NACAK GAZETESİ -Talat’ın söylediği büyük yalan; Denktaş milletvekillerini çağırmış ve demiş ki yarın sabah devleti ilan edeceğiz. Karşı çıkanlar siyasi faaliyet yürütemeyecek, karşı çıkan partiler kapanacak.
İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, TAK muhabirlerinin KKTC’nin ilanıyla ilgili döneme ve sonrasındaki sürece ilişkin sorularını yanıtladı.
“BAĞIMSIZ DEVLET”
Soru: 15 Kasım 1983’te de CTP’nin tavrının ne olacağının belirlendiği toplantıda yer alanlardan biriydiniz. KKTC’nin ilanı gündeminize nasıl geldi, o dönemde neler yaşadınız?
Askerlik görevimden önce CTP Girne ilçesinde yönetim kurulu üyeliği yaptım, askerlik sonrası ise 1980’de MYK’ya girdim ve 1983’te de MYK’daydım. O zamanlar MYK kurultay tarafından seçilirdi.
15 Kasım’dan birkaç gün önce Lefkoşa’da Girne Kapısı güzergahında “ayrı devlete hayır” yürüyüşü düzenlemiştik. Ayrı devletin taksim anlamına geleceği üzerinde duruyorduk. Zaten KTFD var, böyle bir bağımsızlık ilanı aynı zamanda uluslararası izolasyonu daha üst boyutlara çıkaracaktı.
O zamanlar Türkiye takımlarıyla maç yapabiliyorduk, bazı uluslararası ilişkilerimiz oluyordu. Malımızı ihraç edebiliyorduk. 1973’te yapılan ve o günün Cumhurbaşkanı Muavini olan Rauf Denktaş’ın da onayı olan Kıbrıs- AET İşbirliği Anlaşması çerçevesinde mallarımızı gümrüksüz Avrupa’ya ihraç edebiliyorduk. 1974’ün hemen arkasından ekonomi sarsılmıştı, tarımda sıkıntılar vardı ama KKTC’nin ilanına kadar bunlar ağır aksak gidiyordu.
CTP bunların da sorun olacağına inandığı için bu konuları da öne çıkararak bağımsız devlet ilanına karşı çıkıyordu.
O dönemde KTÖS çok sık bu konuyu gündeme getiriyor ve bağımsız devlet ilanını savunuyordu. Savunan daha başkaları da vardı.
14 Kasım akşamı MYK ve PM olağanüstü toplantıya çağrıldı. Biz o zaman öğrendik. Onun öncesinde öğrendik ki Denktaş milletvekillerini çağırmış ve demiş ki “Yarın sabah devleti ilan edeceğiz. Karşı çıkanlar siyasi faaliyet yürütemeyecek, karşı çıkan partiler kapanacak.”
Toplantımız 15 Kasım sabahı 05.00’e kadar sürdü ve sonuçta oylamaya gittik. Bir oy farkla KKTC ilanına “evet” deme kararı çıktı.
“EVET GEREKÇESİ”
Evet diyenlerin gerekçesi KKTC çok iyi olacak diye değil, KKTC ilanına hayır dersek partimizin kapanacak olmasıydı. “1970’ten beri çok emek verilen bu parti kapanırsa yenisi kurulabilir ama bu kolay olmaz” gibi argümanlar vardı. Siyaset yapma imkanı da artacak baskılar yüzünden kalmayabilirdi.
O dönemde özellikle önde olanların bir kısmı, siyaset yapma imkanının kalmayacağını, partinin kapatılacağını söyleyerek “evet” dememiz gerektiği kanaatindeydiler.
Soru: Toplantıda çok gergin bir hava mı vardı?
Hayır. CTP’de o zaman şöyle bir disiplin anlayışı vardı: Organlar tartışır, karar verir, karar verildikten sonra herkes uyar. Karar çıkınca bizi ilçelere gidip özellikle gençlere anlatalım diye görevlendirdiler.
Soru: Sizin oyunuz ne yöndeydi?
Hayırdı.
Soru: Ve inanmadığınız birşeyi anlatmak için yola çıktınız.
Evet.
“NİYE ‘EVET’ DİYELİM”
Soru: O toplantıdaki ve kararın alınmasından sonraki duygularınızı “ağladım” diye aktarmıştınız. Neler hissetmiştiniz?
