1960 Antlaşmaları ile kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti iki eşit halkın ortaklığına dayanan fonksiyonel federatif bir sistemdi. Veto haklarına ek olarak her iki tarafın eşitliğini ve ayrılığını (ayrı politik varlığını) kesin şekilde vurgulayan cemaat meclisleri, merkezi hükümetten tamamen bağımsız ve otonom kuruluşlardı. Vergilendirmek hakları, yargı yetkileri sosyal ve sportif alanlarda olduğu kadar ekonomik alanda da etkin hakları olan bu Cemaat Meclisleri fonksiyonlar iki tarafın ayrılığı ve eşitliğini vurgulamaktaydılar. Bu nedenledir ki Anayasayı yırtıp attıktan sonra Makarios’un ilk yaptığı iş Rum Cemaat Meclisi’nin tüm fonksiyonları merkezi hükümete devretmek olmuştu. Kısacası merkezi hükümet güçlü müşterek kanattı; Cemaat Meclisi’nin yetkileri Anayasa’da tasrih edilen kısıtlı yetkilerdi. Bütün garantilere rağmen Merkezi Hükümette sayıca çoğunluğuna güvenen Rum tarafı bu federal yapıyı “işlemez” diyerek yıkma yoluna girince bizce yapacak iş kalmamıştı. Direnmekten ve diretmekten başka! Anayasal haklarımızı savunduk yıllarca. Makarios da “azınlık haklarını kabul ederseniz konuşabiliriz” noktasına direndi. Büyük devletler kendisine “meşru hükümet” ünvanını bahşetmişlerdi, bundan fedakârlık yapmak, yeniden Enosis’i yasaklayan bir anlaşma yaparak Türklere eşit haklar vermek ona göre vatana ihanetti. Atina Papandreu ile yaptığı bir açıklamada “bundan böyle her iki hükümet de Enosis’i yasaklayan bir anlaşmaya imza atmayacaktır” diyordu. İç’e vasiyeti gayet açıktı: “Yaptıklarımla Kıbrıs’ı Enosis’e en yakın noktaya getirdim. Bundan ancak Enosis için geri adım atabilirsiniz” diyordu. Türklerle yeni bir anlaşma Enosis’ten uzaklaşma olurdu. Bu hikâyeden alınacak ders egemenliğe dayanmayan federal sistemlerin rahatlıkla bozulabileceğidir. Anayasa Mahkemesinin Başkanı Profesör Forstoff “anayasanın işlemez olduğu doğru değildir. Makarios Türklerin haklarını ortadan kaldırmak için bu mazereti kullanmıştır. Anayasa gayet iyi çalışmaktaydı” açıklamasını yaptığında atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. 1960 Ortaklık Cumhuriyeti Rum-Yunan ikilisinin bir asırlık milli düşlerini tatmin etmediği için yıkılmıştı. İleride yapılacak herhangi bir Anlaşma (adada Türklere kâğıt üstünde olsa dahi) eşit haklar verdiği takdirde ayni akıbete uğrayacaktır. Rumlarla yeni bir anlaşma yapacak her görüşmeci bu acı gerçeği aklından bir an bile çıkarmamalıdır. Eski, garantilenmiş bir ortaklığı yırtıp atabilen Rum tarafı ile yeni bir kâğıt anlaşması yapmak Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs’ta kısa bir zaman içinde yok edilmesinin yol haritasını hazırlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Barış ve uzlaşma kalıcı olmalıdır. Rum tarafının niyeti ve siyaseti Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmak Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamasalar dahi ikinci Yunan Cumhuriyeti olarak “milli yola” devam etmektir. Bu siyasetin önünü KKTC tıkamıştır. Bu felaketi KKTC’ni koruyan Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan Türk-Yunan dengesi önlemiştir. Yunanistan’dan gelen sese de kulak verirsek “kalıcı bir anlaşmanın yapılabilmesi için iki taraf arasındaki hududun uluslararası bir hudut haline getirilmesi” gerekmektedir. Türk tarafının “Rumlar 1963’ü yeniden tekrarlayacaklar” endişesi ancak bu şekilde yok edilecek ve Rumlar da “gün gele Türkiye adanın tüm