DOLAR 35,1705 -0.17%
EURO 36,8102 0.14%
ALTIN 2.979,210,55
BITCOIN 3373783-2,51%
Lefkoşa
°

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Dr. Yurdagül Atun

Dr. Yurdagül Atun

26 Ekim 2020 Pazartesi

Yd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN; Karen Fogg’un Çocukları Devrede

Yd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN;   Karen Fogg’un Çocukları Devrede
0

BEĞENDİM

ABONE OL

KKTC’de seçimler bitti ancak tartışmalar bitecek gibi durmuyor.
Yenilgiyi hazmedemeyen bir grup seçimlere müdahale olduğu iddiasını sürdürüyor.
Sosyal medyadan bir iki cevap verdim, baktım olmuyor, yazıya dökeyim dedim.
Yazalım ki kenarda köşede dursun, unutanlar açıp okusun.

1974 Mutlu Barış Harekatı’nın ardından kendi devlet çatısı altında ilk devlet başkanlığı seçimini 20 Haziran 1976’da yapan Kıbrıs Türk’ü, 10 kez KKTC Cumhurbaşkanlığı için seçime gitti.

1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanlığı için 1976’da ve 1981’de yapılan seçimleri Rauf Raif Denktaş kazanırken, 15 Kasım 1983’te kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde- 1985, 1990, 1995 ve 2000- zafer yine Denktaş’ın oldu.

1995 yılındaki seçimlere Rauf Denktaş, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı katılmış, ilk turda Denktaş 37 bin 563, Eroğlu 22 bin 450, Akıncı ise 13 bin 223 oy almıştı. Görüldüğü üzere Akıncı, ikinci tura bile kalamamış, sağ adaylar oyları silip süpürmüştü.

2000 yılında yapılan seçimlere Denktaş, Eroğlu ve Akıncı’nın yanı sıra Mehmet Ali Talat da katılmış, bağımsız Rauf Denktaş 42 bin 820, Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) adayı Derviş Eroğlu 29 bin 555, Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin (TKP) adayı Mustafa Akıncı 11 bin 469 ve Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) adayı Mehmet Ali Talat 9 bin 834 oy almıştı.

Gelelim 2005 yılına.
Rauf Denktaş’ın adaylığını koymadığı bu seçimin galibi, geçen seçimde 9 bin 834 oy alan Mehmet Ali Talat olurken, Derviş Eroğlu 22 bin 874, sağ Demokrat Parti’nin adayı Mustafa Arabacıoğlu 13 bin 302 oy aldı.

Sağ oyların toplamı 35 bin küsurdu! Yani bir önceki seçimde 72 bin civarında olan oyların yarısından çoğu buhar olmuştu.

Nasıl mı? AB ve ABD’nin müdahalesiyle.
“Yes be annem”di sloganları.

Annan Planı’na karşı olanlar “statükocu” ve “gerici” olarak adlandırılmış, aktarılan milyon dolarlık fonlarla kurulan sivil toplum örgütleri, satın alınmış bazı gazete ve gazeteciler, halka, Annan Planına “evet” dendiği taktirde ertesi gün vizesiz Avrupa’ya uçulabileceğini, izolasyonların büyük ölçüde kalkacağını, Kıbrıs Türklerinin zenginleşeceğini empoze etmişlerdi.

Kıbrıs Türk halkı ümitlenmişti lakin AB temsilcisi Karen Fogg’un e-postalarının basına sızması, şaşırtmayan bir gerçeği su yüzüne çıkardı. Sivil darbe finansörü Soros ile işbirliği yapan Avrupa, Annan Planı’nın kabul edilmesi ve ilk seçimlerde Denktaş zihniyetindeki siyasilerin sandığa gömülmesi için yıpratma kampanyası başlatmıştı. Kampanyanın yürüttüğü faaliyetlerden biri Denktaş’ın itibarını zedelemekti.

