17 Ağustos 2020 Pazartesi
Azerbaycan'dan tanınmaya yönelik tam destek mesajı
Sendikalar yarın da örgütlü işyerlerinde greve devam edecek
Prof. Dr. Ata Atun; Biz İsyan Etmedik
Atilla ÇİLİNGİR; ONLARIN ACILARI SESSİZ AMA ÇOK DERİNDİR…
Aydın AKKURT; 21 ARALIK, GİRİT VE KIBRIS
Antalya’da tıbbi aromatik bitkilerin yaygınlaştırılması ve bilinçli tarımla üretilmesi için çalışma yapılıyor
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Kıbrıs Akademik Birimi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı, Uluslararası Hukuk Uzmanı Doç. Dr. Emete Gözügüzelli, Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginliğin uluslararası deniz hukuku boyutu ve güncel gelişmeler hakkında Kırım Haber Ajansının (QHA) sorularını cevapladı. Doç. Dr. Emete Gözügüzelli, “Türkiye, Akdeniz’de kaybeden taraf olmaz” ifadelerini kullandı.
Doğu Akdeniz’de neler oluyor? Kısa süreli bir kriz mi yoksa planlı bir operasyon mu?
Doğu Akdeniz’de bir egemenlik mücadelesi yaşanıyor. Türkiyenin mevcut egemenlik yetki alanlarına Kuzey Kıbrıs Türkleri de dahil bir gasp girişimi var. Mevcut kriz tamamıyla bu gasp girişimine kararlı bir dik duruşla rıza göstermeyen Türkiye’ye karşı dayatılan baskı zorlama ve tahrik edeniyle oluşmuş durumda. Bu krizin planlı bir kriz olduğunu ifade etmem gerekiyor. 1970lere dayanan Amerika coğrafya birimi tarafından Türkiye’ye dayatılmak istenen Sözde Münhasır Ekonomik Bölgenin oluşturulduğu görülüyor. Daha sonra 2000’li yıllarda Sevilla Üniversitesi tarafından şekillendirilen maksimalist, yayılımcı ve aşırı deniz iddialarıyla uluslararası hukuka aykırı bir şekilde haritanın üzerinde belirlenen sınırlarla bir dayatma yapılmaya çalışılıyor. Türkiye, doğru bir refleksle var olan bu art niyetli eylemlere karşı operasyon yürüterek “Mavi Vatan” doktriniyle çok daha hissedilir bir şekilde bu coğrafyada varlığını gösteriyor. NAVTEKS yayınları ortaya koyuyor, askeri tatbikatlar yapıyor, arama kurtarma faaliyetlerinden bulunuyor, hidrokarbon faaliyetleri ve sismik araştırma faaliyetleri ile burada ev sahibi olduğunu ifade ediyor.
YUNANİSTAN AKDENİZ’DE İYİ KOMŞULUK VE DOSTLUK PRENSİBİNİ İHLAL ETTİ
Yunanistan, Akdeniz’de uluslararası ilişkilerin temel prensibi olan iyi komşuluk ve dostluk prensibini ihlal eden bir tutum içerisinde. Hayali bir harita üzerinden, maksimalist ve ırkçı bir yaklaşımla saldırgan ve provokasyon nitelikli bir tavır sergileyerek uluslararası deniz hukukunda öngörülen nihai anlaşmaya varma yönünde tarafların göstermesi gereken iyi niyet ilkesini ihlal etmiştir. Yunanistan bugüne kadar Türkiye ile istikşafi görüşmelerde bulunmasına rağmen masayı terk eden taraf olmuştur. Yunanistan’ın hedefi bölgede bir kaos yaratmak, istikrarsızlık yaratarak Türkiye’nin hedeflerinden vazgeçmesini sağlamaktır. Hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı konusunda bu coğrafyada aktörler arasında bulunmamasını, güvenilmez bir ülke imajı çizmesini istiyor. Çünkü Türkiye’nin özellikle son dönemlerde bölgede hissettirdiği bir gücü var. Afrika kıtasında , Ortadoğuda, Kafkaslarda Türkiye artık çok net bir biçimde bölgesel bir güç konumuna gelmiştir. Bundan ciddi rahatsızlık duyan ülkeler vardır bunlardan birisi de Fransa’dır. Yunanistan’da Fransanın teşviki ile hareket etmektedir. Yoksa Yunanistan’ı Türkiye ile mukayese bile edemeyiz. Ne nüfusu ne askeri gücü ne ekonomisi kıyas kabul etmez. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar Türkiye Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarı koruyup kollayan önemli bir güçtür.
Türkiye’nin Deniz Hukuku açısından Akdeniz’de ne gibi hakları var, hangileri ihlal ediliyor veya elinden alınmaya çalışılıyor?