O gece çok üzgündüm. Kafamda bir sürü şeyler dolaşıyordu. Bir hafta önce biz hayır dediğimiz bir şeye niye evet diyelim? Bu, bırakın siyaseti, etik de değil. Sadece bu nedenle bile evet dememek lazım diye düşünüyordum. Ayrıca getireceklerini tartıştık. Sonuçta çok şey getirecek diye değil, -kötülükler de getireceğini, ambargoların artacağını herkes de biliyordu, kimse de inkar etmedi- ama parti kapanmasın, siyaset yapmanın imkanı ortadan kalkmasın diye “evet” dendi. Gerekçe buydu.
Siyasette geri adımlar olur ama o günlerde bana göre buna gerek yoktu. Bir hafta önce hayır dediğimize hayır demeliydik. Parti kapatılırsa yenisini kurar, belki de daha güçlü olurduk. Niçin hayır dediğimizi anlatır ve söylediklerimiz bir bir gerçek oldukça halkın desteği de artabilirdi. Nitekim öyle oldu, oylarımız arttı. Biz ne kadar evet desek de gönüllü evet demediğimizi halk biliyordu.
“ÇOK ÜZÜLDÜM”
Benim de “ağladım” dediğim buydu işte. Geri döndüğümde çok üzüldüm gerçekten… Doluya koyarım sığmaz, boşa koyarım dolmaz.. CTP’nin prestiji ne olacak? Ben yarın nasıl insanlara gidip bunca zamandır “hayır” dediğimize “evet” dedik diyeceğim? Parti bize kararımızın gerekçelerini halka anlatma görevi verecekti. “Ağladım” dediğim bu çerçevededir. Gerçekten hüngür hüngür ağlamadım ama çok üzüldüm. Ağlarcasına üzüldüm. Sonuçta dediklerimiz de bir bir gerçek oldu.
Soru: O dönem bazı çevreler meclisten dışlanmak yerine içine girip bir şeyleri değiştirelim dedi. TKP’nin öyle bir güdüsü vardı. Sizin için de bu olabilir mi?
Aslında biz o düşünceleri TKP’yle birlikte dile getiriyorduk fakat sorduk “TKP Parti Meclisi toplandı mı”, öyle bir toplantı yok. Nasıl olur? TKP yarın ne diyecekti. TKP’nin kısa sürede evet deme kararı aldığını biliyorum.
Soru: KKTC ilan edilmeden TKP’yle temasa geçildiğini biliyoruz. Aynı şey CTP için de oldu mu?
Ben CTP yöneticisi olmadığım için ayrıntı bilmiyorum.
14 Kasım’daki yemekten sonra bizden de elçiliğe gidenler olmuş. Özker hoca gitti onu biliyorum. Özker hoca “Türkiye ne der?” diye sorunca büyükelçi “Türkiye benim” demiş.
Soru: KKTC’nin ilanından sonra neler oldu? Niçin evet dediğinizi anlatırken tabandan nasıl bir tepki aldınız, neler yaşadınız?
Tabanda büyük tepki oluştu. Çünkü o güne kadar bağımsız devlete karşı oluşan bir fikir birden bire değişik bir durum aldı. Bu, CTP tarihinde çok ender olan bir şeydi. Birdenbire karar değişti. Zor oldu ama anlatmaya çalıştık insanlara… Gerekli olduğunu, partinin zarar göreceğini, KKTC’nin ilanının federasyona yani çözüme karşı bir şey olmayacağını vs. anlattık.
Ne kadar ikna ettik o ayrı konu. Yıllar sonra bu konu partide yeniden tartışıldı ve o kararın yanlış olduğu sonucuna varıldı.
Soru: Ne zaman?
Yıllar sonra… Sanırım yine Özker Özgür’dü başkan..
Soru: Bir özeleştiri yapıldı yani… Genç nesil mi gündeme getirdi?
Yapıldı. O zaman gençler gündeme getirdi. Değerlendirildi, özeleştiri yapıldı ve böyle bir karar alındı o zaman ama tabi bunun bir sonucu yok, olan oldu. Gerçi CTP hayır dese ne olacaktı, gene bir şey değişmeyecek, sonuçta evet çıkacaktı. Bu iş daha tartışmalı ve takışmalı geçecekti.
Orada neden KKTC ilanına gereksinim duyuldu, esas sorun budur.
Soru: Sizce neden?
Bunun iki nedeni var. O zamanın TC Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in daha sonraki anlatılarından anladığımız kadarıyla iki nedeni vardı.