Başardılar…
Denktaş karşıtlarının en mühim köşeleri tuttuğu bu dönemde girilen seçimin galibi, “Evet”çilerin bayrak taşıyıcısı CTP’nin adayı olmuştu.
Annan Planına Türkler yüzde 66’yla “evet”, Rumlar yüzde 75’le “hayır” derken, AB verdiği sözü tutmamış, “hayır” diyen Rum kesimini birliğe alarak kendi müktesebatına ters düşmüştü.
Verilen sözler uçtu, “statükocu” sözleriyle eleştirilenler haklı çıktı. 2010’da yapılan seçimlerin sonucu, halkın bu oyunu anladığını gösteriyor, Derviş Eroğlu’nun 61 bin 422 oy aldığı o yıl Mehmet Ali Talat’a 52 bin 294 oy çıkıyordu. Bu seçimde UBP’li Tahsin Ertuğruloğlu da bağımsız olarak yarışmış, 4 bin 647 oy almıştı.

Yani 2010 seçiminde sağ oyların toplamı 70 bin civarındaydı.
UBP, 2015 seçimlerine şiddetli bir kavga ile girdi. Parti içinde baş gösteren ve partideki 9 vekilin DP’ye geçmesine yol açan kavga sürecinden kârlı çıkan isim yıllardır ortada olmayan Mustafa Akıncı olacaktı. Temsil ettiği ideolojinin KKTC Meclisinde 3 vekil ancak çıkarabildiği Akıncı, Derviş Eroğlu’na yönelen öfke oylarını toparlayarak Cumhurbaşkanı seçildi.

Özetle Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı seçilmesine vesile olan oylar, UBP’nin hediyesiydi.
Çok fazla mal varlığı olmayan Akıncı ve partisinin yürüttüğü kampanyanın sponsorları bir hayli cömert olunca zafer kaçınılmaz oldu.
***
Görüldüğü üzere KKTC’de, 2005 ve 2015 seçimleri hariç her dönem sağ partiler seçimi kazandı. Ortalamaya vuracak olursak sağın oyları yüzde 65, sol oylar ise yüzde 35 civarında.
Ki son dönemlerde sol oylar artmasına rağmen bu rakam aşağı yukarı korunuyor.
Durum böyleyken birkaç kendini bilmez, sanki de her seçimde sol adaylar kazanırmış, bu seçimde farklı bir sonuç çıkmış gibi “müdahale var” diyebiliyor.
(Müdahale dedikleri “ikna ve propaganda” taktikleri ise bu İkinci Dünya Savaşı’ndan beri var.)
Zaten yukarıdaki seçim sonuçlarını dikkatlice okuyanlar bu seçimde değil ama 2005 ve 2015 seçiminde bir müdahale olduğunu kolayca anlayabilirler.
***
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim; KKTC, herkesin birbirini tanıdığı, herkesin birbiriyle akrabalık/komşuluk/iş ilişkileri içinde olduğu bir yer. Dolayısıyla seçim sürecinde bir adaya destek verirken diğer adayları kırmamaya özen gösterdik. Akıncı seçildiğinde karalar bağlayıp çıngar çıkarmadık. İradeye saygı gösterdik. Kıbrıs sorununun çözümü konusunda güven duymadığımız için, bu güvensizliğimizi zamanı gelince sandığa yansıttık ancak seçilmiş bir cumhurbaşkanına saygısızlık etmedik, edemezdik. Bu minvalde aynı saygıyı desteklediğimiz aday ve irademiz için istiyoruz.
Son olarak, repertuarlarını Türkiye düşmanlığından oluşturan şer ittifakına söyleyeceklerim şunlar:
Birincisi demokrasi nalıncı keseri değildir.
İkincisi sizin adayınız, UBP’deki akıl tutulması ve egosal saçmalıklardan ötürü hasbelkader seçilmiştir zira sizin bugün sorguladığınız İskele bölgesinden geçen seçimde çıkan oylar bu durumu doğrulamaktadır.

Üçüncüsü, bu ülkenin en büyük sorunu sendikal çeteleşme ve eğitim sistemidir. Demokrasi, yasalar ve milli değerleri ayaklar altına alarak yaptığınız açıklamaların başka hiçbir izahı olamaz.

Devamını Oku

Yd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN Küresellik Zinciri Kırılıyor mu?

