14 Aralık 2020 Pazartesi
Azerbaycan'dan tanınmaya yönelik tam destek mesajı
Mehmetçik Büyükkonuk Belediyesi’nden özel eğitim çocuklarına Yeni Yıl sürprizi
Prof. Dr. Ata Atun; Biz İsyan Etmedik
Atilla ÇİLİNGİR; ONLARIN ACILARI SESSİZ AMA ÇOK DERİNDİR…
Aydın AKKURT; 21 ARALIK, GİRİT VE KIBRIS
Antalya’da tıbbi aromatik bitkilerin yaygınlaştırılması ve bilinçli tarımla üretilmesi için çalışma yapılıyor
Anavatan Türkiye’miz tehdit edilecek, sopa gösterilecek ülke değil.
AB bildirisindeki “AB, Türkiye ve Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili konularda ABD ile koordinasyon sağlamaya çalışacaktır” ibaresi Türkiye’ye karşı takınılan tehditkar, hasmane tavrın bir başka ifadesidir.
Anavatan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini gerekçe göstererek, Avrupa Birliği liderler zirvesinden yaptırım kararı bekleyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan bir kez daha hüsrana uğramıştır.
Kendi gücüne güvenmeyip Avrupa Birliği’nin arkasına sığınarak Anavatanımızı zor durumda bırakacağının “hayalini gören” Rum Yunan ikilisine ve AB içerisinde bu ikiliyi şımartan bazı ülkelere Anavatanımız Dışişleri Bakanlığınca verilen mesaj hepimizi gururlandırmıştır.
Türkiye’mizi istedikleri çizgiye gelmezse yaptırımların gelebileceği konusunda uyaran AB’ye mesaj son derece açıktır.
Türkiye’mizi yaptırım tehdidi ile dizayn edebileceklerini sananlar Türkiye Cumhuriyeti her türlü zorlukla mücadele edebilecek, hiçbir tehdide boyun eğmeyecek ve bu tehditlerin sahiplerine haddini bildirecek Kurtuluş Savaşında İtilaf Devletleri ile mücadele içerisine girmiş Türk milletine sahiptir.
Allah Anavatanımız Türkiye’yi başımızdan eksik etmesin.
Yunanistan; Girit, Kaşot, Çoban, Rodos, Meis hattını ilgili kıyı kabul ederek Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışmakta, GKRY ile birlikte ortay hatları esas alıp bunları hakkaniyete uygun hale getirmekten kaçınarak Türkiye’ye sadece Antalya Körfezi ile sınırlı çok az bir kıta sahanlığı ve MEB alanı bırakmaya yönelik hareket etmektedir.
Rum-Yunan ikilisinin bu tutumu ilgili uluslararası hukuk normları ile bağdaşmamaktadır ve hukuki mesnetten yoksundur.
Bu yaklaşımın gerekçeleri ise şu şekildedir;
Öncelikle söz konusu Adalar Yunan ana karası ile Anadolu kıyıları arasında çizilen ortay hatta bakarak “Ters Tarafta” yer alan adalar olduklarından, sınırlandırma konusunda kıyı oluşturamaz ve karasuları dışında kıta sahanlığına sahip olamaz. Bu husus Uluslararası Hakem Mahkemesi’nin İngiltere ile Fransa arasındaki Kanal kıta sahanlığı uyuşmazlığında açıkça belirtilmektedir. Bu kapsamda Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis Adalarının bir hatla birleştirilerek Yunanistan için Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine cepheli ilgili kıyı şeridini ortadan kaldıran yeni bir kıyı oluşturması mümkün değildir.
Herhangi bir sınırlandırma işleminde, aralarından duruma uygun olan prensiplerin seçilebileceği bir hakkaniyet prensipleri listesinin mevcut olduğu ilgili yargı ve hakemlik kararlarından ortaya çıkmaktadır. Kararlardan ön plana çıkarılan prensip “coğrafyanın üstünlüğü” prensibidir. Coğrafya kavramından, iki ülke arasında sınırlandırmaya konu olan alandaki anakara coğrafyası anlaşılır. En önemli coğrafi unsur anakara kıyılarının uzunluğudur. UAD tarafından bu prensip, Kuzey Denizi Davaları kararında, “coğrafyanın yeniden şekillendirilmesi söz konusu olamaz”, İngiltere-Fransa Davası kararında “eşit uzaklık ya da başka herhangi bir sınırlandırma metodunun uygunluğunu coğrafi şartlar belirler” diye karar verilmiştir.
