
⦁ Şuna da dikkatlerini çekmek gerekir: Daha dün, nüfus esasına dayanarak mı Ankara’nın önlerine kadar gelmişlerdi? İzmir’de, Aydında, Denizli’de, Eskişehir’de işleri neydi? Acaba oralarda self-determinasyon ilkesini gerçekleştirmek için ilâhi bir misyonları mı vardı?
⦁ Girit alındı, şurası, burası alındı. Daha birçok yerler alınabilecek sanıldı.
Girit’i alma yöntemlerinin Kıbrıs’ta tekrar edilmekte olması, ister istemez Türkleri, Yunan irredantizm hareketinin başlangıçtan bugüne kadar olan seyrini hatırlamaya yöneltiyor.
⦁ Şurasının herkesçe açık olarak bilinmesi gerekir ki, Türkiye sahillerinin büyük bir kısmı, başka devletlere ait gözleme ve tehdit araçlarıyla çevrilmiş bulunuyor. Bir Kıbrıs sahası bugün güvenli görünmektedir. Bu bakımdan, Kıbrıs, Anadolu’nun bir devamından ibarettir ve onun güvenliğinin esas noktalarından biridir. Bu nedenle, bugün Kıbrıs’ın el değiştirmesi söz konusu ise, bunun etnik esaslara değil, çok daha önemli gerçeklere ve gerekçelere göre kararlaştırılması ve Türkiye’ye geri verilmesi gerekecektir.
⦁ Londra’ya gidecek heyetimiz, statükonun devamını asgari koşul olarak savunacaktır. Fakat şurasını da kesinlikle belirteyim ki, bu memleketin (Türkiye’nin), Kıbrıs’ın statükosunda (varolan durumunda) bugün için ve hatta yarın için memleketimiz aleyhine olabilecek bir değişikliğe kesinlikle tahammülü yoktur.
LANCASTER HOUSE
Lancaster House’de yapılan konferans, iki aşamalı oldu. İlk aşamasında taraflar kendi görüşlerini belirttiler.
İngiltere, adadan ayrılmak niyetinde olmadığını; üç devletin, Doğu Akdeniz’in savunmasında ortak çabalarda bulunabileceklerini ve bunun örneklerini ilkin Kıbrıs sorununda verebileceklerini, Kıbrıs’a özerklik önerdiklerini ve Türkiye ile Yunanistan’ın özerkliğin uygulanmasında yardımcı olmalarını istediklerini bildirdi.
Yunan delegesi, ‘Kıbrıs halkına’ self-determinasyon hakkının tanınması üzerinde ısrar etti.
DIŞİŞLERİ BAKANI ZORLU
Zorlu ise, adanın Türkiye’nin savunması için olan yaşamsal önemini belirterek, eğer birgün İngiltere adadan ayrılmaya karar verirse, Türkiye’nin güvenliği konusunun diğer bütün ilkelerin üstünde olacağını, adanın tarihi, coğrafi ve stratejik nedenlerle Türkiye’ye bağlı bulunduğunu, statüko bozulacaksa Kıbrıs’ın geri Türkiye’ye verilmesi gerektiğini anlattı.
Zorlu, ayrıca, Kıbrıs’taki Türk nüfusu ele alındığında, bunların Anadolu’da yaşayan 24 milyon Türkle birlikte hesaplanması gerektiğini, sadece Türkiye’de 300 bin Kıbrıslı Türk bulunduğunun da unutulmaması gerektiğini söyledi.
Kıbrıs’ı elde bulunduran ülkenin Ege’deki adaları da elinde bulunduran ülke olması halinde Türkiye’nin bu devlet tarafından kuşatılmış olacağını söyleyen Zorlu, hiçbir ülkenin tüm güvenliğini, nekadar dost ve müttefik olursa olsun böyle bir devlete bağlayamayacağını bildirdi.
Zorlu, self-determinasyon konusunda ise, 1954’te BM’de belirtilen ve Başbakan Menderes’in Londra Konferansı arifesinde İstanbul’da yinelediği Türk görüşlerini, yeni örnekler vererek anlattı.
Özerklik üzerindeki Türk görüşü de, şöyle dile getirildi:
Özerk yönetim ancak birbirleriyle iyi geçinen, birbirine güvenen toplumlar için söz konusu olabilir. Bu nedenle özerklikten önce adadaki tedhişin durması gerekmektedir. Ortam hazır olur ve özerk yönetime geçilecekse, o takdirde bu yeni sistemin, her iki toplumun tam eşitliği esasına dayanması gerekeceği de akıldan çıkarılmamalıdır.
Adadaki statüko bozulacaksa, ada Türkiye’ye geri verilmelidir. Türkiye statükonun zora başvurularak değiştirilmesine asla izin vermeyecektir.
Türk delegesinin bu açık ve kesin açıklamaları karşısında Yunan delegesi söyleyecek bir söz bulamayınca konferans 6 Eylül’e ertelendi.
KONFERANSIN İKİNCİ AŞAMASI
Konferans’ın 6 Eylül’de başlayan ikinci aşamasında İngilizler, Kıbrıs için yeni bir anayasa önerdiler.
Türk delegesi başkanı Fatin Rüştü Zorlu, İngilizlerin önerilerini sakıncalı bulduğunu açıkladı, nedeni de şuydu:
Rumlar Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak (enosis) fikrinden vazgeçmedikçe, özerklik, bu emel peşinde olanları daha da cesaretlendirecektir; bu yoldaki eylemler için onlara daha uygun bir zemin hazırlayacaktır.
Öte yandan Yunanistan da, başka nedenler ileri sürerek İngiliz önerilerini kabul etmedi ve Konferansı’n bir sonuç vermediği gerekçesiyle Kıbrıs konusunu tekrar BM’ye götürdü. Aslında, Yunanistan bir yanıt vermekte ikide kalmış ve önerileri inceledikten sonra yanıt vereceğini bildirmişti ama, Makarios 9 Eylül 1955’te Cikko Manastırında bir konuşma yaparak, ne kadar cazip olursa olsun özerkliği Kıbrıslıların reddedeceğini bildirdi.
6 Eylül’de ikinci aşaması yapılan Konferans, hiçbir karar almadan 7 Eylül günü dağıldı.
Londra Konferansı, tarafların Kıbrıs’la ilgili görüşlerinin dünya kamu oyunda duyurulmasına, Türkiye’nin bu sorunda taraf ve birinci derecede ilgili bir devlet olduğunun kanıtlanmasına yaradı. İngiltere’nin şimdilik adada kalmakta kararlı olduğu ve özerk yönetimden daha ileri gitmeyeceği anlaşıldı. Yunanlıların ileri sürdüğü self-determinasyon ilkesinin Kıbrıs’ta uygulanmasının olanak dışı olduğu görüşü ağırlık kazandı.
Londra Konferansı, Türkiyesiz, Kıbrıs sorununa çözüm bulmanın olanağı bulunmadığını ve bir çözüm için 3 devletin uzlaşması gerektiğini ortaya koydu.
Adanın geleceğini kimlerin kararlaştıracağının uluslararası alanda duyurulması yönünde Londra Konferansı tarihi bir aşama sayılmaktadır. (DEVAM EDECEK)

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.