Yd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN   Küresellik Zinciri Kırılıyor mu?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Koronavirüs pandemisi zengin fakir ayırmadan tüm ülkelerde aynı tedbirlerin alınmasını mecbur kılıyor.
Ülkeler resmen OHAL ilan etmeseler de mecburi durumlar dışında dışarı çıkılmaması konusunda özdenetimi harekete geçirecek ikna yollarını kullanıyor.
Her an sokağa çıkma yasağının gelme ihtimali var ve bu ihtimal market raflarının adeta yağmalanırcasına boşalmasına neden oluyor.
Dünyanın tüm ülkelerinde durum aynı.
İtalya’da market kuyrukları, Avustralya’da bir markette tuvalet kağıdı ve pastırma kavgası…
Oysa tüm bu istif ve mağaza talanı hallerini “medeni olmayan ülkelerin tarzı” olarak belletmişlerdi bize…
Medeni ülkeler sessizce alışverişlerini yapıp giderlerdi, öyle kapış kopuş durumlarına girmek huyları değildi!
Ne oldu da insanlar tüm farklılıklarına rağmen, aldıkları önlemlerden tutun da, ev hapsi gereksinimlerine karşı tek tipleşti?
Çünkü insanlar, tüm yaratılmışların en ilkel güdüsü olan “hayatta kalma” güdüsünün etkisinde ve sadece ilkel gereksinimlerini karşılamanın derdinde.
Yemenin, içmenin, uyumanın vs…
Farkındaysanız, sosyal medya müdavimleri en çok mutfak paylaşımları yapıyor doğal halleriyle. Güzel görünme kaygıları yok…
Çekirdek aile temelli, maksimalist alışkanlıklardan/lükslerden uzak, mesafeli bir yaşama evriliyor dünya.
Sosyologlara göre onlarca yıllık küreselleşmeden sonra, korona virüsünün küresel yayılması ulusal ve yerel olana belirli bir dönüş getirecek. “Sosyal uzaklaşma” aşaması ne kadar uzun sürerse, sosyal ilişkiler daha da değişecek.
Aylarca diğerleriyle el sıkışmamayı, çok yakın adımlar atmamayı sürdürürsek, bunun kesinlikle hafife alınmayacak sonuçları olacak ve bu, tüm ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemize neden olabilecek. ‘Kime sarılabilirim, kime güvenebilirim?’

Yani küreselleşmesinin yarattığı en önemli sorunla karşı karşıya kalan ülkeler, “tektipleşme” ve “kültür emperyalizmi” tehlikesinden ötürü değil ama son derece haklı bir neden olan “hayatta kalma” ve “tehlikelerden korunma” gerekçesiyle kabuklarına çekilecekler gibi…
En azından “küresel olandan kaçınma” noktasında seyahatlerin azaltılması önlemi sürekli hale gelebilir. Seyahatin yerini geçici olarak sosyal medya aldı ancak bu kalıcı olabilir ve yerel bağlamda yeni sosyal temas biçimleri oluşabilir.

Bunun yanısıra “uzaktan eğitim”, “kripto para kullanımı”, “home ofis” dediğimiz evden çalışma ve paraya el sürmeme tedbiriyle artan para taşımama halinin yükselttiği “bir liralık harcamada dahi kredi kartı kullanımı” durumlarının kalıcı hale gelebileceği fikrini, hatta bu virüsün, yukarıda saydıklarımızın hayata geçirilmesi adına bir geçiş dönemi olarak ortaya sürüldüğü yönündeki şehir efsanelerini de yabana atmamak gerek.

Tüm evrensellik değerlerinin kıymet kaybettiği bu dünyada “tencerede pişir kapağında ye” sistemi ne kadar başarılı olur veya yerelleşme kalıcı olur mu diye soracak olursanız naçizane fikrim şu: Öncelikle, en başa dönme fikrini, dünyanın küreselleşmesi ve kolonyal düzenin en azından ekonomik boyutta sürmesi için vahşi rekabetin tüm unsurlarını kullanan ve tüm dengeleri kendi lehlerine çeviren başat güçlerin -bir süreliğine ara verseler de- kabullenmesi mümkün değil. Dünyanın küresel çözülmesi, tekrar çatışma olasılığını artıracak zira yeni rekabet koşulları silbaştan devreye girecek gibi.
Şu belayı bir def edelim, sonra tekrar konuşuruz.

