21 Aralık 2020 Pazartesi
Azerbaycan'dan tanınmaya yönelik tam destek mesajı
“Kırmızı” sergisi açıldı
Prof. Dr. Ata Atun; Biz İsyan Etmedik
Atilla ÇİLİNGİR; ONLARIN ACILARI SESSİZ AMA ÇOK DERİNDİR…
Aydın AKKURT; 21 ARALIK, GİRİT VE KIBRIS
Antalya’da tıbbi aromatik bitkilerin yaygınlaştırılması ve bilinçli tarımla üretilmesi için çalışma yapılıyor
Kıbrıs Türk halkını yok etmek için 21 Aralık 1963 günü Rum-Yunan ikilisi tarafından başlatılan saldırıların 57. yıldönümünde Girit meselesini ve Girit’in elden nasıl gittiğini uzun uzun anlatacak değilim.
Zaten, Girit’te ne olduğunu, neler yaşandığını biliyorsunuz. Bu nedenle özet olarak değineceğim.
Girit’i ele geçirmek isteyen Yunanistan’ın , bu hedefine ulaşmak için belirlediği stratejinin ilk adımı Türk askerini Girit’ten uzaklaştırmaktı.
Bu hedefe yönelik olarak da isyanlar çıkarıldı, çatışmalar yaratıldı. Daha sonra da “Girit Rumlarının güvenliği yok” denilerek Avrupa ülkelerinin oluşturacağı askeri bir gücün Girit’e gönderilmesi istendi.
Öyle de oldu.
Avrupa ülkelerinin oluşturduğu askeri güç Girit’e ayak basarken, Türk askeri de Girit’ten çekildi. Bunun sonrasında da Avrupa ülkelerinin güvenliği sağlamak için Girit’e gönderdiği gücün gözleri önünde Girit Türkleri katledildi. Geriye kalanla ise göç etmek zorunda kaldı.
Bugün, Girit’te bir tek Türk kalmadığı gibi, Türk eserleri de ortadan kaldırıldı.
Ve, Girit’te oynanan bu oyun yıllardan beri Kıbrıs’ta da oynanmak isteniyor.
Çünkü, Rum-Yunan liderliği çok iyi biliyor ki, Türkiye’nin garantörlüğü ve Kıbrıs’ta Türk askeri varlığı olduğu müddetçe Kıbrıs ele geçirilemez, Kıbrıs Elen adası yapılamaz.
Bu nedenle de, Rum-Yunan ikilisinin ana hedefi Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak, Türk askerini Kıbrıs’tan uzaklaştırmak. Bu başarılırsa, sonrası çok kolay olur.
İşte, Guterres çerçevesi de bunu içeriyor. Yani; Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması ve Türk askerinin Kıbrıs’tan uzaklaştırılması.
İçimizdeki bazı çevreler de Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını ve Türk askerinin Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasını istiyor.
Ne kadar dikkat çekicidir ki, Girit’te de “Türk askeri gitsin, önemli değil, biz Rumlarla kardeşçe yaşarız” diyenler vardı.
Bunları gördükçe de “ tarih tekerrürden ibaretmiş” sözünü hatırlamamak elde değil.
Peki, diyelim ki dönüşümlü başkanlık ile siyasi eşitliği elde ettik.
Ne olacak, Kıbrıs Türk halkının güvenliğini kim sağlayacak?
Bunun da yanıtı Guterres Çerçevesinde var; AB’nin oluşturacağı güç.
Girit’te de aynen böyle denilmişti. Neler yaşandığını ise herkes gördü; Katliam ve soykırım.
Peki, kağıt üzerinde kalacak dönüşümlü başkanlık için Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve geleceği tehlikeye atılabilir mi?
Kendilerini “Kıbrıslı” olarak görenler ve emperyalist güçlerin taşeronluğunu yapanlar için evet.
Ne kadar acı bir tesadüf;
Girit’te de kendilerini “Türk” değil de “Giritli” olarak görenler vardı. Ama bunların bir teki bile katliamdan kurtulamadı.
Kıbrıs’ta da, Girit’te yaşananları mı yaşanacak?