Türkiye, her ne kadar Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine taraf olmasa da örf-adet hukuku haline gelmiş birtakım haklara sahiptir. Öncelikle tam ve münhasır egemen haklar kapsamında iç suları, karasuları ve boğazları yine kimi egemen haklar olarak ifade edilen deniz yetki alanlarında; bitişik bölgesi, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları üzerine bu coğrafyada üç deniz alanı üzerinde temel hakları vardır. Türkiye’nin Adalar Denizinde karasuları anlaşmazlığımız olduğu iddia ediliyor ancak Türkiye Cumhuriyeti esas hatlarını yayınladıktan sonra, iç sular ve karasularını ayırdıktan sonra net bir şekilde görülecektir ki aidiyeti belli olmayan adalar üzerinde Türkiye egemendir. Kardak kayalığı Türk karasuları içerisinde kalmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin esas hatlarını yayınlamasıyla ortaya çıkacak karşı ihtilaflar varsa bunları konuşabiliriz. Fakat şu anda Doğu Akdeniz’de Türkiye kıta sahanlığı üzerinde bir gasp girişimi bulunmaktadır. Çünkü Türkiye bugüne kadar Birleşmiş Milletlere tevdi ettiği mektuplarında öncelikli olarak kıta sahanlığı üzerinde haklarını ve koordinatlarını ifade etse de münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu da mektuplarında teyit ve ifade etmiştir. Esasen, Türkiyenin elinden alınmak istenen hakları tamamen bu kıyı ötesi egemenlik haklarıdır. Fakat bu haklarını tabi ki hiçbir gücün alması kolay değildir. Çünkü Türk devletinin sergilediği kararlı duruş vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğanın bu konuda net bir tavrı vardır. Herhangi bir oldubittiye müsaade edilmeyecektir. Deniz hukuku açısından bu egemenlik alanı öngören hukuki rejimler üzerinde mevcut hakları gasp etme arayışı vardır. Türkiye’nin deniz alanlarından izin almadan boru, kablo, hat döşeme gayretleri vardır. Türkiye’nin kıta sahanlığını kullanma çabaları vardır. Türkiyenin buna izin vermesi mümkün değildir. Çünkü 1982 sözleşmesinde de bu konu net bir şekilde ifade edilmiştir. Türkiye açık denizlere kapatılmak isteniyor, Türkiye Lozan anlaşmasına tahammül edemeyenlerin tezgahları karşısında yeni bir varoluş mücadelesi sergiliyor. Bu süreç hem toprak bütünlüğü hem Mavi Vatanın bütünlüğünün korunması, buradaki egemenlik haklarının muhafazası yönünde bir egemenlik meselesidir. Ulusal güvenlik meselesidir, aynı zamanda ekonomik boyutta değerlendirilmesi gereken bir meseledir.
Türkiye, Akdeniz’deki barışçıl tutumunu kaybetti mi, diplomatik çözümün son noktası denilebilecek bir durumda mıyız veya o nokta neresidir?
Türkiye, Akdeniz’de barışçıl tutumunu asla kaybetmez. Çünkü Türkiye sürecin en başından bu yana diyalog ve müzakere çağrısında bulunmaktadır. Barışçıl tutumunu kaybeden, diplomatik çözümü öteleyen, Türkiye’nin iyi niyetli çağrılarına kulak tıkayan Yunanistan’dır. Bugüne kadar Yunanistan ile çok defa istikşafi görüşme gerçekleşti. Bu görüşmelerin her birinde masayı terk eden Yunanistan olmuştur. Dolayısıyla Türkiye barışçıl tutumundan vazgeçmez, binlerce yıllık geçmişi olan bir milletin mirasını taşıyan bir ülkedir. Tarihte de barışçıl yönde sergilediği tavrıyla kendisini ispat eden bir ülkedir. Yunanistan’ın tahrik edici provokasyonu ve tehditkar tavırları neticesinde oluşacak durum şu olur, diplomatik çözüm yolu her zaman Türkiye için bir tercihtir, kendisine karşı kuvvet kullanan bir taraf olmadıkça kuvvet kullanmayacaktır. Bunun altını net çizmek gerekir. Fakat kendi yetki alanların orantısız bir şekilde ihlal etmeye çalışan taraflara da gereken yanıt mutlaka verilecektir.
Sismik araştırma gemisi olan Oruç Reis’in oyuna dahil olmasının stratejik açıklaması nedir? Türkiye bu tarz ek hamleler yapacak mıdır?
Aslında Oruç Reis sismik araştırma gemisi ilk defa bölgede araştırmada bulunmamıştır. Güney Kıbrıs ile çakışan sahalarımızda da faaliyetlerde bulunmuştur. Yine Yavuz sondaj gemimiz sahadadır sondaj çalışmalarını ilerletmektedir. Bütün bunlar aslında hidrokarbon faaliyetlerinde Fatih’in Karadeniz’de olması, Barbaros’un KKTC hakları için adanın güney kısmında bulunması Türkiye’nin enerjide oyun kurucu bir aktör olarak yer aldığını gösterir. Bütün sancı ve itiraz bu güç durumundadır. Çünkü Türkiye, cumhuriyet döneminde her zaman kendi kabuğunda olan ve bu tür hamlelerde bulunmayan bir dış politikaya sahipti. Fakat şu an durum farklı bir safhaya geçmiştir, daha proaktif ve kendine güvenen bir dış politika anlayışı geliştirilmiştir. Türkiye hamlelerini Navteks yayınlarıyla, nota bildirimleriyle, hava sahası içinde yaptığı tatbikat isimleri ile çok net hissettirmektedir. Hidrokarbon ve sondaj gemileri ile de göstermektedir. İnşallah Kanuni’de bakım işlemleri tamamlandıktan sonra Libya açıklarında Türkiye’nin hakları için yeniden görev ifa edecektir.
Akdeniz’de yaşanan bu uluslararası krizin Sevr anlaşması ile bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz? Kıbrıs Meselesi nasıl bir yola girer?
Sevr anlaşmasında yapılmak istenenlerin yinelendiği ve bununla ilgili bir yol izlendiği kanısı hepimizde oluşmaktadır. Çünkü Kurtuluş Savaşı’ndan önce Türk halkına dayatılan, sadece Anadolu’ya hapsedilmek istenen Türk milletinin nasıl bu oyuna dur dediğini hatırlıyoruz bu sözde haritaya baktığımızda. Şimdi aynı durum deniz alanlarındaki egemenlik haklarımız ile ilgili yaşanıyor. Barbaros Hayrettin Paşa’nın dediği gibi ‘denizde hakim olan cihana hakim’ olur. Bu nedenle deniz hakları da karalar kadar önemlidir. Aynı şekilde hava sahaları çok önemlidir. Bunların korunması için kararlılık gösterilmesi bu dönemde beka meselesidir. Türk devlet aklı ve iradesi bu anlamada çok dengeleri değiştirici hamlelerde bulunmaktadır. Bunlar bütün coğrafyada bulunan Türklük mücadelesine de katkı ve ivme sağlayacak meselelerdir.