Harita 1- ULUSLARARASI deniz hukukuna göre, Münhasır Ekonomik Bölge ilan eden KIYI devletinin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’yi gösteren harita yayımlayarak bir nüshasını BM Genel Sekreterliğine göndermesi gerektiğini belirtmektedir.(BMDHS,Md. 75 Para.2)Türkiye hukuki ve meşru zeminde Libya ile KS/MEB sınırlandırma anlaşması imzaladı. Libya ile UA hukuka uygun yapılan sınırlandırma anlaşması bağlayıcı bir uluslararası anlaşma olarak BMde kaydedilmiştir. Rum-Yunan ikilisinin “kabul etmiyorum” demesinin hukuki karşılığı yoktur.
Harita 2- Yunan açgözlülüğü böyle bir hayali haritayı milli mesele haline getirebiliyor işte. İspanya’nın yapmadığını,İtalya’nın yapmadığını Yunanlar hayal etmeyi bırakın hakkı olduğu iddiasını dillendirebiliyor. İşte en sağda ok ile MEİS adası ile yapıştırdıkları MEB sahası haritaları. MEİS adası bırakın yarı bağımsız durumlarını bir özerkliği ya da düşük bir otonomiyi Vilayet bile değildir. Olmadığı için de Yunan Anakarası ve Türkiye Anakarası arasındaki hukuka tabidir ve kendi büyüklüğünün 4 bin katı kadar bir alanda denizcilik yetki alanı hakkı iddia edemez, sadece KARASULARI HAKKI vardır.
Doğu Akdeniz’de Meis ve Rodos adası çevresinde Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanan “Navtex” gerginliğin ardından tansiyon yükseldi. Buraya kapsamlı olarak Meis gerçeğini, Atina’nın tezlerini ve hukuki dayanaklarımızı özetliyorum.
Yunanistan’ın resmi tezi Meis, Karaada ve Fener Adası’nın bir “takımada” oluşturduğu iddiası üzerine inşa ediliyor. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin Kısım IV’te düzenlenen maddeleri gereği, takımadalar, karasuyunun ötesinde deniz yetki alanlarına sahip olabiliyor.
Önce “takımada” tezini çürütelim. Bu noktada dayanağımız Filipinler ile Çin arasındaki Güney Çin Denizi’nin Tahkimi Davası. Hakem Mahkemesi, BMDHS’nin 121/3 maddesini yorumlamış ve kaya ile tam yetkili ada arasındaki ölçütleri tespit etmiş.Kararda; dış tedarike bağımlı ve geleneksel halkı olmayan kayaların tam etki üretemeyeceği, insani çabaların bir cezir yüksekliği veya deniz yatağını hukuken adaya çeviremeyeceği, arazi ıslahı neticesinde bir kayanın tam yetkili adaya dönüştürülemeyeceği vurgulanmış. Yani Yunanistan’ın 1996’da başlattığı iskan politikalarının bu kayaların hukuki statüsünde etkisi olmayacağı görülüyor. Kararda “Aslolan modernizasyon öncesidir” deniliyor. Sonradan taşıdığınız insan, inşa ettiğini binalar vs. nafile. Bu kayalar ekonomik olarak tamamıyla dış kaynak tedarikine bağımlı durumdalar. Su ve ekilebilir arazileri yok, geleneksel bir halk yaşamıyor ve geliştirilmeye kapalılar.
Söz konusu adaların etkisizliğini sağlamak üzere Türkiye’nin dayandığı bir başka kural, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121/3. maddesidir. Bu adalar bahsi geçen madde anlamında kaya statüsünde olduğundan münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı üretemeyecekleri için bu alanların sınırlandırılmasında da etkisiz olacaklardır. Yani hukuken tam yetkili birer ada olarak kabul edilemezler. Dolayısıyla takımada oluşturamazlar.
Aslında Fener Adası ve Karaada’nın mülkiyeti de başka bir tartışma konusu. Bu iki kaya parçasının mülkiyeti hiç bir zaman isimleri sayılarak Yunanistan’a devredilmemiş. Şöyle ki;Meis ile birlikte Menteşe Adaları bölgesinde yer alan 13 ada ve buna bağlı adacıklar, Lozan Barış Antlaşması’nda isimleri sayılarak İtalya’ya devredildiler. Bölgede bulunan diğer iki müstakil kaya olan Karaada ve Fener Adası ise Lozan’da egemenlik devrine konu olmadı.