Devamını Oku

Dr. Yurdagül ATUN; “Kıbrıslıtürk”ün Bir Üst Sürümü: Kıbrıslılık

Dr. Yurdagül ATUN;   “Kıbrıslıtürk”ün Bir Üst Sürümü: Kıbrıslılık
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ateş çemberinin tam ortasında bir coğrafyadayız.
Ülkeler birbirleriyle askeri işbirlikleri yapıyor, askerler haritada zor bulabilecekleri ülkelere doğru yola çıkıyor.
Stratejik açıdan önemli ve üstüne üstlük denizlerinde gaz olduğu ortaya çıkan KKTC,
tüm olanlardan ve dahi olacaklardan habersiz, sessiz, kendi dünyasında yaşıyor.
Gazın miktarı konusu henüz netlik kazanmış değil ancak birçoklarının iştahını kabartmış olması miktara dair ipuçları veriyor.
Dünyada olan bitenden çok, Türkiye’yle olan ilişkilerinin gevşetilmesi konusunda mesai harcayan bu minik ülkenin en önemli sorunu, ceplerine giren paraya halel gelmemesi.
Zorluk zamanının insanı koruyan yasalarıyla hayli gelişmiş haklara sahip olan sendika korumalı çalışanlar mevcut düzenden memnun olmasalar ve “Türkiye, ne seni, ne paranı” sloganını dillerine pelesenk etseler de devlet, ceplerini dışarı çıkarıp gösterdiğinde “nereden bulursan bul öde” diyebiliyorlar.
Dünyayı Sarayönü’nden ibaret sayan bu güruha göre, Türkiye’nin KKTC’de üs kurması veya İHA’ları konuşlandırması barışa zarar verecek bir hamle! (Aynı güruh olduğunun altını çiziyorum.)
Tabi bu insanları böyle konuşturan şartlara bakmak lazım. Kimsenin 1974 öncesindeki dertleri kalmadı. Ülke huzur buldu, geçmişte yaşananların tümü unutuldu.
“Barış istiyoruz” diyor adam, sanki dünyada yaşananlardan ders çıkararak, temkinli olanlar savaş istiyormuş gibi…

Dönelim esas mevzuya… Türkiye-KKTC irtibat ve bağını izah etmek üzere kullanılan “Anavatan”, “Yavruvatan” deyiminden rahatsız olanlar hayli artmış durumda. Adamlar “Kıbrıslılık” diye bir kelime çıkarmış. Kıbrıs Türkü veya Kıbrıslı Türk değil, Kıbrıslı! Tabi bu yeni değil, 1950’li yıllarda Rumlar tarafından ortaya atılan ancak o dönem Kıbrıs Türklerinin şiddetle reddettiği bir tanımlama. Siyasi tarihte yer bulmamış ve muharref bir deyim olarak dahi mazur görülmemiş.
Bugün, Rum bir kadın “Kıbrıslıların kökeni” diye bir kitap yazarak, adadaki Türk ve Elen nüfusun aslında Türk ve Elen olmadıklarını iddia ediyor. Kitap KKTC’de bir yayınevi tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve yine aynı yayınevi tarafından satışa sunulmuş. Çeviri parasını kim ödemiş, kim bunu finanse etmiş bilmiyorum, araştırılabilir.
Tamamen bilimsellikten uzak, Kıbrıslılığın coğrafi bir terim olduğundan habersiz, sadece Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin arasını açmak üzere kullanılan bir siyasi secere, bu “Kıbrıslılık” vurgusu. Türklüğü, Kıbrıslılığın içinde eritmek için kullandıkları “Kıbrıslıtürk” yazımının yeni sürümü.
Kıbrıs’ın 1950-1963 dönemini didik didik etmiş biri olarak şaşırmamam/üzülmemem/öfkelenmemem mümkün değil. Onca yaşanmışlık, onca acı, onca sefalet, onca baskı çocuklarımız tarafından bilinmiyor. Tabi bunların planlı bir süreç olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. Önce Makarios doktriniyle kitaplardan mücadele tarihini çıkar, çocuklara tarihi anlatma, Güney’in daha zengin şartlarda yaşadığı yalanıyla çocukları cellatına aşık et, ardından “zaten biz Türk değilmişiz” temalı kitaplarla çocukların reddi-cet etmesini sağla. Hem de onlar EOKA’cı canileri kahraman ilan eder, milli günlerde çocuklara, EOKA mezarlarında “Kıbrıs bizimdir, sınırlarımız Girne’de biter. Türkler gidecek” sloganları attırırken, Güneye giden araçları taşlatırken, KKTC sınırlarındaki bir okul bahçesine girerek Türk bayrağını indirecek cürete sahipken…
Ne diyorduk; Dünyalı beşerler olarak yeni bir döneme doludizgin gidiyoruz. Biz uyurken geceden sabaha dengeler değişiyor, yaz tatilinde gitmeyi planladığımız ülkeler savaşa girmiş oluyor. Durum böyleyken, denize bakan malikânelerimizde yaptığımız mangal partilerinde “Türkiye’ye nasıl ayar veririz” diye kafa patlatmak yerine, “dünya ateş çemberi. Bir saldırı olsa, biz bir avuç Türk kendimizi nasıl koruruz, ne yapabiliriz” diye düşünelim diyorum.
Ha, halâ “bizim öyle bir gailemiz yok, bir şey olmaz” diyenler varsa da umutsuz hastalara atfedilen kadim tavsiyeye uyulmasını salık veririm: “Doktor, ne yerse yesin dedi!”