ünü alacak” propagandasının yarattığı korkudan kurtulacaklardır. Karşılıklı güven ancak bu şekilde oluşabilecek, Rumların Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkma hayalleri ancak bu gerçek karşısında gerçekçiliğe dönüşebilecektir. İki devlet arasında yapılacak bir anlaşma ile Kıbrıs’ın dış dünyaya tek sesten seslenmesi konfederal bir sistemi benimsemekle olur. 1998’de Türkiye ile birlikte varılan bu mutabakat kalıcı bir barış içindi. Ancak yıllarca Rum idaresini “meşru hükümet” olarak tanımış olan “dost” devletler bunu da yaşatmak istemediler. Rum tarafının sanki Türklerin de hükümeti olmak ve Kuzeyi ele geçirmek hakları varmış gibi yeniden federasyon oyununu sahnelediler ve en sonunda da Annan Plânı ile Türkün gözünü boyayarak Kıbrıs’ı AB yolu ile Rum/Yunana mal etmek niyetlerini açıklamış oldular. Bu plana EVET dememiz için tevessül ettikleri taktik insanlık tarihine “egemen bir halkın egemenliğini elinden alıp, bu halkın temel hak ve hürriyetlerini yok etmek için elinden gelen her kötülüğü yapmış olan karşıtına yamalamak eksersizin en belirgin ve en utanç verici bir örneği” olarak geçecektir. Şimdi Türkiye’nin önüne ısrarla konulmakta olan EK Protokol bu utanç verici eksersizin son hamlesi, son sayfasıdır. Türkiye’den eli kanlı, sicili toplu mezarlarla dolu, Anayasa ve Uluslararası Antlaşmaları kaale almaksızın, kan ve yalanla gasbettikleri bir “meşru hükümet” unvanının arkasına saklanan bir idareyi Kıbrıs’ın tümünün meşru hükümeti olarak tanımasına ısrar edilmektedir. 1960 Uluslararası Antlaşmalar buna engelmiş, umurlarında değildir. Böyle bir tanıma Kıbrıs Türklerinin temel hak ve hürriyetlerinin yok sayılmasıymış; düşünmüyorlar bile. Onların istediği, teşhisini koymaktan kaçındıkları “KIBRIS MESELESİ’NİN” halledilmiş olması değil, halledilmiş görünmesidir. Birkaç yıl sonra Kıbrıs’ta yeniden kan akacakmış. Umurlarında değildir. Yine bir suçlu bulup vicdanlarını rahatlatacaklardır. Onlar için önemli olan bilerek yaptıkları hatanın geçerli kılınmasıdır. Gaye Kıbrıs’ı İslam Âlemini kontrol altında tutabilecekleri bir Hristiyan gözetleme kulesi haline getirmektir. Bu nedenle Atatürk ilkelerine de karşıdırlar ve bu nedenle Türkiye’yi parçalayacak prensipleri “AB normları” adı altında Türkiye’ye yutturmaya çalışıyorlar. “Ilımlı İslâm” tekerlemesi boşuna ortaya atılmış değildir. Atatürk ilkeleri ile üniter bir devlet kimliğini koruyan Türkiye Atatürk ilkelerinden arındırılmış bir Ilımlı İslâm Türkiye’sinde küçük parçalara ayrılacaktır. Ilımlı İslâm şemsiyesi altında Türkiye’nin kökten dinci bir idareye dönebileceğini de hesaplamışlar. Bu nedenledir ki Annan Planı gereğince Türkiye’yi Kıbrıs’tan çıkarmak istemişlerdir. Şimdi bu ölmüş planı biz yeniden masaya getirmeğe uğraşır ve bunda başarı sağlarsak sonuç Rumların lehine tadilat ve Türk askerinin bir an önce adadan çekilmesi olacaktır. Hayal âleminde yaşamayalım. Bunları bilelim ve bu kez kalıcı olacağından emin olmadığımız “kâğıt anlaşmaları” ile uğraşmaktan vaz geçelim. Milli formül iki devlet, iki halk esası üzerinde yapılacak bir işbirliği anlaşmasıdır; bunun adı da ileride AB şemsiyesi altında birleşmesi öngörülen bir Kıbrıs’tır. Konfederasyon demekten korkmayalım. (2 Aralık 2005)
GÜNDEM
19 Aralık 2024SPOR
19 Aralık 2024GÜNDEM
19 Aralık 2024SPOR
19 Aralık 2024SPOR
19 Aralık 2024GÜNDEM
19 Aralık 2024GÜNDEM
19 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.