Sanmıyorum, çünkü bu halk bu oyuna gelmeyecek…
Bilmeyenler için “Kıbrıs Cumhuriyeti” Cumhurbaşkanı ve Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Makarios’u kısaca tanıtalım;
Keşişlikten Başpiskoposluğa yükselen Makarios ,enosise yani Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmeye yeminliydi. Bunu da hiçbir zaman gizlemedi. Hayatı boyunca bunun için mücadele etti.
Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması siyasi mücadeleyle gerçekleşmeyince, bunu silahlı mücadele ile gerçekleştirmek için kurulan EOKA terör örgütünün başında da Makarios vardı.
1 Nisan 1955 tarihinde kurulan terör örgütü EOKA’nın ilk hedefi İngilizler, daha sonra da Kıbrıslı Türklerdi. Zaten, EOKA’nın dağıttığı ilk bildiride de bu şöyle açıklanmıştı;
“Birinci hedefimiz İngilizleri Kıbrıs’tan atmaktır. Bu hedefe ulaşıldığında sıra Türklere gelecektir. Türk ulusun Kıbrıs’ta uzantısı olan Kıbrıs Türkleri de bu adadan atılacaktır.”
Bu hedef doğrultusunda Kıbrıs Türkleri hedef alındı.
Yüzlerce Türk köyü yakılıp, yıkıldı. Yüzlerce soydaşımız katledildi. Ama ne var ki TMT öncülüğünde verilen mücadele ile Enosis engelledi.
Daha sonra Zürih ve Londra anlaşmaları ile “Kıbrıs Cumhuriyeti” kuruldu. Enosise yeminli Makarios da bu cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Makarios, Zürih ve Londra anlaşmalarını kabul edip, imzaladığı için kendisine yönetilen “Makarios enosis mücadelesinden vazgeçti, Türklerle ortak cumhuriyet kurarak milli davamıza ihanet etti” suçlamalarına karşı şu açıklamayı yapacaktı;
“Ben enosis için ettiğim yemine bağlıyım. Ama siz anlamıyorsunuz. Kıbrıs Cumhuriyeti enosise sıçrama tahtası olacaktır.”
Bir Cumhurbaşkanı olarak bu açıklamayı yapan Makarios, ilk günden Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasında Kıbrıslı Türklere tanınan hakları çiğnemeye başladı. Bu arada Rum gizli örgütlenmesi ile silahlanmasını da organize etti. Kıbrıs Türk halkını imha planı olan AKRİTAS PLANI’nı hazırlayanların başında da Makarios vardı.
Ve günü geldiğinde Kıbrıs Türk halkını yok etmek için saldırılar başladı. 21 Aralık 1963 günü başlayan bu saldırılar 20 temmuz 1974 sabahına kadar devam etti.
Her sabah penceresini açtığında Beşparmak dağlarındaki Türk bayraklarını gören Makarios, bunu hazmedemedi, kahrından ölüp gitti. Ölmeden önce vasiyeti şu oldu;
“Ben size Helenizmin en büyük zaferi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni miras olarak bırakıyorum. Bu mirasa sahip çıkın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden asla vazgeçmeyin”.
***
Makarios’un vasiyetine bağlılığını sürdüren Rum liderliği de Rum devletine dönüşen “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yaşatmak ve korumak için her yolu ve yöntemi kullanıyor.
Zamana oynayan ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden vazgeçmeyen Rum tarafı da Kıbrıs konusuyla ilgili müzakere sürecini uzatıyor, çözüme yanaşmıyor.
Müzakere sürecini uzatmak ve dinamitlemek için de Rum tarafı sürekli olarak yeni şartlar ileri sürüyor. Rum tarafı bunun sonrasında da yeni gündemler oluşturacak ve müzakere sürecini bir 50 yıl daha uzatacak.
Ama bundan sonra Rum istediği gibi oynayamayacak…
Kıbrıs konusuyla ilgili müzakerelerin başlamasına yönelik olarak girişimler devam ederken, Rum askeri faaliyetleri ile silahlanması ve tatbikatları da devam ediyor.
Güney Kıbrıs, pek çok ülke ile de anlaşmalar imzalıyor, ortak askeri tatbikatlar yapıyor.
Ve tüm bunlar “insanı” amaçlı değil.
Tümü de askeri amaçlı.
Günü geldiğinde ise bunların kime karşı kullanılacağından da kuşkumuz yok.