4 Ocak 1932 tarihinde Türk-İtalyan Sözleşmesi ile Karaada ve Fener Adası’nın egemenliği İtalya’ya devredildi. İtalyanlar, Türkiye’nin Lozan’da kendilerine devrettiği adaları 1947 Paris Barış Antlaşması’yla Yunanistan’ın egemenliğine bıraktı. Fakat bu devirde, 1932 tarihli Türk-İtalyan Sözleşmesi’ne herhangi bir atıf yapılmadı. Yani Meis’in yanındaki kayalar, Paris Barış Antlaşması’nın akit devletleri içinde bulunmayan Türkiye’nin rızası dışında, Lozan’ın tek taraflı genişletilmesiyle, hukuksuzca devredildi. Ayrıca, Paris Barış Antlaşması’nda sözü edilen Meis’e bağlı “bitişik adacıkların” hangileri olduğu, ne antlaşma metninde ne de ekli haritalarında somut olarak belirtilmedi. Bu 3 ada da Yunanistan’a ters tarafta kalan adalardır, hatta kayadır, MEB ve kıtahasanlığı hakkı yoktur. Yunanistan’a ait bile değildir. Yani Karaada ve Fener Adası bırakın Yunanistan lehine etki yaratmayı, mülkiyeti bile Atina’ya ait olmayan kaya parçaları.
Bütün bu gerçeklerin yanında, Uluslararası Adalet Divanı benzer anlaşmazlıklarda ters tarafta kalan adaların yalnızca karasuyuna sahip olabileceğine dair 17 kararı bulunuyor. Meraklıları Filfla, Serpents, Qit’at Jaradah, Alcatraz, Cerbe, Saint Pierre&Miquelon’a bakabilir. Meis, Kaarada ve Fener Adası hukuki olarak tam etkili birer ada değil kayadır. Takımada oluşturamazlar. Mülkiyeti tartışmalıdır. Ters tarafta kaldıkları için de herhangi bir deniz alanı üretemezler.Türkiye hukuken haklıdır, donanması da hakkını korumaya kaadirdir. Dostluk ve işbirliği Yunanistan’a kazandırır, aksi durumda Türkiye’nin kaybı olmaz.
BM sözleşmesine göre, kıta sahanlığının sınırlandırılmasıyla ilgili şartlar şöyle:
“Sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılacaktır.
Anlaşma akdedilinceye kadar, ilgili devletler, anlayış ve iş birliği ruhu içerisinde, pratik çözüm getiren geçici düzenlemelere girişmek ve bu geçiş süresi içerisinde nihai anlaşmanın akdini tehlikeye düşürmemek veya engellememek için ellerinden gelen gayreti göstereceklerdir. Geçici düzenlemeler nihai sınırlandırmaya halel getirmeyecektir.
İlgili devletler arasında yürürlükte olan bir anlaşma varsa, kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin sorunlar bu anlaşmaya uygun olarak çözümlenecektir.”
ULUSLARARASI ADALET DİVANI STATÜSÜ 38. MADDE DÜZENLENEMSİ
Uluslararası hukukun şekli kaynaklılarını, yani uluslararası hukuk kuralları arandığında nerede bulunacağını “Uluslararası Adalet Divanı (UAD Statüsü’nün 38. maddesi)” söylemektedir. Söz konusu maddenin içeriği şu şekildedir:
“1. Kendisine sunulan uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmekle görevli olan Divan: a. Uyuşmazlık durumundaki devletlerce açıkça kabul edilmiş kurallar koyan, gerek genel gerekse özel uluslararası antlaşmaları; b. Hukuk olarak kabul edilmiş genel bir uygulamanın kanıt olarak uluslararası yapılageliş (teamül) kurallarını; c. Uygar uluslarca kabul edilen hukukun genel ilkelerini; d. 59. Madde hükmü saklı kalmak üzere, hukuk kurallarının belirlen de yardımcı araç olarak yargı kararlarını ve çeşitli ulusların en yetkin yazarlarının öğretilerini uygular. 2. Bu hüküm, tarafların görüş birliğine varmaları halinde, Divan’ın hakça ve eşitçe karar verme yetkisini zedelemez.”