Bu anlamda Kıbrıs meselesi ve Mavi Vatan doktrini, Suriye ve Irak’ta sınır ötesi meseleleri ve oluşturulmak istenilen sözde Kürt yapısı planı düşünüldüğünde Kıbrısı ve Kıbrıs meselesini Türkiye’den ayrı düşünmek mümkün değildir.
LÜBNAN, AVRUPA BİRLİĞİNE KARŞI DİK DURDUĞU İÇİN HEDEFTE
Lübnan’da yaşanan liman patlamasının Doğu Akdeniz krizi ile bir bağlantısı var mıdır? Patlamada önemli bir yeri olan amonyum nitrat yüklü geminin operatörünün Kıbrıs Rum kesiminde ikamet eden Rus iş adamı İgor grechyshkin olması hakkında nasıl düşünmeliyiz?
Kesinlikle Lübnan’ın Doğu Akdeniz meselesi ile alakalı önemli bir durumu vardır o da şudur, Lübnan ile Güney Kıbrıs 2007 de bir deniz sınırlandırma anlaşması imzalamıştı fakat anlaşma Lübnan parlamentosunda imzalanmadı zira bu anlaşma bir sınır gösterme anlaşmasıydı. Lübnan deniz sınırının Avrupa Birliği deniz sınırı olması hususuna şüpheyle bakıyordu. Yine aynı şekilde Lübnan için sadece orta hat meselesi yoktu çünkü kendi kıyısında adacıklar bulunuyordu. Bunların da değerlendirilmesini talep etmişti fakat Güney Kıbrıs kabul etmemişti. O zamandan sora pek çok gelişme oldu. Lübnan, kendi münhasır ekonomik bölge haklarını Birleşmiş Milletlere bildirimde bulundu ve hidrokarbon faaliyetlerine başladı. 2019’da ikinci ihaleye çıktı ama durum henüz netleşmemişti. İlk ihalede bu alanda 4 ve 9 bloklarda araştırma yapıldı. Tam kullanışlı kaynak bulunduğuna dair belirtilmedi. Ancak bazı Lübnanlı uzmanlar bu alanlarda yeterince kaynak olduğunu ortaya koydular. Lübnan’ın dik duruşu ve bu anlaşmaya rıza göstermemesi bugün o Sevilla haritasının olamayacağı manasına gelmekteydi. Bu patlamadan sonra Lübnan’da halkın sokaklara dökülerek iktidar karşıtı eylemlerde bulunması meydanlarda iktidarın ve hizbullahın yüzlerinin bulunduğu maketleri asması, Amerika’nın halkın yaptığı gösterileri destekleyen açıklaması ve Fransa’nın bu bölgede kendisine farklı bir konum elde edecek şekilde çabaları bu patlamanın arkasından daha farklı şeyler düşünmeye bizi yöneltmektedir.
RUSYA’NIN BÖLGESEL POLİTİKALARI
Geminin operatörünün Kıbrıs Rum Kesiminde ikamet eden Rus iş adamı İgor Grechyshkin olması pek çok soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Rusya’nın Lübnan’da ne gibi menfaatleri olabilir diye baktığımızda, Rusya, Suriye’de iki üs elde etmişti ve Ortadoğu coğrafyasına hakim olma projesi Rusya içi bitmemiştir. Diğer ülkeler üzerinde enerji faaliyetlerinde aracı aktör olma gayretleri de sergilemektedir. Dolayısıyla bu konuda komplo teorisi üretmesek de şüpheli bir durum olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.
AB Dış İlişkiler Komisyonu Sözcüsü, ‘Yunanistan’ın ve Rum kesiminin arkasındayız’ açıklaması yaptı. İsrail de Yunanistan’ın yanında olduğunu deklare etti. Bu yaşanan süreci nasıl etkiler?
Tabii ki, AB’nin ve İsrail’in Rum kesiminin yanında olduklarını belirtmeleri tesadüf değil. Dün de aynıydılar bugün de aynılar yeni bir durum yok. Haçlı zihniyeti, batılı dünya duruşu adeta ilerletiliyor. AB gibi demokrasi ve müzakerelere önem verdiğini ortaya koyan bu ülkeler niye müzakerelerde Yunanistan’ın sergilediği tavrı görmüyorlar. Türkiye’nin ana kara devleti olarak en fazla kıyı uzunluğu olmasından ötürü zaten coğrafyada en fazla hakka sahip olan ülkelerde birisi olması gerektiğini savunan hiçbir duruşları yok. Kıbrıs Türklerini hiç düşünen yok. Bu da göstermektedir ki uluslararası deniz hukukunu da erozyona uğratıyorlar. Bu duruşları süreci değiştirmez. Türkiye’nin duruşunu da değiştirmez. Türkiye dediğini yapan bir ülkedir. Akdeniz’de blöf yapmıyor. Bunu sürekli taraflara göstermektedir. Bu nedenle herkes haddini yerini bilmelidir.
“AKDENİZ’DE SICAK ÇATIŞMA DURUMUNDA KAYBEDEN TÜRKİYE OLMAZ!”
Yaşanan gerginliğin askeri bir boyuta geçmesi ile neler olabileceğini tahmin ediyoruz. Peki, böyle bir durumda uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl bir mücadele yürüyecektir?
Askeri bir hareket gerçekleşirse burada ilk hamlenin kimden geleceği önemlidir, Türkiye ilk kurşun sıkan taraf olmaz. Karşı taraf bu anlamda bir hamle yaparsa durumu daha kötü hale getirir. Provokasyon ve saldırı olursa ve zarar görme durumu yaşanırsa bu ekonomik nitelikli faaliyetleri de etkiler. Bunu yaparlarsa uluslararası hukuk çerçevesinde sorumluluk alması için bizim girişimde bulunmamız gerekir. Tabii, şu an durumun nasıl gelişeceğini bilmiyoruz. Birleşmiş Milletler Anayasasında deniz alanlarında barışçıl davranışlar da bulunulması prensipleri vardır. Türkiye’de buna uygun hareket edecektir, tabi ki aksi bir durumda kuvvet kullanana karşılığını da verecektir. Böyle bir çatışma durumunda kaybeden taraf Türkiye olmaz.