Ama bu arada Rum-Yunan ikilisi ile emperyalist güçlerin ve içimizdeki işbirlikçilerin Türk askeri varlığına yönelik olarak yaygarası devam ediyor;
“Tüm yabancı askerler Kıbrıs’tan çekilmeli.”
Bu nedenle de “yabancı askerler çekilmeli” ile “garantiler kaldırılmalı” söylemlerinin perde gerisinde nelerin yattığına bakmak gerekir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri, Rum-Yunan ikilisinin ana hedefi, Türkiye’nin garantörlüğü ile müdahale hakkının kaldırılmasıdır.
Bu hedefe yönelik olarak da her türlü yol ve yöntem kullanıldı.
Çünkü, Rum-Yunan ikilisi çok iyi biliyor ki; Türkiye’nin garantörlüğü ve müdahale hakkı devam ettiği sürece Kıbrıs’ı ele geçirmek mümkün değil.
Bu haklara sahip olan Türkiye, 1963 yılında buna nasıl seyirci kalmadıysa, 1974 yılında da müdahalede bulunarak Kıbrıs’ın Yunan adasına dönüşmesini önledi.
Bu özet girişten sonra devam edelim;
İngiltere ile Yunanistan da, diğer iki garantör ülkedir. Yunanistan AB üyesi olduğu güne kadar ısrarla garantörlük haklarına sahip çıkmış ve savunmuştur.
İngiltere de , Güney Kıbrıs’ın AB’ye katılım anlaşmasında sahip olduğu üsleri bu anlaşmanın dışında tutmayı başardığı ana kadar garantörlüğünün devamından yanaydı.
Şimdi ise, İngiltere’nin garantör olmasının bir anlamı yok. Çünkü Kıbrıs’ta sahip olduğu üsler ve askeri varlığı her türlü çözüm şeklinde de devam edecek.
İşte bu nedenle de İngiltere “garantörlük hakkının devamından yana değiliz , çözümden sonra garantiler kaldırılmalı” diyor .
AB üyesi olan Yunanistan’ın durumu da aynı. Garanti sistemi kalksa da , Yunanistan ve Güney Kıbrıs, AB çatısı altında her türlü askeri işbirliğine devam edecek.
Türkiye’nin durumu ise çok farklı. Türkiye AB üyesi değil ve AB tarafından “Bir AB üyesi olan Kıbrıs’ta asker bulundurmakla” suçlanıyor ve “Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesi” isteniyor.
Buna yönelik olarak da “yabancı askerler Kıbrıs’tan çekilsin” söylemi geliştirilirken, Kıbrıs’ta askeri varlıklarını güvence altına alan İngiltere ile Yunanistan, “garantiler ve müdahale hakları kalksın” diyebiliyor.
Tabii ki bu da Türkiye’ye yönelik bir oyun.
İngiltere ile Yunanistan’ın Kıbrıs’taki askeri varlıkları devam edecek, ama AB üyesi olmayan Türkiye, garantiler ve müdahale hakları kalktığı anda Kıbrıs’tan uzaklaştırılacak.
Buna yönelik olarak da , Yunanistan şu açıklamayı yapmıştı;
“Yunan hükümetinin hedefi müdahale hakları ve üçüncü ülkelerin garantisi olmaksızın Kıbrıs sorununun çözümüdür. Biz garantör ülke olarak böyle haklar istemiyoruz.”
Peki, Yunanistan garantörlük haklarından vazgeçebileceğini neden söylüyor?
Bunun yanıtını yukarıda verdim. Ama bir kez daha anlatayım;
AB üyesi olan Yunanistan için, garantilerin ve müdahale haklarının kalkması önemli değil. Çünkü, AB üyesi olan Yunanistan ile Güney Kıbrıs, AB çatısı altında her türlü askeri işbirliğine devam edecek. Mevcut garanti sistemi kaldırılıp, AB garantör güç olduğunda da , AB üyesi olan Yunanistan bu güç içerisinde etkin şekilde yer alacak.
İşte bütün mesele bu.
Kendilerini açıkgöz sanan AB, BM ve İngiltere ile Yunanistan , Türk tarafını “enayi” yerine koymaya çalışıyor.
Ama bu bir kez Girit’te yaşandı, ikincisinin Kıbrıs’ta yaşanmasına izin verilmeyecek.