Devamını Oku

Yurdagül ATUN; Rum Lobiciliğinin ve Yalancılığının Son Noktası

Yurdagül ATUN;   Rum Lobiciliğinin ve Yalancılığının Son Noktası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kutlay Erk, babasının Rumlar tarafından şehit edildiğini yazmış İngilizce olarak. Ancak İngilizcesinde faşist Rumlar tarafından öldürüldüğü yazarken, çeviride “faşist Kıbrıs Türkleri tarafından öldürüldü” yazıyor. Çok ilginç. AKRİDAS, ORTEGA RAPORU gibi kelime ve tamlamaların sansürlendiğini biliyordum ancak son derece açık ve hata payı sıfır olan olan bir sözcüğü bu denli pervasızca değiştiriyor olabilmelerine şaşırdım. Dünyayı nasıl kandırdıklarının, yalanlarının sınırının olmadığının, gerçekleri nasıl saptırdıklarının bariz bir örneğidir bu durum.
Dec 1963, my father was assassinated by fascist Greek Cypriots. He was a prison warden/guardian (PW 955) in the Central Prison in Nicosia, an employee of the state. He was killed in the Nicosia Central Hospital of the state by a Greek Cypriot who was an employee of the state with a pistol which belonged to (or under the control of) the state. The state of the Republic of Cyprus is directly responsible for this murder case. The remains were found 45 years later in wells in the Strovolos District.
The name of the suspect murderer was given to the authorities of ‘The Republic of Cyprus’ for effective investigation by the authorities of the Republic of Cyprus as requested by the ECJ. The response was “We could not investigate the case because the person whose name is given lives in Athens”. The person passed away after a short time.
Mr Nicos Anastasiadis is insisting on a resolution with a functional state. I challenge him by saying that he does not have a functional state at present; none of the Greek Cypriots presidents had a functional state at all. The deep state which has the roots in the EOKA organisation is still dominant and EOKA is not dead and buried, ask the ELAM. Presidents cannot even instruct and/or succeed to make effective investigations about the EOKA people who are the suspects for the assassinations and mass-killings of the Turkish Cypriots.
Mr Anastasiadis, you are not the decision-maker in the South, you could not even decide on the common GSM operations. More cases for the political impotence of the President of the Republic of Cyprus can be designated. Mr.
Mr Anastasiadis, you better first prove that you already have a functional state in the South and then ask and expect the Turkish Cypriot side to negotiate with you to establish a functional state.
55 yıl önce, 23 Aralık 1963, babam faşist Kıbrıs Türkleri tarafından öldürüldü. Lefkoşa’daki Merkez Cezaevi’nde bir hapishane müdürü / Guardian (pw 955) idi. Devletin Lefkoşa Merkez Hastanesi ‘nde devlete ait bir silahla devlet çalışanı olan bir Kıbrıs Türk tarafından öldürüldü. Kıbrıs Cumhuriyeti devleti bu cinayet davasında doğrudan sorumlu. Kalıntıları 45 yıl sonra strovolos bölgesindeki Wells ‘ de bulundu.
Şüpheli katil adı, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri tarafından istediği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri tarafından etkili soruşturma için ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ yetkililerine verildi. Cevap, “adı verilen kişi Atina’da yaşadığı için davayı araştırın” oldu. Kısa bir süre sonra vefat etti.
Sayın Nicos Anastasiadis, fonksiyonel bir durum ile çözüm konusunda ısrar ediyor. Şu anda fonksiyonel bir devleti yok diyerek ona meydan ediyorum, Kıbrıs Kıbrıs hiç birinin işlevsel bir devleti yoktu. Eoka Örgütü ‘nde kökleri olan derin devlet hala baskın ve eoka ölü değil elam’ a sor. Başkanları, Kıbrıs Türkleri ‘ nin suikast ve toplu cinayetleri için şüpheli olan eoka hakkında etkili soruşturma yapmayı bile talimat.
Sayın Anastasiadis, Güney’ de karar veren siz değilsiniz, ortak gsm operasyonlarını bile karar değil. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ‘ nın siyasi iktidarsızlık için daha fazla dava belirlendi. Bay bey
Sayın Anastasiadis, önce Güney ‘ de zaten fonksiyonel bir devlet olduğunu ispat edip sonra Kıbrıs Türk tarafında fonksiyonel bir devlet kurmak için sizinle pazarlık etmesini bekleyin.