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan bir uzman olarak Akdeniz’de sıcak çatışma öngörüyor musunuz?
Her zaman, Akdeniz’de sıcak çatışma ihtimali vardır. Kritik bir merkez olmuştur, küresel güçlerin rekabet alanıdır. Bu coğrafya bütün kıtaları birbirine bağlayan bir coğrafyadır. Deniz ulaşımından deniz ekonomisine, enerji nakil hatlarından enerji güvenliğine çok boyutlu bir merkezdir. Dolayısıyla bu bölgede istikrarsızlık ve çatışma sadece küresel güçlerin işine yarar ancak bölge ülkelerine zarar verir. Bu nedenle her zaman bölgede sükûnet ve iş birliği önemlidir, Türkiye bunu oluşturmaya çalışıyor bu minvalde çağrılar yapıyor ve tavır sergiliyor. Ancak bunu görmezden gelen Yunanistan, Fransa ve Güney Kıbrıs Avrupa Birliğini bir haçlı zihniyetiyle arkalarına alarak Türkiyeyi bölgeden çıkarmaya çalışmaktadırlar. Tabii ki bu beyhude bir çabadır. Türkiye buna müsaade etmez, geri adım atmaz. İyi niyetini net bir biçimde Oruç Reisin faaliyetlerini askıya alarak göstermiştir ancak hemen ardından Yunanistan’ın sınır anlaşması yapması tamamen kötü niyetle suistimal etmek niyetinde olduklarını göstermiştir. Türkiye açısından yok hükmünde ve geçersiz bir çabadır. Uluslararası hukuk nezdinde de mevcut anlaşma, Türkiye’nin kabul etmeyeceği bir metindir ve yine yok hükmündedir.
Navtex, genel olarak deniz faaliyetlerinde seyir güvenliği anlamına gelmektedir ve elektronik haberleşme sisteminin bir parçasıdır. Bu sistemde, deniz alanlarında yürütülecek faaliyetlerde kıyı ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi seyir uyarılarını, arama kurtarma operasyonlarını, acil durumları veya diğer duyurularını özel cihazlar kullanarak ortaya koyduğu bir uygulamadır
Özetle Navtex için şunu diyebiliriz: Elektronik bir haberleşme sistemidir. Uluslararası ortak frekanstaki gemilere olası tehlikeleri emniyet, hava veya seyir güvenliği açısından ilgili devletin deniz alanları içerisinde bir faaliyet varsa bu faaliyet esnasında diğer gemilere yapılan uyarıları dikkate alarak hareket etmesi için kullanılan bir haberleşme sistemidir. Bu cihaz ile yaklaşık 400 deniz mili uzaklıkta bir mesafeye yayın yapılabilir ve her 4 saatte bir bu yayın yapılır. Hava durumunu bile denizciler buradan öğrenebilir. Navtex sistemi özellikle Uluslararası Denizcilik Organizasyonu’nun ve Küresel Deniz Tehlike ve Emniyet Sistemi’nin bir parçasıdır. Navtex üzerinden yapılan bildirimler, ilanlar bu cihaz üzerinden yapılır. Türkiye’nin Navtex uygulaması Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı tarafından uygulanır. Antalya, Samsun, İstanbul ve İzmir’de yayın istasyonları vardır. Duyuru ve uyarılar sivil ya da askerî fark etmez bütün gemiler için bağlayıcı niteliktedir. Tabi ki bu duyurular Kıyı Emniyet Müdürlüğü’nün internet sayfasında da yayınlanır. Deniz Kuvvetleri’nin eğitim tatbikatlarının bilgisi önceden burada duyurularak bu alanlara girilmemesi üzerine uyarılar yapılır. Hidrokarbon faaliyetleri, sismik araştırmalar ve destek gemilerinin bu alanlarda yürüttüğü faaliyetler de Navtex üzerinden yayınlanır bu yüzden Navtex son derece önemlidir. Seyir güvenliği açısından diğer gemilerin o bölgede yürütülen faaliyetleri dikkate alarak mesela ateş tatbikatı ise bunu dikkate almaları, arama kurtarma tatbikatı ise bunu dikkate almaları ya da sismik araştırma ise mutlaka bunları dikkate alarak hareket etmesi beklenir.
Yunanistan, bölgede tamamen provokatörlük yapan, uluslararası hukuku hiçe sayan, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını görmezden gelen ve gerginlik yaratma prensibi üzerine hareket eden bir anlayıştadır. Yunanistan’ın bu tavrı, öncelikle devletlerarası dostça iş birliğine dayanan uluslararası hukuku ihlal etmektedir. Her şeyin ötesinde uluslararası anlaşmaların bağlayıcılığını ihlal eder. Çünkü: Yunanistan bu tavrı ile Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal edici tavır içerisinde hareket etmektedir.
Yunanistan’ın bu tavrını uluslararası hukuk açısından değerlendirdiğimizde iyi niyet ilkesine tamamen aykırı bir tarzda gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Yunanistan, uluslararası alanda yer alan haklarını kötüye kullanan bir tarzda bu tür faaliyetleri yürüterek gerginliği tamamen tırmandırma, Türkiye’nin 2004 yılında Birleşmiş Milletlere tevdi ettiği haklarını görmezden gelme, Türkiye’nin kazanılmış haklarına karşı saygı ilkesini ihlal etme duruşu içerisindedir. Yunanistan’ın bu tür tavırları Birleşmiş Milletler sözleşmesindeki ikinci maddenin ikinci fıkrasını da ihlal eder. Tüm üyelerin üyelik sıfatından doğan hak ve çıkarlarını aslında bütün üyelerin yararlanmasını sağlamak için sözleşmedeki bütün yükümlülükleri ile birlikte Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 300. maddesi esasında da belirtilen iyi niyetle faaliyetleri yürütme prensibini tamamen göz ardı ederek bölge gerçekliğini yok sayan uluslararası hukuku ihlal eden duruşta hareket ettiğini görmekteyiz.
