DOLAR 32,5048 -0.14%
EURO 34,7838 -0.25%
ALTIN 2.423,26-0,27
BITCOIN 21632700,10%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kıbrıs (8)

ABONE OL
09 Eylül 2017 23:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Londra Konferansı’nın sonuçsuz kalması ve EOKA tedhişinin yaygınlaşması üzerine, adadaki Sivil Vali Sir Robert Armitage’in yerine asker kökenli bir vali göndermek gereği ortaya çıktı. Bunun üzerine, İngiliz Genelkurmay Başkanlığından yeni emekliye ayrılmış olan Field Marshal (Fild Mareşal) Sir John Harding Kıbrıs’a vali olarak atandı.

Mareşal Harding, göreve başladığı 4 Ekim 1955 tarihinin ertesi günü Başpiskopos Makarios ile Ledra Palace (Lidra Palas) otelinde biraraya geldi. Toplantı sonunda yayınlanan bildiriye göre Harding ve Makarios “Adanın geleceği üzerinde fikir alışverişinde bulundular ve görüşmelere devam etmek için anlaşmaya vardılar.”

Bu, ilginç bir gelişmeydi. Çünkü 1931 isyanından bu yana hiçbir İngiliz valisi herhangi bir Kıbrıs Rum Başpiskoposu ile görüşmemişti.

Vali, iki toplum arasında dengeyi korumaya özen gösterdiğini kanıtlamak için ertesi günü de Kıbrıs Türk ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Harding, ilkin Müftü Dana Efendi ile sonra da sırasıyla Avukat Fadıl N. Korkut ve Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçükle görüştü.
Harding-Makarios görüşmeleri, kısa aralıklarla Lidra Palas’ta devam etti. Daha sonraki gelişmelerden anlaşıldığı gibi, bu görüşmelerin esas amacı, Makarios’un tedhişle ilgili tutumunu değiştirerek EOKA’ya destek olmaktan vazgeçmesini sağlamak ve bu yapıldığı takdirde, Rumlara özerk yönetimde daha fazla haklar verileceğini duyurmaktı.

Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük, İngiliz Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd’a ve valiye birer telgraf göndererek Kıbrıs Türklerinin, ilkin adadaki tedhişin sona erdirilmesi, nizam ve asayişin sağlanması ve ancak ondan sonra her iki topluma eşit haklar verilerek statükonun devamı gerektiğini, self-determinasyon hakkı maskesi altında adanın Yunanistan’a ilhakına şiddetle karşı olduklarını belirtti.

11 Ekim’de yapılan 3. görüşme ise tam bir çıkmazla sonuçlandı. Bu görüşmeden önce Ethnarhia üyeleriyle bir toplantı yaparak izlenecek politikayı saptayan Makarios, valinin özerklik önerilerini kesin olarak reddetti.

Harding-Makarios görüşmelerinin birinci aşamasının başarısızlığa uğramasının ana nedeni, İngilizlerin özerklik, Makarios’un ise, enosise götürecek self-determinasyon hakkının uygulanması için belirli bir tarih saptanması üzerinde ısrar etmeleriydi.

Harding-Makarios görüşmeleri 1956 yılının ilk günlerinde yeniden başladı. 9 Ocak’tan 29 Şubat’a kadar aralıklı olarak devam eden bu görüşmelerde de bir anlaşmaya varılamadı.

29 Şubat’ta yapılan son toplantıya Londra’dan gelen Sömürgeler Bakanı A. L. Boyd da katıldı.

Görüşmelerin ikinci aşaması öncesinde, Vali Harding, Dr. Fazıl Küçük başkanlığında bir Kıbrıs Türk heyetini de kabul ederek, Türk toplumunun fikri alınmadan adanın gelecekteki yönetim şeklinin kararlaştırılmayacağına ilişkin güvence verdi.

Aynı amaçla, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nda, TC. Londra Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü’ye bilgi verildi.

Vali Londra’ya giderek durumu hükümetle görüştü. Adaya dönüşünün ertesi günü, 26 Ocak’ta Makarios’la son ve en uzun toplantısını yapan Harding onunla hiçbir konuda anlaşmaya varamadı.