Devamını Oku

Dr. Yurdagül ATUN; İstemezler Korosu

Dr. Yurdagül ATUN;   İstemezler Korosu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBB Başkanı, “Kanal İstanbul’u yaptırmam” demiş.
Geçmişte GAP, Vatan Caddesi, Keban Barajı, Boğaziçi Köprüsüne karşı çıkan Türkiye muhalefeti, bugün Kanal İstanbul, yeni havalimanı, mesafeleri kısaltacak yeni yollar, köprüler yapılmasına karşı.
Başkanın itirazı şaşırtıcı değil zira Türkiye çok partili döneme geçtiğinden beri vara yoğa itiraz etmek, “muhalefet etmenin raconu” oldu.
Yapılacak işin fayda yönü gözetilmedi, siyasetin, halka hizmet telakkisi yerine, muhalefet olmanın, her şeye muhalefet etmek olduğu görüşünden hareket edildi.
Birçok sözün kaderi gibi, siyaset-hizmet arasındaki mesafe açıldıkça açıldı, siyaset retorikte kaldı.
Aklıma rahmetli Zöhre halamızın, o dönem üniversitede okuyan torununun dik başlılığına kızarak “hep ihtiras (itiraz), hep ihtiras” demesi geldi. Rahmetli halamız vurgusundan ötürü itiraza “ihtiras” derdi ancak örneklere baktığımızda itirazların, ihtirastan kaynaklandığı çok açık.
Geçmişten örnek verelim;
1950-1960’lı yıllarda boğazda karşıya geçmek işkenceye dönüşmüştür. Saatlerce sıra beklemek gerekmektedir. 17 feribot gece gündüz çalışır, fakat yetersizdir. 1950 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü kurulunca boğaza “Asma Köprü” yapılması gündeme gelir. 1950’de Metin Pusat, boğazda tüp geçit yapılmasını önerir. Belediye ve İTÜ yetkililerinden oluşan bir heyet öneriyi aylarca inceler ve yapılmaya değer bulmaz. 31 Eylül 1957’de TBMM köprünün yapılmasını kararlaştırır. 1958 yılında detaylı zemin etütleri yapılır.
Köprünün maliyeti 40 milyon ABD doları civarında olacaktır fakat Mayıs 1960’daki politik olaylar nedeniyle proje askıya alınır.
1967 yılında boğaza “asma köprü” konusu tekrar gündeme gelir ve ikinci beş yıllık kalkınma planına (1968-1973) eklenir. 1969 yılında da ihaleye çıkılır.
İş gerçeğe binince itirazlar yükselir. 07 Mart 1968 tarihli Mimarlar Odası Basın Toplantısı Bildirisinde, “Boğaz Köprüsü’nün yapımı, Türkiye’nin ve İstanbul’un başına gelen en büyük felâket olacaktır…” denmektedir.
Halktan alınan vergilerle İstanbul’a bir köprü inşa etmek bazılarınca lüks ve israf olarak nitelenir. “Yoksula kolera, zengine köprü” başlıkları atılır haberlerde. Tüm itirazlara rağmen, Rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in 1957 yılında yapım kararını aldığı köprünün temeli 1970 yılında atılır. 1973’ün Ekim’inde, dünyanın iki kıta üzerine kurulmuş tek kenti köprüyle birbirine bağlanmıştır. Ama aşağıdaki itirazlarla;