Her zaman için Doğu Akdeniz’de çatışma mümkündür çünkü 2000’li yıllardan sonra Sevilla Üniversitesi’nin ortaya attığı o hayali haritadan sonra bölge kritik bir merkez halindedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgede açık denizlere kapatılması hem Adalar Denizi’nde hem Akdeniz’de hedeflendiği için ve bu yönde askeri tatbikatlarla karşı unsurları düşmanca tahrik edici isimler çerçevesinde ortaya koymasından ötürü karşı tarafın ne zaman nasıl bir hamlede bulunacağı bilinmediğinden ve tahrik edici tavrından dolayı tabi ki her zaman ihtimal vardır. NE de olsa rasyonel olmayan bir hayali haritayı Türkiye’nin kabul ederek Akdeniz’den çıkarılması hedeflenmektedir. Tabi ki bu çatışma ihtimalinin başlangıcında ilk atak Türkiye Cumhuriyeti’nden olmaz. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası hukukta her zaman bağlı kalan ve iş birliğinin ilerletilmesi, bölgede barış ve istikrarın sağlanması yönünde politika ortaya koyup uygulayan Devlettir.
Yunanistan’ın bizzat hukuka uygun olmayan eylemlerden hak yaratmaya çalıştığını görüyoruz. Uluslararası hukuka uygun olmayan eylemlerini hukukî olarak yansıtarak sözde hak iddia etmektedirler. Tamamen gerçeklik dışıdır ve kabul edilemez eylemlerdir. Yapılan bütün tavırlar gerek uluslararası hukuk gerek hakkaniyet ilkelerine gerek bölgede Türkiye’nin egemenlik haklarını aykırı bir şekilde gasp etme çabası anlayışı içerisinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla bu gelişmelerde Yunanistan’ın tırmandırdığı gerilimde her zaman bir silahlı hamle, çatışma ihtimaldir çünkü Fransa da son dönemlerde Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir olup bu gerginliği artırıcı adımlar atmaktadır. Örneğin yakın zamanda Fransa katılımı ile bu taraflar deniz alanlarında müşterek tatbikat yapacakları belirtilmiştir. Tabi Fransa’nın bölgede bir arayış içinde olduğunu da söylemek gerekiyor. Türkiye’nin yükselen gücü ve etkisinden rahatsız olmasından ötürü bölge ülkeler ile yakınlaşma arayışına girmiştir. Mesela Lübnan ile bir yakınlaşma, bir arayış ve ittifak arama çabası içerisindedir. Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin de Doğu Akdeniz’de hukuka aykırı olan eylemlerin yanında yer aldığını görüyoruz. Libya bunun açık örneklerinden biri. Fransa Hafter’in desteklemesinin tek sebebi Türkiye’dir. Türkiye’nin bölgede enerji güvenliği konusunda güçlü ve istikrarlı konumu ile birlikte Türkiye’nin bu anlamda enerji hususunda bölgede aktör olmasındandır. Düşünsenize 3 sondaj gemisi, 2 sismik araştırma gemi ve destekçi gemilerle sahada aktifiz. Pek tabii ki Türkiye bu coğrafyada oldubittiye asla müsaade etmemiştir ve etmeyecektir de. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte Türkiye’ye karşı kuvvet kullanma teşebbüsünde bulunan illa ki kaybeden olur . Zira Türkiye blöf yapmıyor. Türkiye’ye karşı askeri güç kullanan karşılığını alır, bedelini öder. Bu Türk Devletinin binlerce yıllık geleneğidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki dik duruşu ve geri adım attırmaması, bedel ne ise öderler şeklinde açıkça uyarıları , Türkiye’nin güçlü politikasının bölgede de hissettirilmesidir. .
Uluslararası hukuk açısından öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti tam bağımsız ve münhasır egemen bir ülkedir. Üç tarafı deniz alanları ile çevrilidir. Kısaca kıyı ülkesidir. Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrilidir. Bu deniz alanlar üzerinde tam ve münhasır egemen hakları iç sularında, kara sularında söz konusudur. Boğazlar üzerinde tam bir egemen münhasır hakları söz konusudur. Bir de bunun ötesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarının üzerinde de egemen yetki alanları bulunmaktadır. Burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrasisi olan ve bu anlamda uluslararası ilişkilerde, yönetim organlarında prestij sahibi olan bir ülkedir. Bu ülkenin ortaya koyduğu tavırlar tamamen uluslararası hukuk temelinde olması gerekendir. Bir anakara devleti olarak Türk Devleti deniz yetki alanları üzerindeki egemenlik haklarına sahip çıkan duruşu gelecek kuşakların bekası açısından önemlidir.
Özellikle belirtmek gerekmektedir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, barışçıl ve iyi niyetle iş birliğine dayalı müzakereler temelinde sorunların, ihtilafların çözümlenmesini öngören bir diplomasi anlayışındadır. Savaştan sakınan, herhangi bir şekilde sıcak çatışma ihtimaline yaklaşma tercihinde bulunmayan bir ülkedir. Bunun böyle olması Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut alanlarda kendi haklarının gasp edilmesine müsaade edeceği anlamına gelmez. Türkiye bir oldubittiye müsaade etmeyeceğini Türk devlet aklı ve iradesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda gösterdiği kararlı duruşla yansıtmaktadır. Yeni bir düzen kurmak istiyorlarsa ve bu düzenin bölgemizde Türkiyesiz olması planlanmışsa, evvela bilinmesi gereken kurulacak yeni düzenin kurucusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır. Türkiye zaten bölgenin hamisidir. Bütün faaliyetlerinde bunu artık çok daha net görmekteyiz. Rahatsızlıklarının sebebi Türkiye’nin sahada ve masada ortaya koymuş olduğu başarılı siyasetindendir. Türkiye’nin diğer uluslar üzerinde uyandırdığı etki ve heyecan bölgede bizzat Türkiye’nin karşısında yapılmak istenen aleyhteki projelere EastMed gibi ya da diğer deniz sınırları veya askerî tatbikat gibi meselelerde Türkiye’nin kararlığı neticesinde hiçbir adım atamaz noktadadırlar. Bu yüzden oradan oraya devamlı bir arayış içerisinde tatbikatlar ile hareket ettiklerini görüyoruz. Bu da tamamen psikolojik hamlelerdir. Türkiye emin adımlarla, sağlam adımlarla ilerliyor. Bu adımlar da tamamen Türkiye’nin başarısındandır. Karşı taraftaki bu rahatsızlık, devamlı ittifak kurma arayışları Türkiye’nin etrafında yer etme arayışları tamamen Türkiye’nin gücüne karşı tavır ortaya koymak içindir ki beyhude arayışlar içerisinde olduklarını da zaten görüyoruz. Tabi ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti asla oldubittiye müsaade etmeyecektir. Kendi hukuki yükümlülüklerini muhafaza etmeye ve bu yükümlülüklerle birlikte hukuki haklarını koruma kararlılığını yürütecektir.