Uluslararası hukukun sıralayan bu maddenin ne ifade değinmeden önce bilmemiz gerekir ki hukukun kaynakları kendi aralarında “bağlayıcı kaynaklar (asli kaynaklar)” ve “yardımcı kaynaklar” olarak sınıflandırılmaktadır. Asli kaynaklar bağlayıcı kural doğuran kaynaklardır ve kaynaklar ise bağlayıcı kuralları anlamamıza ve yorumlamamıza yardımcı olan ama bağlayıcı niteliği olmayan kurallar doğuran kaynaklardır. Asli ve yardımcı kaynaklardan bazıları yazıl bazıları yazılı olmayan şekilde bulunabilirler.
Yukarıda belirtilen 38. maddenin 1. fıkrasına göre uluslararası hukukun bağlayıcı kurallarının doğduğu kaynaklar yani “bağlayıcı kaynaklar” şunlardır.
a. Uluslararası antlaşmalar b. Yapılageliş c. Hukukun genel prensipleri
Uluslararası hukukun yardımcı nitelikli, “yani bağlayıcı olmayan kurallarının doğduğu kaynaklar” ise yine 38. maddeye göre şu şekilde sıralanır:
a. Mahkeme kararları b. Öğreti (hukukçuların ya da ilgili uzmanların görüşleri)
Yapılageliş ile hukukun genel ilkeleri yazılı olmayan kaynaklar oldukları halde diğerleri yazılı kaynaklardır. Açıktır ki, Madde 38’de uluslararası hukukun tüm kaynaklarının belirlen-mesi amacı bulunmamakta, sadece UAD’nin karar verirken dikkate alması gerekli şekli kaynaklar sıralanmaktadır. Nitekim Madde 38(2)’ye göre taraflar anlaşırlarsa bu maddede sıralanan kaynakların dışında da başka kaynakları Divan’ın dikkate almasını isteyebilirler. O halde uluslararası hukukun kaynaklar burada kaynaklarla sınırlı değildir. Burada anılan antlaşmalar, yapılageliş kuralları, hukukun genel ilkeleri, yargı kararları ve öğretiye ek olarak uluslara kuruluşların kararları, hakça ilkeler ve yumuşak hukuk (soft law), kaynakla konusunda değinilmesi gereken başlıkları oluşturmaktadır. Yukarıda belirtilen kayaklardan doğan kurallar arasında bir üstünlük sıra lamasının olup olmadığı önemli bir meseledir. Zira örneğin yapılageliş yöntemi ile doğan bir hukuk kuralının antlaşma yöntemi ile doğan bir kural ile çatışması durumunda hangisine öncelik tanınacağının belirlenmesi gerekmektedir. İç hukukta hangi kaynağın daha üstte olduğu sorunu normlar arasında bir üstünlük sıralama (hiyerarşi) ile çözülmüştür. UAD Statüsü’ndeki sıralamanın bir hiyerarşi belirtip belirtmediği konusu tartışmalıdır. Normlar hiyerarşisinin bir gereği olarak tüm kaynaklar birbirleriyle uyumlu olmak zorundadır ve kendi üzerindeki kaynakta belirtilen kurala aykırı bir kural yargı organınca ortadan kaldırılmaktadır. Uluslararası hukukun niteliği gereği böyle bir yargı düzeni bulunmadığı için birbiriyle çelişen kurallardan hangisinin üstün sayılacağı ancak kaynaklar arasında bir hiyerarşinin önceden tespit edilmesiyle mümkündür.
Rum-Yunan ikilisine ve Haçlı – Siyonist ittifakına Doğu Akdeniz’de Türkiye – GKRY – Yunanistan Deniz Yetki Alanları Paylaşımını tam olarak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine atfen hukuki zeminin ne olduğunu anlatamadım galiba. ULUSLARARASI DAVA KARARLARI ve uygulamalarda yer alan örneklerle bir daha anlatayım;
Meis Adası, Türkiye ve Yunanistan arasında, Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında problemli olan en önemli yerdir. Meis Adası, Yunanistan’ın egemenliğinde olmasına rağmen Türkiye’nin kıyılarına çok daha yakın bir konumda bulunmasından dolayı ters taraftaki adalar olarak tabir edilen statüdedir. Ters taraftaki adalara, Uluslararası Adalet Divanı kararları ışığında, sınırlandırma konusunda etki tanınmaz, kıta sahanlığına sahip olamazlar ve sadece karasularına sahip olabilirler. Meis dışındaki Rodos, Kaşot, Çoban, Girit gibi adalar da Yunanistan ile Türkiye arasında çizilecek eşit uzaklık çizgisinin Türkiye tarafında kalmaları dolayısıyla ters taraftaki ada statüsündedirler. Bu sebepten ötürü de Kaşot, Girit, Çoban, Rodos ve Meis adaları Yunanistan’ın belirlediği bir hat ile birleştirilip, Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine sahip olduğu ilgili kıyı şeridini yok eden bir kıyının meydana getirilmesi söz konusu değildir.