Mimarlar Odası: Boğaziçi köprüsü, Türkiye ve İstanbul’un başına gelen en büyük felakettir.
Prof. Dr. Besim Üstünel (CHP Milletvekili): Köprü akıl ve hesap işi değildir.
İlhan Selçuk (Yazar): Bu köprüyle ne biz övünebiliriz, ne çocuklarımız. Boğazın iki yakasında evleri olan zenginlere tüketim malları taşıyan kamyonlara yol açmak için çare: Boğaz köprüsü.
Prof. Dr. Gülten Kazgan: Köprü yapacağımıza birkaç araba vapuru daha inşa edelim. Üretken olmayan yatırımlar, Türk ekonomisi için büyük bir sarsıntı teşkil edecektir.
Hasan Pulur (Yazar): Hükümet Estanbole asma korpi yapıyor… N’olacak yani? Yapıyor işte! Va mı itirazınız?
Nadir Nadi (Gazeteci): Bu köprü sağcıların köprüsüdür. Boğaziçi Köprüsü kel başa şimşir tarak.
CHP Konya Senatörü Fakih Özlen: Boğaz Köprüsü konusu, hissi, fevri, politik ve en başta teknik kusur ve noksanlarla maluldür.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük projelerinden olan Güney Doğu Anadolu Projesi’nin (GAP) gündeme geldiği dönemlerde CHP kurmaylarının, özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesi seyahatlerinde, “Sizin hakkınızı buralara harcıyorlar. Hakkınızı yiyorlar” dedikleri, bir Ankara mitinginde de Keban Barajı için “kurbağalara göl yapıyorsunuz” ifadelerinin kullanıldığı arşivlerde mevcuttur.
Demem o ki, otoriteye karşı olmak, hizmete de karşı olmaya meşruiyet kazandırıyor. Ha bu arada, Türkiye’de var da bizde yok mu? Alâsı var hem de.
KKTC’de kaldırım yapılırken “arabalar hapsoluyor. Bir durum olsa nereye kaçacağız” diyerek itiraz edenleri biliyorum ben. Cumhurbaşkanlığının önündeki alana, Cumhurbaşkanlığına biraz daha mahremiyet kazandırılması –esasen güvenlik amaçlı- adına zeytin ağaçlarının dikilmesine karşı çıkanları, (bugün başka partinin cumhurbaşkanı kullanıyor), Ankara’dan gelen parayla yapılan bir parkın adının Ankara konulmasına tepki gösterenleri, hatta ve hatta KKTC’ye yer altına döşenen borularla gelen suya bile itiraz edenleri… (Vallahi de billahi de yaptık. Türkiye’nin, parasını verip, binlerce kişiyi çalıştırıp ve en mühimi Türkiye’deki bir köyü başka yere taşıyarak getirdiği suya itiraz ettik.)
Velhasıl ne başkanın, ne de başkalarının retlerine şaşırmıyorum zira defalarca izlediğimiz ve sonunu bildiğimiz bu filmin zerre kıymeti harbiyesi yok nazarımızda. Önemli olan kamu yararı. Yarar var mı diyecek olursanız, önce Montrö Anlaşması’nın yararı olup olmadığını tartışalım, sonra sıra buna gelir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.