Öte yandan ,Doğu Akdeniz’deki faaliyetler jeostratejik, jeopolitik, jeoekonomik temelde bir rekabet merkezini yansıtıyor. Enerjinin olduğu yerde Batı dünyasının her zaman bir çatışma ve insanlığı yok edici eylemlerine tanıklık ettik. Bölge coğrafya haritalarının yeniden şekillendirilmek istendiğine de şahitlik etmekteyiz. Türkiye bütün bu bölgesel devletlerin, tarihî bağımız olan devletler üzerinde hedeflenen yeni sınır haritalarına set vuran bir konumdadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Akdeniz’deki faaliyetlerini sadece Mavi Vatan projesi haklarını korumak olarak değerlendirmemek lazım. Türkiye, bu coğrafya üzerinde var olan diğer komşu devletlerin de haklarını koruyucu barışı ve istikrarı sağlayıcı şekilde bölgede durmaktadır. Türkiye’nin geri adım atmasını istemelerinin de en önemli sebebi Türkiye’nin tamamen Akdeniz’den çıkarılması ve yarın daha farklı art niyetli talepleri hayata geçirmek adınadır. Ancak oyunların üzerinde oyun olduğu görülmüştür. Türkiye, teröristlerin inine girmiş, etkisizleştirmiştir. Türkiye, Akdeniz’de tezgâhlanan hayali haritaları fırtına etkisinde tarümar etmiştir. . Türkiye’nin bu kasıp kavuran, etrafı kollayıcı ve adeta fırtına etkisi yaratan gücü bölgede çok net hissedilmesinden ötürüdür ki diğer halklarca umutla beklenendir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay’ın “KKTC’nin Singapur gibi olmasını hedefliyoruz” açıklamasını kasıtlı olarak ülke içerisinde çarptıran ve bizzat gündem olmaması adına gayret gösterenler olmuştur.
Türk Devlet aklı nasıl bir model üzerinde Kıbrıs Türklerinin geleceğini düşünmektedir?
Türkiye Kıbrıs Türklerinin ekonomik anlamda bölgede imrenilen bir model olmasının yolunu açmak için hazırlıklar yapıyor. Maraş’ın açılacak olması anılan Singapur projesinin ilk adımı.
Maraş ile deniz yetki alanları üzerinden bizzat Ortadoğu’ya ve dar boğaz konumunda Doğu Akdeniz’e açılım olacak. Maraş ile mavi turizm,mavi ekonomi hamleleri olacak. KKTC Singapur modeline geçmesi halinde serbest ticarete göre kendisi küçük bir ada ama ekonomisi büyük ülke olacak.
Kısaca Türkiye Kıbrıs Türklerinin ekonomilerini dünyaya açmanın hazırlığını yürütüyor. Bizzat Türkiye’nin 2019 Sürdürülebilir Kalkınma Programında Kıbrıs Türklerinin ekonomik anlamında gelişimi, ulaşımdan turizm ve enerjiye, eğitime kadar pek çok anlamda kalkınması hedeflenmiştir.
Anılan hedefler Erdoğan’ın kararı ve Sayın Oktay’ı Kıbrıs işlerinden sorumlu Başkan Yardımcı ataması ile ilerletilmiştir. Kıbrıs’ta ekonomik anlamda bir darboğaz yaşayan KT, Türkiye’nin yakın takibindedir. Kıbrıs Türkleri yalnız ve çaresiz değildir, kaygı içine girmemelidir.
KKTC’nin hantal ekonomisinden kurtulmak için Türkiye, KKTC’ye yerli üretici ve esnafı kalkındırılması, hibe dağıtılması, proje esaslı destek programları sunmaya devam etmektedir. Fakat bu imkanlar Kıbrıs Türklerine detaylı anlatılmamaktadır. Kalkınmaya dayalı programlar anlatılmalıdır.
Mesela kimi hibelerden haberdar olan vatandaş bizzat proje yazımından anlamadığı için proje yazıcı olarak İngiliz pound ücretlerle proje yazdığı bir pazar ortamda nasıl köylü para bulup başvursun. Engel üstüne engellerle ilerlemek zordur. Türkiye düşmanımız değildir.
Ancak,kasıtla Türkiye yardımları saman altı ediliyor. Sanki Türkiye’nin katkısı yok, K.Türklüğü çaresiz gibi kaygı inşaası yapılıyor. Oysa Anavatan sadece Kıbrıs Türklerinin yaşam kalitesinin artması, refahı, güvenliği, geleceği için ekonomik temelde kalkınmaya odaklandı. Singapur modeli budur.
Türkiye ekonomik anlamda KKTC’nin serbest bölgesi olmalıdır. KKTC’nin denizcilik anlamında tersanecilikte geliştirilmesi, getirilen su ile bölge ülkelerinde enerji diplomasisi bağlamında stratejik güçle diplomatik atakta bulunması TR’nin Singapur projesidir. Buna sahip çıkmalıyız.