İki taraf arasında, bundan sonra başbaşa görüşmek yerine, karşılıklı yazışmalar yer aldı.

Vali Harding ve Makarios arasında karşılıklı yazışmalardan da olumlu bir sonuç alınamayınca İngiliz Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd son bir girişim için, Kıbrıs’a geldi ve 29 Şubat günü Makarios’la görüştü. Boyd, İngiliz hükümetinin görüşlerini yazılı bir belge olarak da Makarios’a sundu.

Makarios, bu önerileri de reddetti. Böylece 1955 Ekim ayından beri devam eden görüşmeler tam bir başarısızlığa uğradı. Makarios, tedhişin durdurulması çağrısını da yapmadı ve böylece hava daha da gerginleşti. EOKA tedhişi, artan bir hızla devam etti; anlaşma umudu tamamıyla yok oldu.
Harding-Makarios görüşmeleri devam ederken Başpiskoposun, EOKA tedhiş eylemleriyle olan ilgisini kanıtlayan birçok belge ele geçirildi. Daha sonra, Başpiskoposlukta bulunan birçok belgeden Makarios’un amacının ilkin self-determinasyon hakkını elde etmek ve daha sonra Rum çoğunluğuna dayanan meclisten çıkaracağı bir kararla bu hakkı uygulayarak enosisi ilân etmek olduğu açıklanmıştı.

Vali, ele geçirilen ve Makarios’un tedhişle olan ilgisini kanıtlayan belgeler ışığında, Makarios’la birlikte Girne piskoposunu, Ayfanaromeni Kilisesi papazını ve Girne Piskoposluğu sekreterini sürgüne göndermeye karar verdi.

İngiliz hükümetinin bu kararı onaylaması üzerine, 9 Mart 1955’te, yani müzakerelerin kesilmesinden 9 gün sonra, Makarios ve diğer 3 arkadaşı Hint Okyanusu’ndaki Seyşel adalarına sürgün edildi.

Vali Harding, artık tüm çabalarını EOKA tedhişine karşı askeri operasyonlar düzenlenmesi ve tedhişin sona erdirilmesi uğraşları üzerinde yoğunlaştırdı. 1956 yılı yaz aylarında Trodos dağlarında EOKA’ya karşı başarılı hareketler yapıldı.

Bu esnada EOKA, İngiliz askerleri yanında Rum ve Türk sivillere de saldırmaya ve bu tür cinayetlerini artırmaya başladı.

Makarios’un Seyşel adalarına sürülmesinin ardından 1956 yazında İngiltere Kıbrıs’a yeni bir anayasal düzen getirmek için tekrar girişimlerde bulundu. Bu maksat için gerekli çalışmaları yapmak üzere Lord Radclife’i (Radklif) anayasa komiseri atadı.

Başbakan Harold Macmillan, 12 Temmuz 1956’da parlamentoda yaptığı konuşmasında, Kıbrıs’a iç yönetiminde özerklik verilmesi yolunda ilerlemekte kararlı olduklarını bildirdi.

Macmillan, ayrıca, İngiliz hükümetinin self-determinasyon hakkını kabul etmekte olduğunu, fakat bu yönde atılacak adımların Lozan Antlaşması’na taraf olan Türkiye için ciddi ve kapsamlı sonuçlar ortaya koyacağını, bu nedenle, yapılacak işin iç özerklik alanında yeni girişimler yapmak olduğunu açıkladı.

Parlamentodaki müzakereler esnasında Dışişleri Bakanı Selwyn Llyod, Kıbrıs’ın Türkiye için taşıdığı önemi vurguladı.

Milletvekili Walter Eliot ise, sadece yeni bir anayasa üzerinde durulması yerine Lord Radcliffe’in adanın taksimini de göz önünde tutmasını ve bunun için kendisine yetki verilmesi gerektiğini belirtti; Radcliffe’in adaya yapacağı daha sonraki ziyaretlerde Türk ve Rum kesimlerini ayıracak sınırı saptamak için bir sınır komisyonu ile takviye edilmesini istedi.

Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük, bir basın bildirisi yayımlayarak İngiliz Başbakanı’nın açıklamasını genel olarak olumlu bulduğunu, fakat Türklerin sadece kağıt üzerinde kalacak güvencelerle yetinemeyeceğini bildirdi ve şöyle dedi: “Bizim kabul edebileceğimiz tek güvence, tüm yasaları çıkaracak olan Mecliste eşit temsilci bulundurmaktır. Ayrıca İngiltere, Kıbrıs’ta self-determinasyon hakkını Türkiye’nin olurunu almadan uygulamayacağının güvence altına alınmasını istiyoruz.”
Rumların kendisiyle görüşmeyi reddetmiş olması nedeniyle Radcliffe, sadece Türk toplumu ileri gelenleri ve sömürge yöneticileriyle görüştü.

Radcliffe anayasa önerileri, 19 Aralık 1956 günü İngiliz parlamentosunda açıklandı.

Bu önerileri açıklarken, Sömürgeler Bakanı Alan Lennox Boyd İngiliz Avam Kamarasında şöyle dedi:

Uluslararası ve stratejik durum uygun olduğunda ve özerk yönetim, tatmin edici şekilde işlediği takdirde, Majeste Kraliçe hükümeti, self-determinasyon hakkını uygulamayı gözden geçirmeye hazır olacaktır.

Bunu yapma zamanı geldiğinde, yani koşullar oluştuğunda, Kıbrıs’ın özel durumu nedeniyle, self-determinasyonun uygulanması esnasında, Kıbrıs Türk toplumunun da, Rum toplumundan daha az olmamak üzere, kendi geleceğini kararlaştırmak (saptamak), özgürlüğünü güvence altına almak, Majeste Kraliçe hükümetinin amacı olacaktır.

Başka bir deyişle, İngiliz hükümeti o inançtadır ki, böylesine karma bir toplum yapısında, self-determinasyonun uygulanması, diğer seçenekler arasında, taksimi de içermelidir.

Taksim tezinin Türkiye ve Kıbrıs Türkleri tarafından ulusal bir amaç haline getirilmesi, İngiliz parlamentosundaki bu açıklamadan sonra resmi şekilde belirlenmiş ve benimsenmiştir.

Taksim tezi, iki toplumun ayrı self-determinasyon hakkının kabulü ile ortaya atılmış ve özellikle 1957-1958 yıllarında Türkiye ile Kıbrıs Türk toplumu içinde büyük destek bulmuş, ulusal bir nitelik kazanmıştır.

Radcliffe Anayasa önerileri, sürgün olduğu Seyşel’de kendisine sunulan Makarios, “mevcut koşullar altında Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili herhangi bir meseleyi müzakere etmeyeceğini” bildirdi.

Radcliffe anayasa önerilerinin başarısızlığa uğramasından sonra Kıbrıs için yeni bir plan hazırlığı çalışmaları 1958 yılı yaz aylarına kadar devam etti. Bu esnada Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu ayrı self-determinasyon hakkına dayanarak adanın taksimini resmi bir tez olarak benimsedi ve bu yönde büyük bir kampanya başlattı. Türkiye ve Kıbrıs’ta sık sık ve büyük kalabalıkların katıldığı taksim mitingleri düzenlendi. “Ya taksim ya ölüm” parolası ortaya atıldı. İngilizler ise yeni bir plan peşindeydi.

Ankara’daki Bağdat Paktı toplantısı öncesinde adada İngiliz askerleriyle Türk öğrenciler arasında yer alan bu olaylar, havayı hayli gerginleştirmişti. Türkiye basınında ise, Taksim konusu hergün manşetlerdeydi. Nihayet 27 Ocak günü geldi çattı ve bir gün önce Ankara’ya gelen İngiliz Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd’un, Zorlu ile görüşerek taksim tezini İngiltere’nin kabul ettiğini açıkladığı şeklinde bir haber çıktı.
Bu haber, 27 Ocak günü, Kıbrıs Türk gazetelerinden Bozkurt’un manşetinde yer alınca Türk toplumu içinde büyük bir sevinç ve heyecan yarattı. Halk ve öğrenciler Taksim sloganları atarak, ellerindeki Türk bayrakları ile yollara döküldü. Lefkoşa’da Atatürk Meydanı’nda büyük bir kalabalık oluştu ve buradan İnönü Meydanı’na doğru yürüyüşe geçildi. Yer, gök “Taksim, Sadece Taksim”, sesleri ile inliyordu. Fakat İngiliz askerleri bu kez daha da hazırlıklıydı. Coplarla, göz yaşartıcı bombalarla ve silahlı olarak Evkaf binası önünde ve Girne caddesinin çeşitli yerlerinde gruplar halinde yerlerini almış ve taksim yürüyüşüne katılanlara ilkin coplarla, sonra göz yaşartıcı bombalarla saldırıya geçtiler. Bir ara Girne kapısından Atatürk Meydanı’na doğru hızla ilerleyen bir İngiliz askeri cipi, biri kadın olmak üzere 4 vatandaşımızı yere düşürdü ve kadının üzerinden geçerek onu çiğnedi; ölümüne neden oldu. Bu feci olay sonucu çatışmalar daha da büyük boyutlara ulaştı.