Ters tarafta olan adalara, eğer sınırlandırılması öngörülen deniz alanının dar olduğu durumlarda, herhangi bir şekilde etki tanınmamakla birlikte, sınırlı bir etki de tanınmaktadır. Çünkü karşı tarafta bulunan ülkenin deniz yetki alanları bu adalar için tanınmış olan tam etkiden ötürü çok fazla daralmış olacaktır. Bu durum Uluslararası Adalet Divanı kararlarında da belirtildiği gibi uluslararası hukukta kabul gören bir ilke haline gelmiştir. Adalarla alakalı herhangi bir sınırlama sürecinde, ilgili yargı ve tahkim kararlarından, ilgili ilkelerin seçebileceği bir hakkaniyet ilkeleri listesinin seçilebileceği sonucuna varılır. Coğrafyanın üstünlüğü ilkesi, UAD ve tahkim mahkemesi kararlarında ön planda olan bir prensiptir. Buradaki coğrafya, iki ülke arasında sınırlandırmaya mevzu bahis olan anakara coğrafyasıdır. Buradaki en fazla önem arz eden coğrafi öge; ülkelerde var olan anakara kıyılarının uzunluğudur. Kuzey Denizi Davalarında Uluslararası Adalet Divanı tarafından bu ilke, “coğrafyanın tekrardan şekillendirilmesi mevzu bahis olamaz” biçiminde; İngiltere-Fransa Davası kararında “eşit uzaklık veya diğer herhangi bir sınırlandırma yönteminin uygunluğu coğrafi koşul ile belirler” biçiminde Libya-Malta Davası kararında “taraflara ait kıyılar, başlama çizgilerini meydana getirir” biçiminde; Tunus-Libya Davası kararında “kıta denize hâkimdir” biçiminde ifade edilmiştir. Münhasır ekonomik bölge ile kıta sahanlığının tek bir davada sınırlandırmış olduğu karalarda coğrafyanın üstünlüğü ilkesi, hep ön planda olmuştur.
Uluslararası Hakem Mahkemesinin İngiltere ile Fransa arasındaki Kanal kıta sahanlığı uyuşmazlığında belirttiği gibi Türk anakarası ile Yunan ana karası arasında çizilecek ortay hattın ters tarafında yer aldıkları için sınırlandırma esasında karasuları dışında kıta sahanlığı ya da Münhasır ekonomik bölge verilmeyecektir. Aynı sebeple Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis adalarının bir hatla birleştirilerek, Yunanistan için Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine cepheli ilgili kıyı şeridini ortadan kaldıran yeni bir ilgili kıyı oluşturması mümkün değildir.
Sonuç olarak Yunan Adalarının ters tarafta bulunmaları ve Anadolu sahillerinin önünü kapatmak suretiyle Türkiye’nin denize açılımını engelliyor konumda olmaları sebebiyle de Romanya-Ukrayna davasındaki Serpents adası örneğinde olduğu gibi sadece karasuları kadar deniz yetki alanlarına sahip olabileceği belirtilmiştir.
ADALARIN İLGİLİ DURUMLAR OLUŞTURMASI
Bir bölgede adaların bulunması, kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırması açısından “ilgili durumlar” oluşturur ve bu adaların özellikle coğrafi konum ve diğer özelliklerine bağlı olarak değerlendirmeye alınması gerekir. Adaların her koşulda kıta sahanlığına sahip olabilecekleri görüşü, hakkaniyete uygun olmayan sonuçlar doğurabileceğinden, yaygın olarak kabul görmemiştir. Zira 1958 Cenevre KITA SAHANLIĞI SÖZLEŞMESİ’nin 1/b maddesinde ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121. maddesinde adalara da kara ülkesi için uygulanması öngörülen kuralların uygulanmasının kabulü, koşullar ne olursa olsun adaların kıta sahanlığına sahip olacakları ve ülkelerin anakaraları ile eşit statüde değerlendirilecekleri anlamına gelmemektedir. Divan’da vermiş olduğu bazı kararlarında hakkaniyete aykırı olacak olan uygulamalar yapmaktan kaçınmış ve adalara kıta sahanlığı hakkı vermemiştir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.