Singapur dünyada en hızlı yatırımcı kabul eden ülke. Serbest bölgeleri var. Ya KKTC? Herhangi bir yatırımcı dışardan gelip iş yapmak istese ya batıyor ya tekrardan ülkeyi terk ediyor. Bürokratik zorluluklar oluşturuluyor. Oysa Anavatan destekleri ile refah bir gelecek inşa edebiliriz.
Bugün Kıbrıs Türk halkının düşünmesi ve tartışması gereken ekonomik refahı olmalıdır.
Singapur modeli ile KKTC’de oluşturulan ekonomik zorluklar ve kasıtlı bir şekilde KT refahının artmasını engelleme çabaları son bulacaktır. KT gençlerinin gelecek kaygıları son bulabilecektir.
Ekonomik refaha ulaşılmaması maksadıyla müzakere süreçleri ile önü kapatılan Kıbrıs Türkleri artık Türkiye’nin sağlayacağı ekonomik fırsatlarla kalkınmaya odaklanmalıdır. Unutulmasın ki Maraş’ın açılması büyük bir ekonomik ivme olacak ve dünyanın ilgi odağı haline getirilecektir.
Karasuları bir devletin kıyı devleti olarak sahip olduğu en önemli münhasır ve egemen alanıdır. Esasen, tüm deniz bölgelerinin en önemlisidir. BMDHS’nin 2. ve 3. Maddeleri hukuki rejimi izah eder. Karasularının genişliğinin başlangıçtan itibaren en fazla 12 deniz mili olabilir.
Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’de karasuları 12 deniz milidir. Adalar Denizi’nde 6 mil. Karasuları konusu kimi zaman yandaş devletler arasında sınırlandırma gerektiren konulardan olurken kimi zaman da karşıt kıyı ülke konumunda bulunan komşular ile olabilmektedir.
En azından ihtilaf olsun olmasın her kıyıdaş ülke sınır komşuları ile yandaş veya koşullar coğrafi olarak yarı kapalı veya kapalı bir alandaysa karşıt sınırlandırması gerekmektedir.
Türkiye’nin, karasuları üzerinde tam ve münhasır egemendir dendiği zaman belli şartlar altında, karasularına erişimi bile engelleyebilecek güçte olması demektir. Bu güç egemenliğin ifadesidir, dizginlenemez güçtür, ancak tek istisnası zararsız geçiş ilkesidir.
Türkiye’nin Akdeniz’de 12 mil resmi karasuları alanı olduğundan ötürü, Meis adasının herhangi bir şekilde 12 km alan dahilinde 40 bin km2 deniz yetki alanı talep edemeyeceğine en önemli yanıttır. Dolayısıyla Yunanistan ne hukuken ne fiilen talepte bulunması mümkün değildir.
Akdeniz’de 12 mil karasularının bittiği nokta Rodos adasına kadar uzanan hattır. 6 mil kuralında ise Sömbeki adasının Türk karasuları içerisinde kaldığı görülmektedir. Bu tip durumlarda yabancı adalara etki unsuru sağlanması mümkün değildir.
1982 BMDHS’nde madde 17 ile diğer Devletler de dâhil olmak üzere, tüm gemilerin bir devletin karasuları boyunca sürekli ve süratle zararsız geçiş yapma hakkına sahiptir. Yani zararsız geçiş seyrüsefer özgürlüğünün ifadesidir, yeterki duraksamaksızın, süratli geçiş olsun.
Aşağıda da görüleceği üzere Bulamaç adası Türk karasuları içerisindedir. Bulamaç adasının Türk adası olması ve aidiyeti anlaşmalarla belirlenmemiş olmasından ötürü, her koşulda Türkiye’nin lehine karasuları alanı içerisinde bulunan bu adalara sahip çıkma hakkı doğurur.
Zararsız geçiş halinde başka bir devletin gemisi, ciddi sonuçları olacak kasıtlı ve istekli deniz kirliliği gerçekleştiriyorsa ya da izinsiz balıkçılık veya askeri faaliyetlerde bulunma girişimi varsa Türkiye müdahalesi haktır. Karasularına tecavüz uluslararası sorumluluk doğurur
Eşek Adası Türk karasuları içerisinde kalan ve Türkiye’nin tam ve münhasır egemen yetki alanları içerisinde bulunması önemlidir. Sisam adasına kıyı yönünde egemen yetki verilmesi mümkün olamaz. Karasuları üzerindeki hava sahası da otomatik ulusal egemenlik sahasıdır.
Türkiye kendi karasularındaki faaliyetlerde seyir güvenliği, kablo ve boru hatlarının korunması, çevresel koruma, kendi balıkçılığının korunması veya kendi gümrük, mali, göçmenlik veya sıhhi yasaların ihlal edilmesini önleme adına kontrol ve müdahale etme yönünde münhasırdır.
Türkiye karasuları üzerindeki tam ve münhasır egemenlik hakları olmasından ötürü kendi karasuları üzerindeki hava sahası ve de bu suların deniz yatağı ile toprak altında da tam egemendir. Türk karasuları içsuların dış sınırını oluşturan düz esas çizgilerden başlamaktadır.
Yunanistan’ın Türk karasuları içerisinde kalan alanlarda herhangi bir yetki kullanması uluslararası deniz hukukuna göre inşa edilemez. Zira bir ana kara ve kıyı devleti olan Türkiye Adalar Denizinde sahip olduğu kıyı özellikleri itibarı ile iç suları ve karasuları mahrem alanıdır
Türkiye’nin karasuları, denizaltı ve toprak altı katmanını, ona bitişik suları ve hava sahasını içermektedir. Karasularının kara sınırı esas hattır. Yani kırmızı alanda gösterilen iç suların bittiği esas noktalardır.
Deniz ihtilafları iki boyut içermektedir:(a) tarih mirası olan ülkesel egemenlik ve(b)temel olarak deniz hukukunun farklı yorumlarından kaynaklanan, deniz sınırlarındaki ilgili yetki hakları ve çıkarları.Türkiye’nin mücadelesi meşru tarihi ve hukuki hakları egemenlik meselesidir.