NACAK GAZETESİ- Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, KKTC sınırları içerisinde bulunan Maraş’ın kısmi olarak açılmasının ardından bölgenin yeniden ayağa kalkması için gerekli maliyetin 1.5 milyar dolar olduğunu belirtti. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) sınırları içerisinde yer alan ve 46 yılın ardından geçtiğimiz Ekim ayında Türkiye ve KKTC’nin girişimiyle kısmi olarak açılan Maraş’ın yeniden faaliyete geçmesi için gereken alt yapı maliyetinin 1.5 milyar doları olduğu ifade edildi.
Demirören Haber Ajansı’na (DHA) konuşan Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, ” Maraş’ın tam teşekküllü hizmette olması için 1.5 milyar dolar gerekli” diye konuştu.
YATIRIMLAR 7 YIL İÇERİSİNDE GERİ DÖNER
Atun, Maraş’ın 46 yıl aradan sonra halkın hizmete sunulmasının önemli bir gelişme olduğunu ifade ederek, Maraş’ın eski günlerine dönmesi için iki yıla ve bir buçuk milyar dolarla birlikte TOKİ’nin desteğinin gerekli olduğunu belirtti. 1974 öncesi Maraş’ta mühendislik görevinde bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Atun, Maraş’a yapılacak yatırımın en fazla 7 yıl içerisinde geri döneceğini söyledi. “Aslında Maraş’ın açılan kısmı mevcudun üçte biridir. Üçte ikisi zaten açık, onu bilmek lazım” diyen Atun, “Türkiye Cumhuriyeti’ne teşekkür ediyorum, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte Maraş’ı açma cesaretini gösterdiler” ifadesini kullandı.
TOKİ’NİN TECRÜBESİNE İHTİYACIMIZ VAR
“Maraş’ın zemini kumdur ve inşaat mühendisliğinde en sağlam zeminlerden sayılır” diyen Atun, “Bu nedenle özelikle 1960’lı ve 1970’li yılların sonlarında yapılan yüksek binaların yıkılmasına gerek yok. Sadece 1950’li yıllarda yapılmış olan bir veya iki katlı taş yapılar haricindeki binaların yıkılması gerekecektir. TOKİ’nin deneyimleri inanılmaz büyüklüktedir ve burada bizim ona ihtiyacımız olacaktır” dedi.
“İKİ YILDA AYAĞA KALKAR”
Maraş’ta yapılacak tadilat ve yıkım çalışmaları hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Ata Atun şunları söyledi : “Bu bölgede yapılacak inşaat ve tadilatın süresi en fazla 18 ile 24 ay arasında olacaktır. Maraş tekrar hayata kazandırılabilir ve eski günlerine döndürülebilir. Bu sayede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bütçesi inanılmaz artıya geçecektir. Bu yüzden ben Maraş’ın açılmasını, oradaki binaların tamir edilmesini sonuna kadar destekliyorum. Son derece doğru, geleceğe yönelik iyi bir karar… Maliyetinin bir ya da bir buçuk milyar dolar olacağını düşünüyorum. Bana göre iki milyar euro abartılmış bir rakamdır. Harcanan paranın ise bittikten sonra en fazla 6 ya da 7 yıl sonunda geri döneceğine inanıyorum. Hatta daha erken de olabilir. Geriye dönüşler çoğaldıkça fiyatlar da yükselecektir.”
“MARAŞ’TA TEKNOLOJİ 50 YIL GERİDE”
Atun Maraş’ın altyapı çalışmalarına yönelik yapılması gereken adımlara ilişkin konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Önce yolları yapılırken kanalizasyon, su, elektrik ve telekomünikasyon sistemleri sil baştan yenilenmelidir. Çünkü oradaki teknoloji 50 yıl geridedir. Muhakkak bozulduklarını düşünüyorum. Çünkü o dönemde kullanılan su borularının hepsi galvanizdi. Halbuki aradan 10-15 yıl geçtikten sonra bu borular poliüretana dönüştü. Ben galvaniz borularının kireçlendiğine ve paslandığına inanmaktayım, onun için hepsi değişmelidir. Elektrik sistemleri de o günden bugüne kadar kablo kalınlıkları, içerikleri ve izolasyonlar bakımından yenilendi. Özellikle de sigorta sistemleri çok değişiklik gösterdi. Bunların hepsi değişmelidir.”
Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu II. Hrisostomos, KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarını değerlendirirken şöyle demişti;
“İki devletli çözümü savunan Ersin Tatar’ın seçilmesiyle bundan sonra müzakerelerde işimiz çok zor olacak.”
Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu ve diğer Rum liderleri de benzer açıklamalarda bulunmuşlardı;
“Bundan sonra işimiz zor.”
Peki, işleri neden zor olacak?
Çünkü, Rum Ortodoks Kilisesi ile Rum liderliği Kıbrıs’ı bir Helen adası, Kıbrıs Türk halkını da azınlık olarak görüyor. Bu nedenle de iki devletli çözüm işlerine gelmez.
Bunun yanısıra “Dinlerarası diyalog ve barış” söylemlerinin arkasına gizlenen Başpiskopos II. Hrisostomos ilee Rum liderliği de “daha çok silahlanalım” çağrıları yapıyor.
Peki, bu silahlanma kime karşı?
Elbette ki Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’ye karşı.
Ve, bu silahlanma çağrısını yapanların başını da bir din adamı çekiyor.
Ama, Rum din adamı olan II. Hrisostomos’un yaptığı silahlanma çağrısı Kıbrıs’ta ilk değil.
Rum Ortodoks Kilisesi’nin 1821 yılında Kıbrıs’ta Türklere karşı organize ettiği ay ayaklanmanın başını çeken Başpiskopos Kiprianu, Rum halkına ayaklanma çağrısında bulunurken, şöyle demişti;
“Silahlanın ve çan seslerini duyduğunuzda kılıç, bıçak, balta ve elinize geçirdiğiniz her silahla Türkleri doğrayınız.”
Ama olmadı, bu ayaklanma başarısızlıkla sonuçlandı ve Başpiskopos Kiprianu darağacında can verdi.
Devam edelim.
Kıbrıs İngiltere’ye kiralandıktan sonra, ilk İngiliz valisi 1878 Temmuz ayında Larnaka’ya ayak basarken, kendisini karşılayanlar arasında Başpiskopos II. Kiprianu da vardı. Kiprianu’nun İngiliz valisinden talebi ise şöyleydi;
“Kıbrıs hemen Yunanistan’a iade edilmeli, Kıbrıs ana kucağına kavuşmalı.”
Kıbrıs’ta 1912 yılında Türklere yönelik saldırıları da organize eden yine Rum Ortodoks Kilisesi idi. 1931 Enosis isyanını da yönetenler yine papazlardı.
1951 yılında gerçekleşen “Enosis Plebisiti”nin başını da Rum Ortodoks Kilisesi çekiyordu.
Enosisi silah zoruyla gerçekleştirmeye karar verildiğinde ise, EOKA terör örgütünü kuranların başında Başpiskopos Makarios vardı. Kiliseler de silah ve mühimmat deposu haline getirilmişti.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu “Enosise sıçrama tahtası olarak” değerlendiren Başpiskopos , Kıbrıs Türklerini imha etmeyi hedefleyen Akritas Planı’nın da hazırlayıcısıydı.
1963 kanlı Noel saldırılarında neler yaşandığını da çok iyi hatırlıyoruz. Elleri silahlı papazlar Rum çetelerine önderlik ederken, Türk köyleri yakılıp yıkılmış, Türkler canlı canlı katliam çukurlarına gömülmüştü.
Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etme ihtimaline karşı konuşan Başpiskopos Makarios , aynen şöyle diyordu;
“Türkiye Kıbrıs’a müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacak.”
1974 yılının 20 Temmuz sabahında neler yaşandığını da biliyoruz.
Ve özetle belirtmek gerekirse, Rum Ortodoks Kilisesi Rum halkı üzerine büyük bir etkiye ve güce sahip. Başpiskoposlar ise ruhani liderler.
Rum tarafında, Rum Ortodoks Kilisesi’ne karşı çıkabilecek bir tek güç bile yok.
İşte, bundan güç ve cesaret alan Başpiskopos II. Hrisostomos “Kıbrıs sorununun çözüleceğine inanmıyorum” diyerek silahlanma çağrısı yapıyor.
Yani, çözümü müzakere masasında değil, savaşta görüyor.
Akıllarında yatan ise Mora ve Girit strateji…
Ne diyelim?
Başpiskoposlar din adamı değil, Türk düşmanı birer kasap…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.