Ertesi gün de taksim yürüyüşleri ve çatışmalar devam etti; İngiliz güvenlik kuvvetlerinin açtığı ateş sonucu Girne kapısı civarında 3 gencimiz daha şehit oldu. Gazi Mağusa ve diğer kasabalarda da İngilizlerin bu barbarca hareketini kınamak için gösteriler düzenlendi.

Başbakan Menderes, 27-28 Ocak olayları üzerine duyduğu büyük üzüntüyü belirterek Kıbrıs Türk toplumuna başsağlığı dileğinde bulundu; Türk toplumunun korunması hususunda Türk hükümetinin büyük bir dikkat ve hassasiyet içinde olduğunu belirtti.

Yeni İngiliz planına gelince… Başbakan Macmillan planın hazırlayıcısı olarak ortaya çıktığından adına Macmillan Planı denildi. Nitekim 19 Haziran 1958 günü Macmillan, kendisinin hazırladığı yeni Kıbrıs planını İngiliz parlamentosunda açıkladı.40

Buna göre yeni planın dört amacı vardı:

a) Kıbrıs halkının tümüne hizmet,

b) Adadaki iki toplum ile Türkiye ve Yunanistan’ın kabul edeceği bir anlaşma sağlamak,

c) Adadaki İngiliz üslerini ve tesislerini korumak,

d) Bölgede İngiltere ile müttefikleri arasındaki işbirliğini, barışı ve güveni güçlendirmek.

Bu esas amacın gerçekleşmesinin ancak ortaklık ve işbirliği ile mümkün olacağı düşünülmüş ve yeni planın hem iki toplumun hem de iki anavatanla İngiltere’nin ortaklığına dayanması esası öne çıkarılmıştı. Böylece Macmillan planının bir diğer adı da ‘Ortaklık Planı’ olarak saptanmıştı. Böylece, ilk kez İngiliz hükümeti, Türkiye ile Yunanistan’ın eşit koşullarda Kıbrıs’la ilgili olduğunu resmi bir plan çerçevesinde kabul ediyordu. Durum böyle olunca da, artık enosis gibi, tek yanlı bir emelin gerçekleşmesi ve sadece bir tek toplumun isteklerinin dikkate alınıp öteki toplumun azınlık olarak bazı haklarla yetinmesi gibi görüşler, öneriler geçerliğini resmen yitirmiş bulunuyordu. Bu nedenlerle Macmillan’ın ortaklık ve işbirliği planı Kıbrıs Türk toplumu ve Türkiye için çok önemli bir aşamadır.

Plana göre, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ta yeni sistemin uygulanmasında vali ile işbirliği yapacak birer temsilci bulunduracaktı.

Her toplum, kendi içişlerinde tam bir özerk yönetim sistemine kavuşacaktı.
Bu ortaklık sistemi, 7 yıl uygulandıktan sonra adanın uluslararası statüsü yeniden ele alınacaktı.

Planın en önemli yanı, herşey iyi gider, uygulaması tatmin edici olursa ve Türk ve Yunan hükümetleri bu ortaklık ve işbirliği deneyimini daha da geliştirmek isterlerse, İngiltere’nin, adadaki üslerini korumak koşuluyla, Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunması için Kıbrıs’ın egemenliğini Türkiye ve Yunanistan ile paylaşmaya (condominium) razı olduğunu belirtmesidir. (DEVAM EDECEK)

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.