Norveç/İsveç 1909 Grisbadara Davasında Tahkim Mahk, ‘deniz bölgesi ülke alanının önemli bir parçasıdır’ ve ‘bu ülkenin ayrılmaz bir parçası’ olarak belirtmiştir.Türkiye Adalar Denizindeki tam/münhasır alanları iç su/karasuları ülkesel egemenlik alanlarıdır. İhlali casus bellidir.
Aşağıdaki harita Türkiye’nin hukuki olarak sahip olduğu tam ve münhasır egemenlik alanı olan iç sular ve karasuları alanını göstermektedir. Esas hatların resmi ilanı belirtilen mavi alandaki karasularının resmiyeti olacaktır. Bu alanları ihlal etme teşebbüsü ise savaş sebebidir.
A-Karasularında tam egemenliğimizi uluslararası alanda tahsis etmek için Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesine önemli görev düşmektedir.
B-Atılacak adımlar,
1-Türkiye’nin esas hatları, kapanış hatları, esas noktaları, belirlenerek iç su ve karasuları ayrımı yapılması, ilgili koordinatların karasuları dış kıta sınırını gösteren esas hatları sıra numaraları ve koordinatlarını (enlem ve boylam),
2- ile nerelerde düz esas hat uygulaması olduğu (ilgili koordinat numaraları dâhil) BMGS’ne tevdi etmektir. Bu belirleme sonrasında münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığına dair mesafe kriteri esasında ortaya konacak yöntem ile sınırlar ancak hukuken net ifade edilebilir.
3- İlgili çalışmaların sonunda Türk Dışişleri Bakanlığı anılan detayları BM Genel Sekreterliğine tevdi etmesi ile işlem kurulacaktır.
Türkiye iç sularını tanımladı mı? Hayır. O halde bu anlatımı iyi okuyun. Zira Karasuları iç suların bittiği yerden itibaren başlar.
Esas hatlar tüm deniz yetki alanlarının ifadesinde önem arz etmektedir. Deniz yetki alanlarının belirlenmesinin temeli esas hatlardır. BMDHS’nde belirtilen madde 74(2) veya 83(2) ya da 16(2) esasına göre belirlenen yetki alanlarını sadece esas hatlar ile oluşturulabilir.
Bu hatlar karasuları/iç sularını birbirinden ayırır. Esas hatlar ile kıyı ülkesinin bu alanlarda uygulayacağı tam ve münhasır hukuki rejim tespit edilir ve ötesindeki münhasır egemen ve diğer egemen yetki alanları rejimi kurulur. Kırmızı alanlar TR’nin esas hatlar ile iç suları
Maalesef bugüne kadar Türkiye’nin iç sularını oluşturan hatlar ve karasuları başlangıç noktaları tanımlanmamıştır. Mesela İskenderun Körfezi hukuki körfezidir. MEB alanı olarak gösterilemez. Gösterilirse tam münhasır egemen alandan çıkarılır, yani namahrem olmaktan çıkar
Türkiye’nin kıyıları girintili ve çıkıntılıdır, saçak adaları vardır. Körfezleri,nehir ağızları vardır. Düz esas hat ve kapanış çizgileri ile esas hatları haritalarda detaylandırılmıştır. İç sular , ulusal güvenlik meselesidir. Bunun da tespiti esas hatlardır. Çandarlı Körfezi
Türkiye’nin iç sularını belirlemesi gayet doğal ve deniz hukukundan kaynaklı egemen ve münhasır haktır. Bu tespit sonrasında ancak karasuları hattı dış kıta sınırı kurulabilir.
Türkiye Adalar Denizi ve Akdeniz’deki körfezleri deniz alanını artıran doğal ve hukuki hakkıdır. Türkiye esas hatları belirlediği noktalar, yani haritalarda gösterilen kırmızı dış kıta çizgilerinin ötesi için ancak karasuları alanı gerçekleşir. Gökova Körfezi iç sudur.
Türkiye esas hatlar ile iç su karasu ayrımını BM’ye bildirmesi, aleyhine olan tüm tezleri çürütecek önemdedir. Hatta iç sular bir kıyı ülkesinin tam ve münhasır egemen hakkı olup üzerindeki hava sahası da buna bağlıdır. Zararsız geçiş hakkı asla iç sularda olamaz. Saros Körfezi
Türkiye’nin körfezleri hukuki ve tarihi körfezler çerçevesinde iç sularına dahildir. Tüm detaylar teknik olarak Uluslararası Deniz Hukuku Teori ve İçtihat isimli Akademik yayın olarak kabul edilen kitabımda detaylandırılmıştır. Edremit Körfezi iç suyumuzdur.
İlaveten kıyının ilgili özelliğinin girintili çıkıntılı olduğu haller ve saçak adaların kıyıya yakın bulunduğu durumlarda düz esas hatlar uygulanır. Marmaris Datça çevresi de düz esas hatlara göre belirlenir. İç suların dış kıta sınırlarından itibaren karasuları belirlenir.
BMDHS’ne göre düz esas hatların belirlemesinde nehir ağızları, körfezler, limanlar, dış limanlar önemli etkisi bulunmaktadır. Türkiye bu açıdan Akdeniz/Adalar Denizinde körfezleri vardır. Körfezler de hukuki ve tarihi körfezler olarak 2 tiptir. Antalya K. tarihi körfezdir.
Esas hatlar mesafe kriterine göre egemen hakların ifadesini sağlar. İç sular ile karasularını ayıran esas hatlardan itibaren karasuları ve diğer deniz alanları belirlenir. Mersin körfezi tarihi körfezdir. Sıkı sıkıya Türkiye’ye bağlı iç sudur.İç sularda mesafe kriteri uygulanmaz.
Detaylar için :https://twitter.com/EGozuguzelli
Kaynak: Uluslararası Deniz Hukuku,Teori ve İçtihat isimli akademik yazdığım kitabımdan alıntıdır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.