Adada 1571’de başlayan Osmanlı döneminde kurulan ve kayıtlara geçirilen Emlak-ı Humayun (Sultan Malları), Miri Arazi, çeşitli vakıflara ait Mülhak (Mülhaka), Mazbut (Mazbuta) ve Müstesna türü Osmanlı Vakıf Malları, bir program çerçevesinde, 1913 yılında İngiliz Koloni İdaresinin yayınladığı Emirname ile yağmalanmaya başlandı.
Vakıflaştırılmış olan taşınmaz mallar, Ahkam ül Evkaf’a yani Vakıflar Hukuku’na göre asla satılamaz, hibe dilemez ve hediye verilemez. Bu konuda yasa çıkarılsa bile satılamaz.
Vakıf malları, dünya durdukça ait oldukları Vakfa ait olup Osmanlı Vakıf Hukukuna göre mal sahibi de “Allah”tır. Varisleri ya da mütevelli heyeti tarafından sadece idare edilebilir ve gelirleri vakıf vakfiyesi uyarınca kullanılabilir.
Vakıfların iptal edilemez ve süresiz olmalarına bağlı olarak kaideten gelir getiren Vakıf Malları istibdal dahi edilemez, yani takas bile edilemezler.
Ancak İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde, İngiliz Sömürge Yönetimi Ahkam ül Evkaf’ı ihlal ederek, 1913-1930 yılları arasında yaptığı icraatlarla anılan Vakıf arazilerini ve emlakı 3.cü kişilere devretti ve bu kişilerin adına Koçan (tapu) çıkarıldı. Bu yasal olmayan yöntemle bir çok Osmanlı Vakfına ait taşınmaz mallar yağmalandı ve gasp edildi.
4.6.1878 tarihinde İngiltere ile Osmanlı devleti arasında yapılan ve Kıbrıs adasının İngiltere’ye kiralanmasını da içeren anlaşma ekindeki 1.7.1878 tarihli protokolün 2.ci maddesi “Ahkam ül Evkaf”ı yürürlükte tutmaktadır.
1914’de İngilizler, 1.ci dünya savaşını bahane ederek Kıbrıs’ı ilhak ederken Ahkam ül Evkaf’ı ilga eden bir düzenleme de yapmadılar. Tam tersine 1915 Kıbrıs (Müslüman Dini taşınmaz Mallar) İmparatorluk emirnamesi Ahkam ül Evkaf’ın yürürlükte olduğunu teyit etmektedir.
Lozan Anlaşmasının 20.ci maddesi ile Kıbrıs İngiltere’ye resmen devredilirken Ahkam ül Evkaf ile ilgili aksi bir düzenleme veya karar da bulunmamaktadır.
1928 İngiliz Ferman-ı kanunisi (Order in Council) ile Evkaf Dairesi’ne bir hükümet statüsü verilmesiyle, İngiliz Sömürge Hükümeti, Evkaf’a ait işlemlere de müdahale edebilmenin önünü açtı.
29 Nisan 1944’de yayınlanan “Immovable Property (Vakf İdjaretein and Arazi Mevkoufe Takhsisat Conversion) Law 1944” yasası bu davranışın en acı örneğini oluşturdu ve Osmanlı Vakıf malları adeta tüketilene kadar yağmalandı.
Söz konusu yasa ile icareteynli (kira altındaki) vakıflarımız tümüyle iptal edilerek Evkaf’ın kontrolünden çıkarıldı ve şahıslara devredildi.
KIBRIS RUM KİLİSESİNİN GİRİŞİMLERİ
Kıbrıs Rum Kilisesinin Türk mallarını kanunsuz bir şekilde ele geçirme veya el koyma girişimleri adanın 1878’de İngiltere’ye devri ile başladı ve yıllar geçtikçe de hız kazandı.
Megali İdea pençesinden kurtulamayarak Yunanlılaştırmak amacı ile yoğun çaba harcayan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin örgütlü ve planlı bir şekilde sürdürdüğü gizli ve açık tüm eylemleri. Kıbrıs Türk halkının Adadaki temel haklarını ortadan kaldırmayı ve sonuçta Adanın Türklerden tümüyle soyutlanmasını hedeflemektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de CAMİ-KİLİSE, MÜSLÜMAN-HRİSTIYAN, RUM-TÜRK ve HİLAL-SALİP gibi zıtlıklar içerisine sürekli ve zoraki sokulmak istenen Kıbrıslı Türklerin ne kiliselere, ne de Rumlara karşı geçmişte olduğu gibi zerre kadar güveni kalmamıştır.
Yakın geçmişte kilise aracılığı ile satın alınan Türk arazisi üzerine herhangi bir “AYYOS” un veya kilisenin dikilmesi, bölgede bulunan Türk halkını fazlası ile rencide etmiş; kilisenin gelecekte bölgeye getireceği tehlikeli gelişmelerden endişe ettiği için de bulunduğu yeri zaman içinde terk etmiştir.
Kıbrıs’ta yaşanan ve bilinen bir gerçek de kilisenin olduğu yerin ve çevresinin Rum halkı tarafından süratle yerleşim alanı haline getirilmesidir.
Yöreye yakın olan Türkler ise varını yoğunu yavaş yavaş satarak veya terk ederek başka yerleşim alanlarına doğru göç etmeleridir.
Camilerin olduğu yerlerde ise Türkler, yoğun bir şekilde yerleşim alanı oluşturmuş, Rumlara ait araziler ise satın alınarak bir Türk kantonu haline dönüştürmeye çalışmıştır.
Türklerin, Rumlardan ayrı olarak yaşama istemi aslında Rumlara olan güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Rumların Türklerden ayrı kalma istemleri ise Türklere karşı antipatilerinden ve geleceğe dönük düşmanlıklarından ileri gelmektedir.
Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin Ada sathında inşa ettirdiği küçük kilise ve Ayyo’ların inşaat alanları bir takım Bizans mitolojilerine, uydurma hikayelere dayalı yerlerdir. Yapılan yeraltı kazılarında ortaya çıkarılan heykellere ve antik mabetlere derhal sahip çıkılarak; organize bir şekilde Eski Eserler Dairesinden gerekli izin çıkarılarak; kilise veya Ayyo yapımına başlanır ve o tarihten itibaren yeraltı kazılan ile ilgili mitolojik yaklaşımlara dayalı bilgiler yaygınlaştırılmak suretiyle “Kilise ve Ayyo”ya bir isim bulunurdu. Burada ilginç olan husus; yerleşim alanlarına uzak ve gelecek vadeden yerlere yapay nedenlerle inşa edilen bu küçük kilise ve tapınaklarla el konulması ve Rum halkına yerleşim alanı kazandırılmasıdır.
Türk toplumu böylesine entrikalı yayılmacılık karşısında çaresiz kalarak Cami çevresinde sıkışıp kalmıştır.
Ada arazisi yalnızca, kilise topraklarından oluşmamaktadır. Lüzinyan ve Venedik kalıntıları, Ortodoks kilisesinin temeli ve öğesi değildir. Kıbrıs Rumları kendilerini Bizanslı saymakla, Bizans tarihini ve geçmişini tasarrufu altında bulunduramaz. Kaldı ki Bizans ile Kıbrıs Rumluğu arasında herhangi bir bağ ne şimdi ve ne de geçmişte asla oluşmamıştır. Kıbrıs Rum’u, Yunanistan kilisesi ve papazlarının etkisinde bırakılarak Rumcayı konuşan ve Hıristiyanlığı benimseyen karmaşık, levantin bir topluluktur. Aslını berrak bir şekilde ifade etmesi mümkün değildir.
1821 Yunan İhtilalının en önemli uzantısı olan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi başpapazlarının bir taraftan Kıbrıs’ı Rumlaştırma girişimlerini sinsice ve hileli yollarla gerçekleştirirken; diğer taraftan da Türk yönetiminin Kıbrısta’ki olanaklarından yararlanmasını da becerebilmiştir. Bunun en belirgin örneklerinden biri de bunca kilise ve Ayyos varken bunlarla yetinmeyerek yeni kilise ve manastır inşası; tamir ve genişletilmesi için Kıbrıs Türk Vali ve Paşalarına sürekli dilekçe yaparak izin çıkarmaya çalışmaları olmuştur.
1821’de Başpiskopos olan Ioakim’den sonra gelen 13 Başpiskopos’da aynı amaç ve doğrultuda çalışmalarını sürdürmüştür.
1878-1969 İngiliz Sömürge döneminde ve 1960-1974 döneminde Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi, yasal veya kanunsuz her yolu deneyerek Türk Topraklarına el koymak çabalarını aralıksız sürdürmüşlerdir.
Kasım 2006’da göreve gelen Başpiskopos II.ci Hrisostomos, bir evvelki selefi 1. Hrisostomos ve ondan evvelki Kıbrıs’ta yaşanan felaketlerin mimarı III.cü Makarios gibi Bizans oyunları çevirmek için hemen kollarını sıvamıştır.
II.ci Hrisostomos Başpiskoposun ruhani ismidir ve asıl adı da “Herodotos Dimitriou”dur.
Adını aldığı Hrisostomos İzmirli ve adı “Kalafatis” olan bir Ortodoks papaz olup işgal döneminin İzmir Metropoliti idi. 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında eteklerini uçura uçura limana koşan ve Yunan askerlerine hoş geldiniz diyerek onları kutsayan ve sonra da “Kilisemiz size istediğiniz kadar Türk kanı içmeniz iznini vermiştir” diyen din adamıdır.
Yunan ordusu İzmir’e ayak basıp işgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken, arkasına topladığı levantenlerle komutanı karşılayıp büyük bir coşku ile “hoş geldiniz” diyen, sonra da elindeki haçı havaya kaldırarak, onu ve onunla birlikte bulunan tüm askerleri takdis eden, ve bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsinin içinden aldığı kutsal tuzu ve ekmeği komutana sunan papazdır.
Takdisten hemen sonra askerlere vaaz veren ve sözlerini “Asker evlatlarım, Elen çocukları, bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor” diyerek bitiren ve Yunan askerlerini galeyana getiren Ortodoks kilisesi ruhbanıdır.
Bu tahrik ve kışkırtmalarla da yetinmeyip, işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği, sağa–sola koşarak “Türkleri öldürün” diye bağırdığı Türk ve Fransız kayıtlarına geçmiştir. İzmir Metropoliti Hrisostomos, 9 Eylül 1922 günü Türk ordusunun İzmir’de yönetimi eline almasıyla, kaçmaya çalışırken Sakallı Nurettin Paşa tarafından yakalanmış ve İzmir halkı tarafından linç edilmiştir.
İşte Güney Kıbrıs’ın Başpiskoposu II.ci Hrisostomos, bu linç edilen, gerçek adı Kalafatis, ruhani adı da Hrisostomos olan Türk düşmanı papazın adının unutulmaması için Hrisostomos adını almış ve Ortodoks Ruhani hayatına katmıştır.
Kıbrıs Başpiskoposu, iş başına gelir gelmez Sen Sinod Meclisi’ni toplamış ve Kıbrıs’taki metropolitliklerin ve bölge piskoposluklarının sayısının artırılması yönünde karar aldırmıştır. (DEVAM EDECEK)
GÜNDEM
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.