Birinci Türkiye Denktaş’ı mutlaka davanın başında istiyordu ve anayasaya göre Denktaş’ın iki dönem dışında seçilme şansı yoktu. Anayasanın değişmesi lazımdı. Anayasanın değişmesi için mecliste üçte iki çoğunluk ve halkoyu gerekirdi, bu da kolay bir şey değildi. O yüzden “devletin statüsünü değişerek KTFD’yi KKTC haline getirip kurucu meclis oluşturup yeni bir anayasa yapalım, Denktaş’ı kurtaralım” anlayışı vardı. Benim anladığım TKP eğer bu olmayacaksa evet diyecekti ama bu oldu sonuçta…
İkincisi de Kıbrıs sorunu bir türlü müzakere yoluyla bir yere gidemiyor. Yeni bir adım atarak bu adımın getirdiği değişikliklerle belki bir yere gidebiliriz düşüncesidir… Bir canlanma sağlansın diye.
Bana göre esas neden Denktaş’tır. Denktaş’ın ilanihaye Cumhurbaşkanı olabilmesi için yeni anayasaya sınır konulmadı.
Soru: CTP ondan sonra ne yaptı? Yine federal çözümü savunmaya devam etti, değil mi?
Çok fazla değişiklik olmadı. CTP 1994’e kadar hükümet olmadı, KKTC’nin ilanından 11 yıl sonra hükümet oldu. CTP iktidarda olmadığı için bir muhalefet partisi olarak yaşanan sıkıntılara parmak bastı.
“GÜVENLİK KONSEYİ”
KKTC’nin ilanının hemen arkasından Güvenlik Konseyi iki karar aldı. Önce KKTC’yi yasa dışı ilan etti. Ertesi yıl ise 1984’te TC ile KKTC büyükelçi teatisi yapınca bu kararı aldı (541 sayılı karar) “Bu yasa dışı devleti tanımayın, pozisyonunu da güçlendirmeyin” diye kararı aldı. Bu devleti güçlendirmeyin deyince ilk işi FIFA yaptı. Daha önce izinle yapılabilecek maçları iptal etti. İzne tabi maç yapma imkanını Kıbrıslı Türklerden aldı.
Gerek sporla ilişkili, gerekse kültür faaliyetleriyle ilişkili örgütler Kıbrıslı Türkleri dışladı. Kıbrıslı Türkleri bütün platformlarda bir kenara ittiler.
Bir tek ticaret devam etti. O da bir Rum iş adamının İngiltere’de açtığı davayı ABAD’a götürmeye karar verinceye kadar… ABAD 1994’te “Kıbrıs’tan bütün ihracat yasal hükümetin mercilerinin vereceği sertifikalarla yapılabilir” dedi.
1995’te Türkiye Gümrük Birliği’ne girince, gıda ürünlerinin ihracatında Türkiye kanalları kullanıldı.
Bu durum çok kötü sonuçlara yol açtı. Narenciyenin, patatesin ihracatı durdu. Ciddi bir istihdam alanı olan konfeksiyon da gümrüğe tabi hale gelince rekabet gücü kalmadı. Bir süre devlet navlun ücretlerini ödedi ama bu sektörleri yaşatmaya yetmedi. Konfeksiyonda Çin’in rekabet üstünlüğü daha da gelişince tamamen çöktü. Narenciye dalında kaldı, fiyatlar düştü, insanlar ağaçları yok etti, başka işler aradı. Üreten de bakımını yapmadı. İhracatçılar Avrupa’ya ihraç edemeyince Ortadoğu’ya yöneldi. Daha sonraları TC’nin ticaret ilişkileri gelişince Rusya’ya yöneldi ama oralar standart ürün alamayınca standardı bozuk ürün yetiştirmek normal hale geldi. Verim düştü. Yani narenciyecilik insanların ikinci işi haline geldi, konfeksiyon yok oldu…
“HİÇBİR KAZANIM YOK”
Soru: Peki sizin değerlendirmenize göre, ne kazanıldı KKTC’nin ilanından?
Görünürde hiçbir şey yok. Devlet aynı devlet, mahkemeler aynı mahkeme, polis aynı, okullar aynı, “Mersin 10 Turkey” aynı, 0090 aynı… Yani değişen bir şey yok! KTFD de pek alâ Kıbrıslı Türklerin devletiydi. Bu unutuluyor. Kıbrıslı Türk Devleti’nin ilanı 1983 kabul ediliyor halbuki başlangıç 1974’tür. KTFD ilanı 75’se hiç olmazsa 75 kabul edilmeli. Devletleşme süreci 1963’ten başlar. Ama iki bölgeli, daha doğrusu devlet sınırlarının olduğu, coğrafik sınırların olduğu zaman 1974’tür.
Soru: Sonrasında ilanına hayır tavrı koyduğunuz bir devletin cumhurbaşkanı oldunuz. Önce bakanı, sonra milletvekili, sonra başbakan yardımcısı sonra başbakanı ve cumhurbaşkanı…
1994’te bakan, Aralık 1998’de milletvekili, 2004’te Başbakan, 2005’te Cumhurbaşkanı oldum.
Benim KKTC ilanıyla ilgili düşündüklerimi, KKTC ilanıyla gördüğümüz zararı başbakanlığım ve cumhurbaşkanlığımda telafi etmek için her şeyi yaptım. Çok önemli bir kısmını da gerçekten telafi ettim. Ambargoların birçoğu kaldırıldı. Mesela AB’ye ihracat başladı. Patates ihracatını yapabiliyoruz. Şimdi bir de Yeşil Hat Tüzüğü var, Rum tarafına bile satabiliyoruz. Kendi ürettiğimiz mermeri, ferforjeyi de satabiliyoruz. Yani sonuç olarak bizim politikalarımız sayesindeki gelişmelerdir bunlar…
Bir dönem ucuna kadar gidilen ama tamamlanamayan FIFA’yla ilişkiler kuruldu. Ambargoyu nasıl kaldırabileceğimizi konuştuk, örgütler bazında ilişkiye geçildi.
Taşınmaz Mal Komisyonu bizim dönemde kuruldu ve AİHM’de iç hukuk yolu olarak kabul gördü.
“KIBRISLI TÜRKLER ÇÖZÜM İSTEMEZ İMAJINI BİZ YIKTIK”
“Kıbrıslı Türkler çözüm istemez” imajını yine biz yıktık. Başbakanlığım döneminde ABD Dışişleri Bakanı açıklama yaptı “bizim için Kıbrıslı Türklerin lideri Talat’tır” diye… ABD’ye defalarca davet aldım. Benim dönemimdeki tüm ABD ve Avrupa’nın birçok dışişleri bakanıyla görüştüm. Tümü Kıbrıslı Türklere sempati duyan kişilerdi. İspanya Dışişleri Bakanı beni Madrid’e davet etti.
Başbakanlığım ve Cumhurbaşkanlığım, KKTC ilanından duyduğumuz endişeleri ve yaratılan sıkıntıları ortadan kaldırma çabalarıyla geçti ve bana göre KKTC’ye yeni şartlarda çok ciddi hizmetler verdim.
“BM ADIM ATMAK ZORDUR”
Soru: Gelecekle ilgili öngörünüz nedir?
BM parametreleri bizim zırhımızdır. Bizim siyasi eşitliğimizi işaret eden BM parametreleridir. Başka hiçbir şey yoktur.
Bence BM ciddi bir inisiyatif almazsa adım atmak zordur. Taraflardan beklemek olmaz. Çünkü bir taraf konuyu saptırmaya çalışır, öbür taraf da güvensizlik nedeniyle “ben ne yapayım” der…
Ne yapacak yani şimdi Türk tarafı? Bıraktığımız yerden devam mı edelim? Bugüne kadar “bırakılan yerden devam edilmeyecek, ucu açık görüşme istemiyoruz, sonuç odaklı görüşme istiyoruz” diyen bir liderlik birden bire bırakılan yerden devam edelim mi demeli?
“LİDER HALKINI YÖNLENDİREN OLMALI”
Soru: Rum tarafı ve liderliğinin tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Rum tarafında ekonomik çöküntü yaşanıncaya kadar çözüm arzusu pek yoktu. Ekonomik çöküntüyle çözüm istemeye başladılar. Hristofyas kişi olarak çözümü ister ama bunu yönetemedi çeşitli iç politik nedenlerle ve zaten halkına anlatmaya da geç kaldı. Anastasiadis daha fazlasını yapacak diye umuyordum o hiçbir şey yapmadı. Anastasiadis halkını çözüm yönünde motive etmelidir. O yüzden sürecin sonuna geldiğinde anlaştığımız konuların bile halka anlatılmasına evet demedi. Halkını hazırlamadı, ilerlenen konulara halk tepki gösterecekti. Halbuki lider halkını yönlendiren olmalıdır. Liderlik göstermezlerse Kıbrıs sorununun çözümü zor olacak.
GÜNDEM
17 Kasım 2024SPOR
17 Kasım 2024GÜNDEM
17 Kasım 2024SPOR
17 Kasım 2024SPOR
17 Kasım 2024GÜNDEM
17 Kasım 2024GÜNDEM
17 Kasım 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.